EL ALEM NE DER HAPİSHANESİ
Nasreddin Hoca birgün eşeğiyle beraber oğlunu okuldan almaya gider.
Okuldan oğlunu alıp birlikte eşeğe binerler. Yolda giderken bir grup
kendilerine 'Hoca hoca zavallı eşeğe hiç acımaz mısın iki kişi binmişsiniz '
der. Bunun üzerine Nasreddin Hoca gruba hak verir ve oğlunu indirip ilerlemeye
devam ederler. Yolda karşılarına çıkan bir diğer grup 'Hoca Hoca ayıp değil mi
çocuğu yürütüyorsun kendin rahatını düşünüp eşşeğe binmişsin' der. Nasreddin
Hoca bu gruba da hak verir. Kendisi iner çocuğunu eşşeğe bindirir ve yola
kaldıkları yerden devam ederken yine bir grupla karşılaşırlar. Grup kendi
arasında ' Görüyorsunuz dimi zamane çocukları böyle büyüğe hiç saygı kalmamış
kendi eşeğe binerken babasını yürütüyor' derler. Bu söz oğlunun ağırına gider
ve o da eşekten iner. Eşek önde Nasreddin Hoca ve oğlu arkada yollarına devam
ederler. Yeni bir grupla karşılaşırlar. Bu grupta 'Şu enayilere bak, eşek
boşken arkadan yayan gidiyorlar' der. Bunu duyan Nasreddin Hoca oğluna dönerek
'Görüyorsun ya oğlum elalem böyledir, ağızları torba değil ki büzesin' der.
Bu fıkra aslında birçoğumuzun yaşamının bir özetidir. Hayatımız ile ilgili alacağımız kararlarda, yapacağımız işlerde hep çevrenin hakkımızdaki düşüncelerini fazlasıyla önemseriz. El alem ne der algısı çocukluktan itibaren özellikle aile tarafından bizlere empoze edilmektedir. Eğer sürekli üstünüzde bu baskıyı hissediyorsanız ve yaptığınız iş ve eylemlerde çevrenin tepkisine göre hareket ediyorsanız el alem ne der hapishanesine hoşgeldiniz. Toplumsal bir kontrol mekanızması olan 'el alem ne der hapishanesi' zaman zaman sizi siz olmaktan alıkoyabilmektedir. Diğer insanların ne düşündüğü ya da ne şekilde tepki vereceğini düşünerek onlardan onay almadan karar veremeyen ve kendini kısıtlayan bireyler bir açıdan kendi hayatlarından çok çevresindeki insanların hayatlarını yaşamaktadır.
Konuya ilişkin basit bir örnek verelim. Meşhur düğünlerimiz... Türk örf
ve adetlerinde düğünün ayrı bir önemi vardır. Düğünün gösterişli olması aileler
için herşeyden elzemdir. Düğün gösterişli olmaz ise aileler kendilerinin rezil
olacağına inanırlar ve bu yüzden büyük bir koşuşturma içine girerler. Sözü,
nişanı, kınası, düğün salonu hepsi aile ve çift açısından büyük stres yaratır.
İşin maddi boyutuna gelirsek birkaç saat sürecek bir düğün için çiftler ve
aileler büyük bir masrafın ağırlığı altında ezilir ve önceden birikimleri yoksa
bu süreç yıllar sürebilir. Oysa sade bir nikah töreni ya da düğün yapılsa bu
çiftler hem bu yükün altında ezilmez hatta harcadıkları paranın çok küçük bir
kısmına örnek veriyorum Maldivler'de unutulmayacak rüya gibi bir balayı
gerçekleştirebilirler. Mantıklı düşündüğümüzde 3 4 saat sürecek düğünü
şatafatlı bir şekilde yapmak mı yoksa
Maldivler'de rüya gibi bir hafta tatil mi? Birçok insana ikinci seçenek
daha mantıklı gelsede, bu noktada el alem ne der baskısı devreye girer ve
insanların çoğunluğu birinci seçenekte hapsolur.
El alem ne der hapishanesi çocukluktan itibaren hayatımızda yer etmeye
başlar. Özellikle aileler çocuklarını yetiştirken toplumsal kalıplara sokmaya
başlarlar. Küçüklükten itibaren meslek
seçimlerinde aileler baskı kurmaya başlar. Bireyler toplumlarca değer gören
meslekler dışında alanlara yönelindiğinde aile ve çevrelerinden tepki görmeye
başlarlar ve kendilerini mutlu etmeyecek meslek seçimleri yapabilirler.
İlerleyen süreçte bu seçtikleri meslekte mutlu olmadıklarını gördüklerinde
radikal kararlar almaya çalışabilirler ancak bu noktada el alem ne der baskısı
tekrar devreye girer ve ömürlerini kendilerini tatmin etmeyecek bir iş
hayatında harcarlar.
Türk toplumunda özellikle kadınlar bu baskıyı çok daha derinden
hissetmektedir. Giyiminden, üniversite okuyacağı şehire kadar, meslek
seçiminden aile hayatına kadar her aşamada el alem ne der baskısını derinden
hisseder. Bu baskıya karşı koyduğunda zaman zaman şiddet görmekte ve olmadık
şekillerde yaftalanmaktadırlar. Bu durumu içselleştirmeye başlayan kadın kendi
benliğini kaybederek ömrünü bu hapishanede çürütmektedir. Örneğin kocası
tarafından şiddet gören eşler sırf toplum baskısı sebebiyle bu eziyetlere
katlanmaktadır. Çünkü toplumun kocasından ayrılmış kadına olan yanlış bakış
açısı hepimizin malumudur.
Özellikle eğitim seviyesi yüksek ve bireyselliğin ön planda olduğu
toplumlarda kişiler daha özgür ve radikal kararlar alabilmektedir. Bu
toplumlarda kişiler istedikleri çok
farklı alanlarda kendilerini geliştirmekte ve bu sürece aileleri destek
olmaktadır. Bunun dışında gelenekselci ve kapalı toplumlarda bireyler,
kararlarını toplumca kabul edilebilirlik süzgeçlerinden geçirme zorunluluğu
hissetmektedir ve aileler destek olmak bir yana dursun en büyük süzgeç görevi
görebilmekte ve el alem ne der hapishanesinin sözcülüğünü yapabilmektedir.
Türkiye'de 'sırtını devlete daya rahatına bak' mantığı özellikle orta kuşak
kesimin meslek seçimlerinde yanlış kararlar vermesine yol açmıştır.
Sonuç olarak, bireylerin
tutuklu oldukları bu hapishaneden kurtulmasının yolu, yine kendilerinin
göstereceği radikal değişimlerden geçmektedir. Öncelikle bireyler kendilerine
etki edecek çevreyi sınırlandırmalıdır. Kararlarını alırken kendi mutluluğunu
ve tatminini düşünmek herşeyden önemlidir. Bireylerde ben algısı oluşmalı,
sahip olduğu özgüvenle hayatına yönelik kararlarını kendisi vermeye çocukluktan itibaren alışmalı
ve başkalarına göre yaşamamalıdır. Bu noktada aileler çocuklarının önünde bir
engel değil en büyük destekçi olmalı,çocuklarının kararlarına saygı duymayı
öğrenmelidir. Bireyler bu özgüveni göstermedikleri sürece, tutukluluk halleri
hükümlülüğe, cezaları da müebbet hapise dönecek ve kendilerinin olmayan bir
ömür yaşayacaklardır. Ünlü sinema sanatçısı Bill Cosby'in dediği gibi;
Başarının sırrını bilmiyorum
ama başarısızlığın yolu herkesi memnun etmeye çalışmaktan geçer.
0 Comments: