Jonestown Katliamı tarihin gördüğü en büyük toplu intihar olayıdır. İnsanların zaafları suistimal edildiğinde ve beyinleri yıkandı...

918 KİŞİNİN TOPLU İNTİHARI: JONESTOWN KATLİAMI

2/18/2019 2 Comments

toplu intihar

 Jonestown Katliamı tarihin gördüğü en büyük toplu intihar olayıdır. İnsanların zaafları suistimal edildiğinde ve beyinleri yıkandığında ne tür çılgınlıklar yapabileceğinin en çarpıcı örneğidir. Hasta ruhlu bir insanın peşinden koşan ve ona büyülenmişcesine inanan bir topluluğun acı hikayesidir. İşte katliamın fitilini ateşleyen Jim Jones denen sapkının ve onun müridlerinin hikayesi...

sapkın jim jones

  Jim Jones, 1931 yılında İndiana'da sorunlu bir ailede dünyaya gelmiştir. O doğduğunda annesi bir mesih doğurduğunu çevresine söylemekten çekinmemiştir. Irkçı söylemleriyle tanınan babası ise, Amerika’da yaşayan siyahi insanları hedef alan  Ku Klux Klan örgütünün üyesi olarak bilinmektedir. Jim Jones 'un küçüklükten itibaren din ve ölüm kavramlarına çok büyük ilgi göstermiştir. Özellikle, ölüm üzerindeki bu arzusunu hayvanlar üzerinde denemeye başlamış ve birçok hayvan öldürmüştür. Bunun yanında çok iyi bir okuyucu olan Jim Jones Karl Max, Stalin, Hitler gibi liderlerin yaşamlarından etkilenmiştir.

yavru maymun

  1951 yılına gelindiğinde Indiana Komünist Partisi toplantılarına katılmaya başlayan Jones, partinin komünizmi yanlış aksettirdiğini ve halkı komünizme karşı kışkırttığını düşünmekteydi. Bu düşünceden hareketle çok etkilendiği Karl Max'ı gerçek bir şekilde kitlelere anlatmak için kilisenin etkisini kullanmayı kafasına koymuştur. Hitabet yeteneğine de güvenerek kilisede vaiz olarak işe başlayan Jones, kiliseye para toplamak için kapı kapı dolaşıp yavru maymun satmıştır.

Jim jones'un fedaileri

   Özellikle, küçükken babasının siyahi insanlara karşı tutumunu gören Jones, o zaman ırkçı ayrımlar sebebiyle ağır travmalar yaşayan Afrika kökenli vatandaşları kendine hedef seçmiştir. Bir beyaz din adamı tarafından hoşgörüyle karşılaşan bu vatandaşlar Jim Jones'a karşı büyük bir bağlılık ve sevgi beslemeye başlamıştır. Kendisine inanan ve destekleyen insanların sayısı çığ gibi büyümüştür. Bunu yeterli görmeyen Jim Jones kitleleri etkilemek için mucizeler göstermesi gerektiğine inanmıştır. Bu amaçla, önceden anlaştığı sekreterini  tekerlekli sandalyeye bağlı olarak gösterip müridlerin önünde ayağa kaldırmıştır. Kısa sürede ününe ün katan Jim Jones taraftarlarının artmasını ve varını yoğunu kiliseye bağışlamasını fırsat bilerek, 1955 yılında  'Halkın Tapınağı' tarikatını kurmuştur ve yaptığı toplantılar müridlerine özel olarak kapalı biçimde gerçekleştirilmeye başlanmıştır.

giriş kapısı
jonestown hayatı
  
   Sayıları gün geçtikçe artan tarikatın popülaritesi, medyanın ilgisini çekmeye başlamıştır.  Medyanın sürekli kendilerini takip etmesinden, uyuşturucu madde kullandığına ve genç kadın-erkek müridleriyle sex partileri yapıp ilişkiye girdiğine dair ortaya çıkan iddialardan (Bu iddialar daha sonra oğlu tarafından doğrulanmıştır)  bunalan Jim Jones kendine sıkı sıkıya bağlı müridlerini alarak, 1974 yılında San Francisco'nun Guyana bölgesindeki ormanlık bir arazi kesimine taşınmıştır. Halkın Tapınağı müridlerinin yaşadığı bu yere Jonestown adı verilmiştir. Buraya yerleşen ve çoğu siyahilerden oluşan halk tarım ve hayvancılık yapmaya başlamıştır. Müridleri tarafından 'Baba' olarak hitap edilen Jim Jones'un ilettiği emirlerinin duyulması amacıyla heryere hoparlörler yerleştirilmiştir. Jim Jones bu sayede çocukluktan beri hayal ettiği Sosyalist Cennetini kurmuştur. İlerleyen süreçte müridlerine Jonestown'u terketmelerinin çok büyük günah olduğu yönünde vaazlar vermiştir. Bununla da yetinmeyen Jim Jones kırmızı tugaylar adını verdiği birlikleriyle şehrin giriş ve çıkışlarını kontrol etmeye başlamıştır.

uçağa binmeden öldürüldüler

   Herşey Jim Jones'ın istediği şekilde giderken, bazı tarikat üyelerinin yakınları Jonestown'da insan haklarının ihlal edildiğini iddia edip bölgenin bu açıdan incelenmesini istemiştir. Kuzey California'da kongre üyesi Leo Ryan ve  basın ekibi söz konusu iddiaları araştırmak üzere, 17 Kasım 1978'de Jonestown'a hareket etmişlerdir. Jonestown'a ulaştıklarında 15 kişilik bir grup, heyetle birlikte dönmek istediklerini belirtmişlerdir. Buna sert bir dille karşı çıkan Jim Jones, gidecek grubu ölümle tehdit etmiştir. Bir sonuç alamayınca, heyetle beraber gitmeye çalışan ekibe bir suikast düzenlenmesi talimatını vermiş ve kongre üyesi Leo Ryan ile birlikte 4 tarikat üyesi öldürülmüştür.

intihar emri

   Önceki süreçte de intiharı özendiren vaazlar veren Jim Jones,  olayın olduğu gün hapise girme korkusu ve yaşadığı paniğe paralel olarak tüm müridlerini toplayıp, yıllarca kafasında kurduğu sapkın planı gerçekleştirmek üzere konuşmasına başlamıştır. Söz konusu konuşmada;  
  
 "Evlatlarım, ölümde büyük bir şeref vardır. Bu, ölecek olan herkes için büyük bir gösteri. Ölümden korkmayın, ölüm yalnızca farklı bir boyuta adım atmak gibi."

      Bu konuşmaya itiraz eden ve hristiyanlıkta intiharın büyük günah olduğunu dile getiren müridlerine ise;

  "Biz intihar etmiyoruz, biz insanlık dışı dünya şartlarını devrimci bir protestoyla kınıyoruz" demiştir. Bu konuşmadan sonra, kendisi için seve seve ölüme gideceklerini belirten birçok mürid olmuştur. İntihar konusunda tereddüt yaşayanların birçoğunu ise, kampı Sovyet askerlerinin basacağını ve herkesin öldürüleceğini söyleyerek ikna etmeye çalışmıştır. 

918 kişi öldü
   
  Bu konuşmadan sonra müridlerine daha önce hazırlattığı siyanürü içmelerini emretmiştir. Müridlerin büyük çoğunluğu tereddüt bile etmeden, önce çocuklarına siyanürü enjekte ettikten sonra, emri yerine getirmişlerdir. İçmeyi kabul etmeyen ve kaçmaya çalışan kişiler ise silahla vurulmuştur. Jim Jones ise kendi tabancasıyla intihar etmiştir. Olaydan sonra, bölgeyi çekmek için gelen ve durumdan haberdar olmayan basın mensupları korkunç manzarayla karşılaşmışlardır. Yapılan incelemede, 304'ü çocuk, 918 kişinin cesedi bulunmuş, ölenlerin büyük çoğunluğunun emre uyarak siyanür içmekten dolayı öldüğü ve  yaklaşık %68'inin siyahi vatandaşlardan olduğu tespit edilmiştir. Olaydan sadece 79 yaşında sağır bir adam ile güvenliği atlatıp ormana kaçan bir mürid kurtulmuştur.

jonestown katliamı

  Sonuç olarak, sapkın, hasta ruhlu, narsist ve uyuşturucu bağımlısı bir adam büyük bir katliama sebebiyet vermiştir. Bu olay; zayıf, toplumdan dışlanmış ve travmalarla büyüyen toplulukların ne denli kolay bir şekilde yönlendirilebileceğinin en dramatik örneğidir. Çocukluktan itibaren ırkçı davranışlara maruz kalan, ikinci sınıf insan muamelesi bile görmeyen cahil Afrika vatandaşlarının bu zayıflığı, ruh hastası bir zihniyet tarafından suistimal edilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, kişilerin ahmaklığının ve cahilliğinin yanında, vatandaşlara hür ve eşit şekilde yaşama imkanı vermeyen, toplumun belli bir kısmını dışlayan devlette suçludur. Tarih, insanların zaaflarının  ve travmalarının suistimal edildiği örneklerle doludur. 1000 yıl önce Hasan Sabbah ne ise Jim Jones odur. Bundan dolayı, bireylerin huzur içinde yaşadığı, kaliteli bir eğitim sisteminin olduğu ve herkese eşit davranılan, belli grupların egemenliğinde olmayan bir toplum yapısı inşa etmek devletin en önemli görevidir.

2 Comments:

    İnsanlık tarihi kadar eski olan Şamanizm, tüm dinlerin çıkış kaynağı olarak kabul edilen bir inanç sistemidir. Temelinde...

ŞAMANİZM GERÇEĞİ

2/17/2019 0 Comments


atesin kutsallıgı


   İnsanlık tarihi kadar eski olan Şamanizm, tüm dinlerin çıkış kaynağı olarak kabul edilen bir inanç sistemidir. Temelinde Gök Tanrı inancı bulunan bu sistemde, ata ruhlar ve doğal varlıklar (canlılar, ateş ,su vb.) kutsal sayılmıştır. Şamanizm, başta Sibirya ve  Asya kıtasının büyük çoğunluğunda etkisini göstermiş, Moğol ve İslamiyet öncesi Türklerde din olarak benimsenmiştir. Ayrıca benzerlikleri sebebiyle Kızılderelilerin, Aborjinlerin, Amazon kabilelerinin ve bazı Afrika ilkel toplumlarının inanç sistemlerinde Şamanizm etkileri görülmektedir. Günümüzde Anadolu'da  İslamiyetle geldiğini düşündüğümüz birçok adet ve teamüllerimiz bu inancın birer kalıntısı ve mirasıdır. Şamanizmi diğer dinlerden ayıran en büyük özelliği, bütün dinleri ve ibadetleri kutsal saymasıdır. Çünkü diğer dinlerde yapılan ibadet ve dualar,  Gök Tanrıya ve doğaya şükrün bir ifadesidir. Peki günümüzde de Neo-Şamanizm olarak varlığını sürdüren ve her geçen gün inananlarının sayısının arttığı bu inanç sisteminin özellikleri nelerdir?

 İNANÇ SİSTEMLERİ

Şamanizm

 Şaman inanç sisteminin temelinde, Gök Tanrı'nın yarattığı herşeye sonsuz bir sevgi ve saygı vardır. Bitkiler ve hayvanların tıpkı insanlar gibi ruhu olduğuna inanırlar. Örneğin bir yerde büyük bir ağaç gördüklerinde yada bir hayvana denk geldiklerinde selam verirler. Güneş, ateş, su ve atalarının ruhları kutsanmıştır. İnsan soyunun sonsuz şekilde devam edeceğine inanılır. Şaman inancında herhangi bir kutsal kitap yoktur. Bir ağacı sevmek yada güzel sözler söylemek bile ibadet sayılır. Doğaya karşı sonsuz bir sevgi beslerler. Şamanlık inancında amaç, transa geçerek doğa üstü varlıklar ve ata ruhlarla iletişim kurmak ve onları toplum yararına kullanmaktır. Şamanizm, çeşitli din ve dünya görüşlerini birleştiren dinsel ve büyüsel bir inanç sistemidir. Şamanizmde bireyler ile onun yıllar önce ölmüş ataları arasında kuvvetli bağlar olduğuna inanılır.

ülgen ve erklik

  Şamanlarda, yer, gök ve yeraltı olmak üzere üç alem bulunmaktadır. Yer, insanların yaşadığı yeryüzünü, Gök iyiliği ve güzelliği temsil eden ruhların bulunduğu semayı, yeraltı ise insanlara zarar veren habis ruhların bulunduğu alemi simgeler. Eski Türklerde iyi ruh "Ülgen", kötü ruh "Erlik" olarak adlandırılmıştır. Şamanlar bu alemlere geçiş yapabilen ve aynı zamanda geçiş noktasında aracı rolü üstlenen kişilerdir. Gök Tanrı semanın en üst tabakasında yer alır. Tanrı insan şeklinde tasvir  edilen en yüce ruhtur ve dünyadaki herşey onun kontrolündedir.

sema iyi ruhlar

  Bu üç alem birbirine bağlıdır ve aralarında geçitler bulunmaktadır. Ölenlerin ruhları bu alemleri kullanarak geçiş yaparlar. Yine şamanizm inancında, semaya yükselmeden önce yeraltı alemine inmek şarttır. Yani, önce dibi görmek sonra semaya yükselmek felsefefi benimsenmiştir. Gök aleminin diğer adı gölgeler diyarıdır. Gök dokuz, yeraltı yedi tabakadan oluşur. Hastalarını iyileştirmek isteyen bir Şaman, transa geçerek göğe yükselmeye çalışır. İslamiyetteki cennet cehennem inancı gibi, kişi öldüğünde ya gölgeler diyarına ya da yer altına gider. Bazı Şaman topluluklarında kişilerin üç canı olduğuna, öldüğünde birinin mezarda kaldığına, birinin yeraltına diğerinin ise semaya yükseldiğine inanılır.


    ŞAMANLAR

şaman kadın

 Şamanizmin öğretisinin en önemli figürü, Türk kaynaklarında Kam olarak belirtilen şamanlardır.Birçok batılı kaynaklarda, Sibirya sihirbazı, büyücü ve şifacı olarak geçmektedir. Şamanlar, genellikle diğer alemlere geçmek ve geçişe aracı olmak, insanları kötü ruhlardan korumak, dini törenler düzenlemek, hastalıklara şifa bulmak gibi görevler üstlenirler.  Şaman inanışında kadınlar ayrı bir öneme sahiptir ve Şamanlar genellikle kadınlardan seçilmektedir. 

Şaman adam

  Şaman olacak kişilerin, bir şamanın soyundan gelmesi şarttır. Şaman adayları, sıkı ve yaklaşık 15 yıl süren uzun bir eğitimden geçerler. Şamanlar eğitim verecekleri bireyleri seçtikleri gibi adaylarda şamanı seçebilir. Şaman adayları ergenlik döneminden itibaren kendini toplumdan soyutlamaya başlar ve doğa üstü varlıklarla iletişim kurmaya ve diğer alemlere geçiş yapmaya odaklanır. Bu soyutlama tüm hayatı boyunca devam eder. Şaman olacak kişilerde ortaya çıkan belirtiler ise şaşırtıcıdır. Adaylarda titreme, baş dönmesi, haberci rüyalar görme, yüksek sesle bağırma ve epilepsiye benzer krizler başlamışsa bu diğer alemlerle iletişime geçtiğinin ilk işaretleri olarak sayılır. Bu süreçte, sırra erme, cehenneme iniş, göğe yükselme deneyimlerini yaşarlar.

hayvan kalıntısı

   Şaman ritüellerinin en önemli özelliklerinden biri, üzerinde hayvan kalıntılarının bulunduğu kıyafetlerdir. Çünkü şamanlar diğer alemlere geçiş sırasında bazı hayvanların suretine girmenin geçişi kolaylaştırdığına inanır. Bu kıyafetlere manyak adı verilir. Dini ayinlerde davul ve insan sesinin önemli bir yeri vardır. Yapılan müziklerin şamanın yer altına iniş ya da gökyüzüne yükselişinde önemli rolü olduğu düşünülür. Şamanların geleceği bilme, şifacılık, çift bedenleme ve büyü yapma gibi birçok yeteneği olduğuna inanılır. Şaman soyundan gelen ve hakkında işaretler ortaya çıkan ancak şaman olmayı kabul etmeyen kişinin hastalanarak ya da delirerek hayatını kaybedeceği inancı yaygındır.


ilk şaman

   Peki ilk şaman olan kişi kimdir? Buryat Efsanesine göre, Gök Tanrı insanı yarattıktan sonra kötü ruhları yaratmıştır.Bu kötü ruhlar insanlara hastalık ve ölüm getirmeye başlayınca insanları kurtarması için, Gök Tanrı bir kartal yaratır. Bu kartal insanların dilini bilmediği için iletişime geçemez. Bunun üzerine kartal Gök Tanrı'dan kendisine insanlarla aynı dili konuşma yeteneği ya da onlara şaman göndermesini ister. Gök Tanrı, kartalın ikinci dileğini kabul ederek kendisini insan suretinde tekrar dünyaya gönderir. Dünya'ya dönen kartal ağacın altında gördüğü bir kadınla beraber olur ve ilk şaman dünyaya gelir. 

   ŞAMAN ADETLERİNİN ANADOLUYA YANSIMALARI
    
   Türklerin İslamiyetten önce çok uzun bir süre bağlı kaldığı Şamanizm İnancının birçok teamülü halen toplumumuzda yaşatılmaktadır. İslam kültüründen geldiğini düşündüğümüz bu teamüllerin başlıcaları;


kötü ruhları kovmak
  • Kurşun dökmek: Şamanizmde kut dökme ismiyle alınır. Amaç musallat olan kötü ruhların kovulmasıdır.
  • Su dökerek uğurlama: Gidenin arkasından su dökmek şamanizmde su kültünün doğurduğu bir adettir.
  • Türbelere ağaçlara çaput bağlamak: Şamanizmde dilek dileme şeklidir. Çünkü ağaçlar yaşamın sembolüdür.
şamanizm ve nazar


  • Nazar Boncuğu: Kötü ruhları kovmak ve kem gözlerden sakınmak için kullanılan Eski bir Şaman adetidir. İslamiyette ise, tam tersine nazar boncuğunun kötü ruhları topladığına inanılır.
  • Tahtaya vurmak: Şamanlar, ormana girdiklerinde ağaçlara vurup, gürültü çıkararak kötü ruhları kaçırdıklarına  inanırlar. Bu adet Hristiyan toplumlarda da yer etmiştir.
  • Kırmızı Kurdele: Şamanizmde, lohusa döneminde anne ve çocuğunu Alkarısı denen şeytandan korumak için kullanılır.
mezar taşı ve suluk
  • Mezar Taşı ve mezarlarda bulunan küçük suluklar: İslamiyette ve Arap toplumlarında mezar taşı kültürü yoktur. Mezarın toprakla bütünleşmesi ve kaybolması istenir. Küçük suluklar da yine susayan ruhların su içmesi inancına dayanır.
  • Mevlit, İlahiler ve 40 sayısı: İslam dininde ölünün arkasından mevlit okunması diye bir uygulama yoktur. Müzik eşliğinde Kuran okunması ve dua edilmesi günah sayılmıştır. Yine Şamanizm ve totemcilik inancına göre ruh bedeni 40'ıncı gün terk etmektedir. Bu adet günümüzde ölünün kırkı çıkmasının beklenmesi ve kırkı çıktıktan sonra mevlit okunması gibi adetlere dönüşmüştür.
  • Ölünün üzerine bıçak konulması: Ölen kişinin ruhunun habis ruhlardan korumak maksadıyla yapılan bir şaman adetidir.
modern

  Sonuç olarak Şamanizm, insanlık tarihi kadar eski, ruhsal yolculuğu esas alan ve ritüelleriyle birçok toplum ve dini etkilemiş kadim bir inanç sistemidir. Ruhsal ve metafizik süreçlerle ilgilenen ve teknoloji hapishanesinden kurtulmak isteyen birçok insan, bu inanç sistemini öğrenmeye ve uygulamaya merak sarmıştır. Günümüzdeki adıyla Neo Şamanizm, insanın ruhuna işleyen doğasıyla dünyanın dört bir yanından insanları Sibirya ve Orta Asya bozkırlarına çekmiştir. Şamanizm inanç sistemi, diğer dinlere gösterdiği saygı, kadına gösterdiği önem, canlılara ve doğaya verdiği değer ile evrensel bir nitelik taşımaktadır.

KAYNAKÇA:

1. Şamanizm Nedir? Şamanizmin Mistik Doğa Kültürü Sizi Bekliyor!, Cansu YUMUŞAK


3.Şamanizm Nedir? Şaman Kime Denir? , Nesrin Bayraktar

0 Comments:

   Toplumların davranış biçimleri, hayata bakış açıları ve olayları algılama şekilleri büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılı...

DİLİN GÜCÜ: SAPİR-WHORF HİPOTEZİ

2/14/2019 0 Comments


dilin etkisi

  Toplumların davranış biçimleri, hayata bakış açıları ve olayları algılama şekilleri büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların genellikle toplumların kültürel yapıları ve geçmiş yaşamlarından elde ettikleri deneyimlere bağlı olarak şekillendiği düşünülür. Peki bu noktada konuştuğumuz dilin, düşünce ve davranışlarımız üzerinde etkisi var mı? Yani şuan anadilimiz Türkçe yerine İngilizce olsaydı bu durum davranış ve düşüncelerimizi ne şekilde etkilerdi? Sapir-Whorf Teorisine göre dilin yapısı ve zenginliği toplumlar arasındaki düşünce ve davranış farklılıklarının temel nedeni...


hipotezin kurucuları

  1956 yılında bir dilbilimci olan Edward Sapir ve bir sigorta memuru olan Benjamin Lee Whorf tarafından ortaya konulan hipotezde; konuşulan dilin, insanların düşünce ve davranış biçimlerini ve hayatı algılama şeklini önemli ölçüde etkilediğini iddia etmektedir. Bu hipotezin zayıf ve güçlü olmak üzere 2 yönü bulunmaktadır. Zayıf yönünde, sadece dünyaya ait algıların dille şekillendiği belirtilirken, güçlü yönünde, soyut kavrama süreçlerinin de dilden etkilendiğini savunulur. Kısacası bu hipoteze göre, "insanlar dünyayı olduğu gibi değil, anadillerinin sunduğu biçimde görür." 


kar kelimesi

   Bu kapsamda Benjamin Whorf,  Amerikan yerel dilleri olan Aztek, Apaçi, Notka ve Hopi dilleri üzerinde incelemelerde bulunmuştur. Hopi dilinde zaman kavramını belirten herhangi bir kelimenin bulunmadığını tespit eden araştırmacı, bu toplumda zamanı algılama biçimlerinin, zamanı gramatik yapıda ifade eden bir dili konuşan toplumlardan farklı olduğunu iddia etmiştir. Yine birçok dilde kar anlamına gelen bir tane kelime varken, Eskimolarda 14 adet kelimenin kar anlamına geldiği belirtilmektedir. Dolayısıyla, Eskimoların kara ait çok küçük farklılıkları diğer toplumlardan daha iyi algıladıklarını savunmaktadır.



uzaylıların yazısı

    Bu hipotez, Oscar ödüllü Arrival (Geliş) adlı filmde ayrıntılı şekilde işlenmiştir. Söz konusu filmde dünyanın farklı 12 noktasına uzaylılar inmiştir. Uzaylılarla iletişime geçmek isteyen Amerikan Devleti, alanında başarılı olan ünlü bir dilbilimciyi görevlendirir. Bu iletişimi sağlamaya çalışan dilbilimci kadın zamanla döngüsel şekillerden oluşan uzaylı dilini öğrenmeye başlar ve öğrendikçe zaman algısı tamamen değişir. Çünkü uzaylılarda zaman algısı insanlardaki gibi birbirini takip eder (geçmiş, şimdiki zaman, gelecek)  yapıda değildir. Onlar zamanı döngüsel olarak algılamakta geçmiş ve geleceği de aynı anda yaşamaktadır. Uzaylıların dilini öğrenen dilbilimci kadın bu sayede zaman zaman şimdiyi yaşarken, zaman zaman gelecekte yaşadıklarını görmeye başlar. Kısacası öğrendiği yeni dil sayesinde zamana bakış açısı tamamen değişmiştir. 


özgürlük kölelik

  Yine George Orwell tarafından kaleme alınan 1984 romanında kutsanan bir sistem (parti) ve bu sistemin bir dili (newspeak) bulunmaktadır. Oluşturulan bu dilde, sistem karşıtı bütün kelimeler (özgürlük, barış) yokedilmeye çabalanmakta, böylece sisteme karşı bir başkaldırının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Bu kelimeler yok edildiği takdirde insanların bu tip eylemleri düşünemeyeceği ve harekete geçemeyeceğine inanılır. 

  Bu hipotez kapsamında Türkçe ve İngilizceyi karşılaştıralım. Bilindiği üzere, İngilizcede akrabalar için kullanılan kelimeler çok sınırlıdır. Dayı ve amca için uncle, teyze ve hala için aunt kelimeleri kullanılırken, Türkçemizde ise amca, hala, dayı, teyze,yenge gibi akrabalık ilişkileri için birçok kelime kullanılmaktadır. Bu açıdan incelendiğinde İngilizlerin aile ve akrabalık ilişkilerine çok sıcak bakmadığı, bunu karşın Türklerde aile ve akrabalık bağlarının kuvvetli olduğunu görebiliriz. Yine İngilizce de küfür olarak sayılabilecek az kelime mevcutken, Türkçede daha fazla küfür ve argo kelimenin olduğunu söyleyebiliriz. Bu örnek açısından incelediğimizde ise, İngilizlerin daha sakin, Türklerin ise daha fazla küfür içeren cümleler kullandıkları için daha kavgacı ve öfkeyle hareket ettiği değerlendirilebilir.



yazım yönleri

  Yine alfabelerin yapı ve şekilleri üzerinde yapılan deneyler bu hipotez açışından örnek verilebilir. Bu kapsamda, çiçeğin büyüme evrelerini belli bir sıraya koymaları farklı toplumların bireylerinden istenmiştir. İngilizler için büyüme evresinin tamamlandığı çizimi en sağa koyarken, Araplar soldan sağa doğru yazdıkları için aynı çizimi en sola koyarlar. Çinliler bu sıralamayı yaparken yukarıdan aşağıya doğru yaparlar. Çünkü İngilizler için gelecek sağda, Araplar için solda, Çinliler için aşağıdadır. Yani toplumların gelecek algısı dil yapılarından dolayı farklılıklar göstermektedir.


hipotezin eksikleri

 Bilimsel olarak gerçekliliği kanıtlanmamış olan Sapir-Whorf hipotezi dil bilimciler ve araştırmacılar tarafından desteklendiği gibi, bazı açılardan eleştirilmiştir. Dil bilimciliğin en önemli temsilcilerinden biri olan Noam Chomsky'ye göre; bütün dillerin ortak gramer özellikleri taşıdığı ve dillerin şekillenmesinde zihinsel süreçlerin etkisi olduğunu savunmaktadır. Yine birçok araştırmacı, kelimelerin şekillenmesinde kültürel değerlerin ve cografi şartların etkisinin yadsınamaz bir gerçek olduğunu belirtmektedir.


Dilin algıya etkisi

  Sonuç olarak, konuştuğumuz dilin hayata bakış açımız ve algılarımız üzerinde etkili olduğunu görebiliriz ancak bunun ne denli etkili olduğu konusu hala muammadır. Bu konu üzerinde araştırma yaparken, özellikle Arrival filminde anlatılan dünya dışı varlıkların dillerini öğrenmenin zamana bakış açımızı değiştireceği fikri birçok kişide büyük heyecan ve merak konusu olmuştur. Yine George Orwell'in başyapıtı olan 1984 romanında kurgulanan bazı kelimelerin yok edilerek insanların düşünce ve davranışlarını yönlendirme olgusu çok etkileyici gözükmektedir. Örneğin gelecek nesilleri yetiştirirken savaş, çatışma kelimelerini tamamen dilimizden ve yazılı kaynaklarımızdan çıkarsak, bireylerin bu konuda düşünmesini ve harekete geçmesini önleyebilir miyiz? Hiç savaş kelimesini duymamış gelecek nesiller yine de menfaatleri için savaşırlar mı? Tabi bunlar tamamen ütopik düşünceler...Son olarak bu teoriden şu sonucu çıkarabiliriz ki, öğrendiğimiz her yeni dil bizim bu dünyayı daha geniş ve ayrıntılı algılamamıza ve anlamamıza yardımcı olacaktır.

0 Comments:

    Ruanda Soykırımı 20'nci yüzyılın en tüyler ürpertici katliamlarından biri olarak tarihe büyük bir kara leke olarak ka...

İNSANLIĞIN UTANCI: RUANDA SOYKIRIMI

2/11/2019 0 Comments



tutsili anne

   Ruanda Soykırımı 20'nci yüzyılın en tüyler ürpertici katliamlarından biri olarak tarihe büyük bir kara leke olarak kazınmıştır. Orta Afrika'da küçük bir ülke olan Ruanda'daki  olayların temeli ortak dil, gelenek ve kültürlere sahip, yüzyıllardır barış içinde yaşayan Tutsi ve Hutu kabileleri arasında çıkarılan suni bir ırksal ayrılıktan kaynaklanmaktadır. Birçok insanın ismini bile duymadığı bu ülke bugün soykırımla eş anlamlı tutulmaktadır. Bu ayrımın yıllarca toplum üzerinde oluşturduğu travmalar tarihin en büyük katliamlarından birine sebep olmuştur. Peki aynı kültürel değerlere sahip bir toplumda bu süreç nasıl meydana geldi?


vücut yapıları

  1890 Brüksel Konferansında, bölgede hiç Alman bulunmamasına rağmen Ruanda'nın yönetimi sömürgeci güçlerce Almanlara verilmiştir. I.Dünya Savaşına kadar Almanya idaresinde kalan Ruanda, savaş sonrası dönemde Almanya sömürgeliğinden çıkıp Belçika egemenliğine girmiştir. Belçika'nın Ruanda toplumu üzerinde yarattığı sınıfsal, ekonomik ve siyasal ayrışma,  parçalı bir toplum yapısının oluşmasına neden olmuştur. Tarih boyunca huzur içinde yaşayan Tutsi ve Hutu kabileleri Belçikalılar tarafından tekrar sınıflandırılmış ve bu sınıflamaya uygun olarak farklı kimlik kartları verilmiştir. Bu ayrımı yaparken ince, narin ve güzel görünümlü olan, ekonomik şartları iyi (10 inekten fazlası olan) ve eğitimli  olan bireyleri Tutsi geri kalan kesimi ise Hutu olarak sınıflandırılmıştır. Bu süreçten sonra azınlığın çoğunluğu yönettiği bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Buna göre Tutsiler gerek devlet yönetiminde, gerek devlet kadrolarında en iyi mevkileri ele geçirmişlerdir. Buna karşın Hutular ise devletin bütün sosyal olanaklarından mahrum bırakılmışlardır.


100 bin Tutsi katledilmiştir

 II.Dünya savaşından sonra yayılan özgürlükçü akımların etkisiyle Belçika Hutular üzerindeki baskıyı azaltmıştır. Birleşmiş Milletlerin kontrolünde yapılan seçimi Hutuların milliyetçi partisi PARMEHUTU'nun kazanmasından sonraki süreçte, yılların verdiği intikam duygusuyla Tutsilere yönelik ayrımcılık ve katliamlara başlanmıştır. Bu süreçte yaşanan çatışmalarda,  100 bine yakın Tutsi katledilmiş, 200 bine yakın Tutsi komşu ülkeler olan Tanzanya ve Uganda'ya sığınmıştır. Bundan sonraki süreçte aşamalı olarak birçok Tutsi öldürülmüş ve göçe maruz bırakılmıştır. 1973'te meydana gelen darbe ile PARMEHUTU hükümeti düşürülmüş, ancak yerine gelen  Juvenal Habyarimana'nın da bir Hutu milliyetçisi olması sebebiyle Tutsiler açısından bir değişiklik olmamıştır.


tutsi gerillaları
Ruanda Yurtseverler Cephesi

 
1980'lere kadar gördükleri eziyetler ve katliamlar sebebiyle göç eden Tutsilerin çevre ülkelerdeki nüfusu 500 bini aşmıştır. Bu ülkelerde önemli konumlara gelen Tutsiler, ülkelerine tekrar dönebilmek için örgütlemiş ve Ruanda Yurtseverler Birliğini kurmuştur. Öncelikle diplomasi yoluyla anlaşmaya çalışan bu organizasyon, başarılı sağlayamayınca askeri mücadele yolunu seçmiştir. Bundan dolayı, 1990 'lara kadar aşama aşama iç savaşa sürüklenen bir süreç ortaya çıkmıştır. 1992 yılında Birleşmiş Milletlerin araya girmesiyle bir ateşkes anlaşması imzalanmıştır.


palalar

  Bu anlaşmayı tanımayan radikal Hutular'dan oluşan Interahamwe Hareketi Tutsiler'in tümüyle yokedilmesi için çalışmalara başlamıştır. Bu kapsamda Tutsiler ve ılımlı Hutular fişlenmiştir. Ülkedeki ekonomik kriz nedeniyle silah alamayan bu gruplar, Çin'den tonlarca satır ve pala siparişi vermiştir. Bu süreçte Interahamwe'ye bağlı radyolarda 'Hamam böceklerini öldürün' anonslara yapılmaya başlanmış ve maalesef beklenen kıvılcım 6 Nisan 1994'te Ruanda Devlet Başkanının uçağının düşürülmesiyle alevlenmiştir.

soykırım

   6 Nisan 1994 ve sonrası süreçte radikal Hutular harekete geçmiş ve öncelikle fişledikleri insanları öldürmeye başlamıştır. Bu süreçte ABD, 11 BM askerinin öldürülmesini bahane ederek bölgeden askerlerin çekilmesini istemiş ve bu kabul edilmiştir. Artık çoğunluk olan radikal Hutular'ın azınlık olan Tutsiler üzerinde katliamı başlamıştır. Hatta o dönem Ruanda'ın ılımlı bir Hutu olan kadın Başbakanı Agathe Uyuling uçağın düşürülmesinden 1 gün sonra Ruanda ordusundaki işbirlikçiler tarafından öldürülmüştür. Yıllardır komşuluk ilişkisi içinde bulunan insanlar birbirlerini satır ve palalarla doğramaya başlamıştır. Eskiden ülkeyi terketmelerine izin verilen Tutsilerin kaçmasını engellemek amacıyla tüm sınırlar tutulmuştur. Katliamı haber alan Ruanda Yurtseverler Birliği harekete geçmiş ve başkent Kigari'ye kadar gelerek, Hutulu milislerle savaşmaya başlamıştır. Bunu bir terörist eylem olarak gören ve önceki süreçte kılını kıpırdatmayan Fransa Hutu hükümetine yardım etmeye karar vermiştir.


suçlu fransa

  Bunun yanı sıra, BM katliam gerçekleştikten sonra Ruanda'da Turkuaz operasyonunu başlatmıştır. Bu operasyonda en büyük rolü üstlenen Fransa, Ruanda Yurtseverler Birliğinin çatışma bölgelerine girmesini engellemiş ve yaklaşık 200 bin Tutsilinin daha ölmesine seyirci kalmıştir. Kısacası Turkuaz operasyonu katliamı engellemekten çok Hutu milislerinin katliamlarını rahat bir şekilde devam etmelerine önayak olmuştur. Hutu milislerine istihbarat ve silah desteği sağlayan Fransızlar bölgeden çekildikten sonra, Ruanda Yurtseverler Birliğinin ve kalan Tutsilerin intikam almasında korkan katliamcı Hutu milisleri ve yaklaşık 2 milyon Hutu çevre ülkelere sığınmışlardır. Ruanda Yurtseverler Birliği askerleri başkent Kigaliyi ele geçirdiğinde artık herşey için çok geç olduğu anlaşılmıştır. 


ölen tutsi anne

   Tarihin en büyük soykırımlarından biri olarak görülen Ruanda Katliamının acı bilançosu tüyler ürperticidir. 100 gün süren çatışmalarda pala ve çivili sopalarla Tutsilerden ve ılımlı Hutulardan yaklaşık 800 bin insan öldürülmüş sadece 300 bin insan sağ olarak kurtulabilmiştir. Soykırımın sonunda 250 – 500 bin arası kadına tecavüz edilmiştir. Halka hizmet veren bütün kurumları işlemez hale gelmiş ve üzerinden yıllar geçmiş olsa dahi tam anlamıyla toparlanamamıştır. Yine aynı dönemde baş gösteren açlık sebebiyle 1 milyona yakın köpek katledilmiştir.

en az 3 kişi öldürmek

  Savaş sonrası süreçte sorumluların bulunup cezalandırılmasına çalışılmış olsa da, sorumlu kişilerin fazlalığı ve katliamın meydana getirdiği etki sebebiyle yargı sistemi işlemez hale gelmiştir. Kendi mahkemelerini kuran yerel halk, katliamın büyüklüğü sebebiyle sadece 3'ten fazla insan öldüren kişileri (!) yargılayabilmiştir. Daha büyük suçlular için Birleşmiş Milletler gözetiminde Arusha Tanzanya'da bir uluslararası suç mahkemesi kurulmuştur. Tek elle tutulur ceza Ruanda Silahlı Kuvvetleri generali Augustin Bizimungu'ya verilen 30 yıllık(?) ceza olmuştur.

Ruanda soykırımı

  Sonuç olarak, yüzbinlerce masum insanın hayatını kaybettiği bu katliamın kazananı olmamış ve Ruanda toplumunda bir daha asla onarılmayacak yaralar açmıştır. Ruanda katliamı, özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan toplumlar için büyük bir ders niteliğindedir. İnsanları ötekileştirmenin  ve etnik kimlik ayrımcılığı ile siyaset yapılmasının ne tür kanlı olaylara yol açabileceğinin en bariz örneğidir. Küresel güçlerin kendine menfaat sağlamayacağını düşündüğü yerlerde insan hakları ihlallerine, katliamlara hatta soykırımlara nasıl sessiz kaldıklarının en açık göstergesi olmuştur. Ruanda'da böyle olduğu gibi Bosna'da da aynısı olmuş ve gelecekte de aynısı olacaktır. Ayrıca dikkat edildiğinde bu süreçlerin öyle bir anda olmadığını, geçmişten günümüze aşama aşama geliştiğini görmekteyiz Ülkemiz açısından değerlendirildiğinde; Alevi-Sünni, Sağ-Sol ve Türk-Kürt olmak üzere dış güçler tarafından tetiklenebilecek tehlikeli kırılma noktaları bulunmakta olup, zaman zaman küresel güçler tarafından harekete geçirilmeye çalışılmıştır. Bu sebeple insanların duyarlı olması ve hükümetlerin etnik, dini ve ideolojik olmayan ve tüm halkı kucaklayan siyaset yapmaları ülkemiz açışından en büyük zorunluluktur. 

İranlı sanatçı Farid Farjad'ın dediği gibi 'Dünyada yüzlerce millet,dil,din,mezhep olabilir.Ama sadece iki çeşit insan var;vicdanı olan ve vicdanı olmayan.

KAYNAKÇA:

2. Ruanda Katliamı ve Küresel Güçler, Serhat ORAKÇI

3. Ruanda Soykırımının Değerlendirilmesi, Semih NARGÜL

0 Comments:

  Nasreddin Hoca birgün eşeğiyle beraber oğlunu okuldan almaya gider. Okuldan oğlunu alıp birlikte eşeğe binerler. Yolda giderken bir...

EL ALEM NE DER HAPİSHANESİ

2/06/2019 0 Comments

Nasreddin Hoca ve eşeği
 Nasreddin Hoca birgün eşeğiyle beraber oğlunu okuldan almaya gider. Okuldan oğlunu alıp birlikte eşeğe binerler. Yolda giderken bir grup kendilerine 'Hoca hoca zavallı eşeğe hiç acımaz mısın iki kişi binmişsiniz ' der. Bunun üzerine Nasreddin Hoca gruba hak verir ve oğlunu indirip ilerlemeye devam ederler. Yolda karşılarına çıkan bir diğer grup 'Hoca Hoca ayıp değil mi çocuğu yürütüyorsun kendin rahatını düşünüp eşşeğe binmişsin' der. Nasreddin Hoca bu gruba da hak verir. Kendisi iner çocuğunu eşşeğe bindirir ve yola kaldıkları yerden devam ederken yine bir grupla karşılaşırlar. Grup kendi arasında ' Görüyorsunuz dimi zamane çocukları böyle büyüğe hiç saygı kalmamış kendi eşeğe binerken babasını yürütüyor' derler. Bu söz oğlunun ağırına gider ve o da eşekten iner. Eşek önde Nasreddin Hoca ve oğlu arkada yollarına devam ederler. Yeni bir grupla karşılaşırlar. Bu grupta 'Şu enayilere bak, eşek boşken arkadan yayan gidiyorlar' der. Bunu duyan Nasreddin Hoca oğluna dönerek 'Görüyorsun ya oğlum elalem böyledir, ağızları torba değil ki büzesin' der.


El alem ne der

  Bu fıkra aslında birçoğumuzun yaşamının bir özetidir. Hayatımız ile ilgili alacağımız kararlarda, yapacağımız işlerde hep çevrenin hakkımızdaki düşüncelerini fazlasıyla önemseriz. El alem ne der algısı çocukluktan itibaren özellikle aile tarafından bizlere empoze edilmektedir. Eğer sürekli üstünüzde bu baskıyı hissediyorsanız ve yaptığınız iş ve eylemlerde çevrenin tepkisine göre hareket ediyorsanız el alem ne der hapishanesine hoşgeldiniz. Toplumsal bir kontrol mekanızması olan 'el alem ne der hapishanesi' zaman zaman sizi siz olmaktan alıkoyabilmektedir. Diğer insanların ne düşündüğü ya da ne şekilde tepki vereceğini düşünerek onlardan onay almadan karar veremeyen ve kendini kısıtlayan bireyler bir açıdan kendi hayatlarından çok çevresindeki insanların hayatlarını yaşamaktadır.


maldivlerde balayı
   Konuya ilişkin basit bir örnek verelim. Meşhur düğünlerimiz... Türk örf ve adetlerinde düğünün ayrı bir önemi vardır. Düğünün gösterişli olması aileler için herşeyden elzemdir. Düğün gösterişli olmaz ise aileler kendilerinin rezil olacağına inanırlar ve bu yüzden büyük bir koşuşturma içine girerler. Sözü, nişanı, kınası, düğün salonu hepsi aile ve çift açısından büyük stres yaratır. İşin maddi boyutuna gelirsek birkaç saat sürecek bir düğün için çiftler ve aileler büyük bir masrafın ağırlığı altında ezilir ve önceden birikimleri yoksa bu süreç yıllar sürebilir. Oysa sade bir nikah töreni ya da düğün yapılsa bu çiftler hem bu yükün altında ezilmez hatta harcadıkları paranın çok küçük bir kısmına örnek veriyorum Maldivler'de unutulmayacak rüya gibi bir balayı gerçekleştirebilirler. Mantıklı düşündüğümüzde 3 4 saat sürecek düğünü şatafatlı bir şekilde yapmak mı yoksa  Maldivler'de rüya gibi bir hafta tatil mi? Birçok insana ikinci seçenek daha mantıklı gelsede, bu noktada el alem ne der baskısı devreye girer ve insanların çoğunluğu birinci seçenekte hapsolur.


mahalle baskısı
 El alem ne der hapishanesi çocukluktan itibaren hayatımızda yer etmeye başlar. Özellikle aileler çocuklarını yetiştirken toplumsal kalıplara sokmaya başlarlar. Küçüklükten itibaren  meslek seçimlerinde aileler baskı kurmaya başlar. Bireyler toplumlarca değer gören meslekler dışında alanlara yönelindiğinde aile ve çevrelerinden tepki görmeye başlarlar ve kendilerini mutlu etmeyecek meslek seçimleri yapabilirler. İlerleyen süreçte bu seçtikleri meslekte mutlu olmadıklarını gördüklerinde radikal kararlar almaya çalışabilirler ancak bu noktada el alem ne der baskısı tekrar devreye girer ve ömürlerini kendilerini tatmin etmeyecek bir iş hayatında harcarlar. 


kadın şiddeti

 Türk toplumunda özellikle kadınlar bu baskıyı çok daha derinden hissetmektedir. Giyiminden, üniversite okuyacağı şehire kadar, meslek seçiminden aile hayatına kadar her aşamada el alem ne der baskısını derinden hisseder. Bu baskıya karşı koyduğunda zaman zaman şiddet görmekte ve olmadık şekillerde yaftalanmaktadırlar. Bu durumu içselleştirmeye başlayan kadın kendi benliğini kaybederek ömrünü bu hapishanede çürütmektedir. Örneğin kocası tarafından şiddet gören eşler sırf toplum baskısı sebebiyle bu eziyetlere katlanmaktadır. Çünkü toplumun kocasından ayrılmış kadına olan yanlış bakış açısı hepimizin malumudur.


başkalarına göre yaşama

   Özellikle eğitim seviyesi yüksek ve bireyselliğin ön planda olduğu toplumlarda kişiler daha özgür ve radikal kararlar alabilmektedir. Bu toplumlarda  kişiler istedikleri çok farklı alanlarda kendilerini geliştirmekte ve bu sürece aileleri destek olmaktadır. Bunun dışında gelenekselci ve kapalı toplumlarda bireyler, kararlarını toplumca kabul edilebilirlik süzgeçlerinden geçirme zorunluluğu hissetmektedir ve aileler destek olmak bir yana dursun en büyük süzgeç görevi görebilmekte ve el alem ne der hapishanesinin sözcülüğünü yapabilmektedir. Türkiye'de 'sırtını devlete daya rahatına bak' mantığı özellikle orta kuşak kesimin meslek seçimlerinde yanlış kararlar vermesine yol açmıştır.


baskıdan kurtulma

  Sonuç olarak, bireylerin tutuklu oldukları bu hapishaneden kurtulmasının yolu, yine kendilerinin göstereceği radikal değişimlerden geçmektedir. Öncelikle bireyler kendilerine etki edecek çevreyi sınırlandırmalıdır. Kararlarını alırken kendi mutluluğunu ve tatminini düşünmek herşeyden önemlidir. Bireylerde ben algısı oluşmalı, sahip olduğu özgüvenle hayatına yönelik kararlarını  kendisi vermeye çocukluktan itibaren alışmalı ve başkalarına göre yaşamamalıdır. Bu noktada aileler çocuklarının önünde bir engel değil en büyük destekçi olmalı,çocuklarının kararlarına saygı duymayı öğrenmelidir. Bireyler bu özgüveni göstermedikleri sürece, tutukluluk halleri hükümlülüğe, cezaları da müebbet hapise dönecek ve kendilerinin olmayan bir ömür yaşayacaklardır. Ünlü sinema sanatçısı Bill Cosby'in dediği gibi;

Başarının sırrını bilmiyorum ama başarısızlığın yolu herkesi memnun etmeye çalışmaktan geçer.

0 Comments: