Psikoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

   Kelebek Etkisi, bir sitemin başlangıç verilerinde yapılan küçük değişikliklerin beklenmeyen büyük sonuçlara neden olabileceğin...


kelebeğin kanat çırpışları

  Kelebek Etkisi, bir sitemin başlangıç verilerinde yapılan küçük değişikliklerin beklenmeyen büyük sonuçlara neden olabileceğini öngören bir teoridir. İnsan açısından düşündüğümüzde ise; karşılaştığımız süreçlerin ne kadar hassas dengelerle birbirine zincirleme şekilde bağlı olduğunu, hayatımızda aldığımız küçük ve önemsiz gibi görülen kararların  ve yaptığımız seçimlerin geleceğimizi ne denli büyük etkiler bıraktığını ortaya koyan bir olgudur. Bu değişimlerde  bizim seçimlerimiz dışında  çevresel etmenlerin de çok büyük payı vardır. Küçüçük bir kar topunun büyüyerek nasıl büyük bir çığa dönüşebileceğini, küçük bir domino taşının aşama aşama büyüdüğünde yüzlerce kiloluk bir diğer taşı nasıl yıktığını birçoğumuz izlemiştir. Tartışmasız insanların büyük bir bölümünün yaşamında önemli değişikliklere neden olan küçük kelebek etkileri tecrübe edinilmiştir. İşte keşkelerimizin en büyük sebeplerinden biri olan Kelebek Etkisi...


kelebek etkisi teorisi

    Kelebek etkisi kavramı ilk olarak Amerikalı bilim adamı  Edward Lorenz tarafından ortaya konulmuştur. Meteolorog olan Edward Lorenz rüzgarın şiddeti ile ilgili hava durumu  hesaplamaları yaparken ilginç birşey farketmiştir. Bu hesaplamalarda ilk olarak 0,506127 değerini başlangıç olarak kullanan Lorenz işlem kolaylığı için ise, 2'nci hesaplamada 0,506 değerini kullanmıştır. Bu fark başlangıç açısından bakıldığında çok küçük bir fark  olarak görülmesine rağmen, sonuçlarda büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Oluşan farklılığı çizimlerine yansıttığında ise bir kelebek figürünün ortaya çıktığını görmüştür. Oluşan bu farklılıktan dolayı şaşkına dönen Edward Lorenz çalışmalarını bu konu üzerine yoğunlaştırmış ve sonuç olarak Kelebek Etkisi teorisini ortaya koymuştur. Edward Lorenz bu durumu şu şekilde açıklamıştır;

       “Amazon Ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir. Farklı bir örnekle bu, bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir.”


hayattaki seçimler

   Kelebek etkisi hayatımızın her aşamasında bizimledir. Çünkü hayat bizden sürekli tercihler yapmamızı ister ve tüm yaşamımız buna göre şekillenir. Doğuştan kabul ettiğiniz değerler dışında (isim, din vb.) hayat karşımıza sürekli yeni seçimler çıkarır. Bu süreçlerde bazen başrolü oynarken, bazen de figüran rolünü üstleniriz. Küçük ve önemsiz görülen birçok seçim ve karşılaştığımız olaylar gelecekteki hayatımızı tamamen değiştirebilir. Örneğin bindiğimiz bir otobüsün kaza yapması sonucu ölebilir yine aynı otobüste gelecekteki eşimiz olacak kişiyle tanışabiliriz. Yaptığımız tercihler sadece bizim hayatımızı değil zincirleme şekilde çevrenizdeki hatta tanımadığınız kişilerin hayatını etkiler. Bir anlamda tüm hayatlar birbirlerine zincirleme şekilde bağlıdır. Bizm için küçük görülen bir ayrıntı başkalarının yaşamında çok büyük değişikliklere neden olabilir. 


showing mercy

   Bazen bu etkiler o kadar büyük sonuçlara neden olabilir ki bireyden çok bir toplumun hatta dünyanın bile kaderini değiştirebilir. Tarih küçük ayrıntılarla başlayıp çok büyük sonuçlara neden olan sayısız kelebek etkileri ile doludur. Örneğin, Birinci Dünya Savaşında İngiliz ordusunda görev yapan bir asker olan Henry Tandey savunmasız ve bitkin bir Alman askerini görmüş ancak durumuna acıyarak onu öldürmemiştir. Öldürmediği asker ise daha sonra 60 milyon insanın ölümüne neden olacak İkinci Dünya Savaşı'nın meydana gelmesinde en büyük pay sahibi olan Adolf Hitlerdir. Yine Çanakkale Savaşında şarapnel parçası bir Türk komutanına isabet etmiş ancak gögüs cebinde bulunan saat hayatını kurtarmıştır. O gün ölümden dönen o asker milli mücadeleyi başlatan ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'tür. 


1'nci dünya savası baslıyor

  Arşimet'in suyun kaldırma kuvvetini hamamda yıkanırken bulması, Newton'un başına düşen elma, Einstein ve mekaniğin babası Bohr'un gördüğü rüyalar, Flemining'in unuttuğu petri kabı (penisilinin icadı) ve buna benzer insanlık tarihinde çığır açan birçok keşif küçük ayrıntıların yarattığı büyük sonuçlara örnek gösterilebilir. 1914 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliahtı olan Arşidük Ferdinand'ın, şoförünün yanlış yoldan gitmesi yüzünden bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi, Birinci Dünya Savaşının başlamasına neden olmuş ve bu İkinci Dünya Savaşının gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır. Milyonlarca insanın ölümüne ve büyük tahribata sebep olan bu savaşlar bir diğer açıdan bakıldığında savaş teknolojisinin yanı sıra, birçok teknolojinin gelişmesine neden olmuştur. Hatta günümüz dünyasını esareti altına alan internetin gelişimi de, yine bu savaş teknolojisinin bir getirisi olduğu savunulur. Dolayısıyla, insanlık tarihinin birçok küçük kelebek etkisine paralel olarak şekillendiği söylenebilir.


hayattaki tercihlerimiz

  Hayatımızdaki kelebek etkileri çocukluğumuzda başlar ve ölene kadar bizi takip eder. Bu yüzden birçoğumuzun hayatları keşkelerle doludur. Çünkü insan her zaman farklı durumlarda nasıl bir hayat yaşayabileceğini hayal eder. Üniversite sınavında yapamadığınız bir kaç soru sebebiyle, hayalinizdeki bölümü kazanamayıp farklı bir mesleğe adım atabilirsiniz. Bu sonuçlar kimi zaman bizleri yıpratsa da kimi zaman düşündüğümüzün aksine mutlu edebilir. Bazen başımıza gelen kötü olaylar, daha kötülerini engelleyebilecek bir kalkan görevi görebilir. Bize yavaş şekilde çarpan bir araba, bir sonraki yolda çarpacak olan bir kamyonu engellemiş olabilir.  Hayatımızdaki dengeler o kadar hassastır ki; ne kadar planlar yaparsak yapalım bazen gözardı ettiğimiz bu küçük ayrıntılar ve kelebek etkileri sebebiyle kendimizi hayal bile edemeyeceğimiz durumlarda ve ortamlarda bulabiliriz. Engelleyemeyeceğimiz ve öngöremeyeceğimiz koşullar dışında, küçükten büyüğe verdiğimiz her türlü kararın ve yaptığımız seçimlerin değerli olduğunu unutmamalıyız. Çünkü bu kararlar biz hiç farkında olmasak bile, çoğu zaman sadece bizim değil çevremizdeki insanların da hayatını derinden etkileyebilir. Bu yüzden temkinli olmak ve meydana gelebilecek kötü sonuçları da değerlendirerek mantıklı seçimler yapmak çok önemlidir. Bu teori ortaya konulmadan yıllar önce Büyük Moğol İmparatoru Cengiz Han kelebek etkisini en güzel şekilde açıklamıştır;

 Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir süvariyi, bir süvari bir bölüğü, bir bölük de bir ülkeyi kurtarabilir.  

Kelebek Etkisini en iyi anlatan efsane film sahnesi;













      Kudüs, semavi dinlerin hepsinde önemli bir kutsallık atfedilen, kelime kökeni olarak barışın şehri olarak bilinse de, geçmişten gün...

kudüsün tarihi  
  Kudüs, semavi dinlerin hepsinde önemli bir kutsallık atfedilen, kelime kökeni olarak barışın şehri olarak bilinse de, geçmişten günümüze egemen olmak için dönemin büyük güçlerinin savaştığı ve halen bölgede çatışmaların devam ettiği tarihi bir şehirdir. Müslümanlar için Mescid-i Aksa, Yahudiler için Ağlama Duvarı ve Hristiyanlar için İsa peygamberin çarmağa gerildiği Kutsal Kabir Kilisesi Kudüs'te bulunan başlıca önemli yapılardır. Hz. Süleyman ve Davut Peygamberin yaşadığı Kudüs, Perslerden, Makedonlara; Romalılardan Memlüklülere; Osmanlı Devletinden Filistin ve israil Devletine kadar birçok kez el değiştirmiş, savaş ve katliamlara tanıklık etmiştir. Dinler tarihinin merkezinde yer alan bu şehir her sene hac görevinin ifası ve turistlik geziler kapsamında dünyanın birçok yerinden ziyaretçilerini bölgeye çekmektedir. 2018 yılı itibariyle Kudüs'e gelen turist sayısı üç milyonu geçmiştir. Kudüs'e gelen ziyaretçilerin büyük çoğunluğu ise, dindar insanlardan oluşmaktadır.

din merkezli halüsülasyonlar

 Kudüs sendromu ise; ülke dışından gelen ziyaretçilerin şehrin kutsal atmosferine kendilerini kaptırarak, din merkezli ve takıntılı halüsinasyonlar görmeleri ve psikozlar yaşaması sonucu oluşan mental bir rahatsızlık durumudur. İlk olarak 1930 yılında ünlü Alman psikiyatrist Heinz Herman tarafından ortaya konulan bu sendrom, zamanla birçok otorite tarafından doğrulanmıştır. 2000 yılında ingiliz Psikiyatri Dergisinde yayınlanan makalede; 1980 ile 1993 yılları arasında 1200 kişinin bu sendroma yakalandığı ve birçoğunun akıl hastanelerine yatırıldığı araştırmasına yer verilmiştir. Yine yakın zamanda şehri ziyarete eden bir İngiliz turistin  kaybolduğu haberinin öğrenilmesinden sonra, dronlarla yapılan aramada çölün ortasında kum ve taşlardan yaptığı bir kulübede tek başına bulunması ve gördüğü rüyalara paralel olarak bunu yaptığını belirtmesi bu sendromun etkilerini açıkca ortaya koymaktadır. Kudüs şehrini gezerken bir anda bağırarak sizi doğru yola davet ettiğini ve kendisine vahiy indiğini bildiren insanlarla karşılaşma ihtimaliniz olabilir. Peki normal ve sağlıklı insanları bile, bu denli etkileyebilen Kudüs Sendromunun belirtileri nelerdir?


Hz İsa'nın çarmağa gerilişi

   Bu sendromun etkisindeki bireylerde, ruhsal ve fiziki birçok rahatsızlık baş göstermektedir. Şehrin mistik yapısından yoğun şekilde etkilenenler; kendilerini dünyayı kurtaracak dini bir lider olarak görme, mesihlik iddiaları, yarım kalmış dini misyonu tamalama, kendini Tanrı tarafından seçilmiş üstün insan hatta peygamber olarak görme, din merkezli takıntılı rüyalar, halüsinasyonlar ve anksiyeti bozuklukları gibi pek çok psikolojik rahatsızlıklardan muzdarip olmaktadır. Özellikle kendilerini; kurtarıcı Mesih  Hz. İsa olarak gören, Musa Peygamber gibi denizi ortadan ikiye ayırabileceğini iddia eden ve vaftizci Yahya olduğunu hissedenler rahatsızlığın en ileri aşamasında olanlara verilebilecek örneklerdir.

ruhsal problemler

  Bunun yanında sendromun etkisine giren bireylerde; sürekli beyaz giyinme, aşırı temizlik düşkünlüğü, sürekli duş alma, günümüzde tercih edilen kıyafetleri redderek eski dönemlerde giyilen kıyafetleri tercih etme, saç sakal uzatma gibi aşırıya kaçan takıntılar ortaya çıkmaktadır. Ayrıca kendilerini tatmin etmek amacıyla, radikal tarikat ve oluşumlara üye olma, aile ve sosyal sorumluluklarını bir kenara bırakarak kendilerini herşeyden soyutlama, görülen diğer belirtilerdir. Sürekli takıntılarla yaşayan ve mutsuz olan bireylerin zamanla ruh sağlıkları bozulmakta, kendilerine ve çevrelerine zarar verecek davranış biçimleri sergilemektedirler.


modernizmin iflası

  Özellikle refah seviyesi yüksek olarak görülen ve modernizmin kuşattığı şehirlerde yaşayan bir çok insanı içinde bulunduğu hayat koşulları tatmin etmemektedir. Büyük hayal kırıklığı ve zihinsel bunalımlar yaşayan insanlar, kendi iç dünyalarındaki eksiklikleri doldurmak için yeni arayışlara girerler. (Özellikle Avrupa'dan gelip IŞİD'e katılanlar bunun çarpıcı bir örneğidir) Din merkezli yaklaşımlar ise, bu süreçte en çok tercih edilenler arasındadır. Bu psikoloji ile Kudüs'ü ziyaret eden kişilerin  sendromun etkisi altına girmesi çok daha kolay olmaktadır. Dini bir yaşam felsefesini benimseyen bu kişiler, gereken toplumsal dengeyi sağlayamadıkları için zamanla ruh sağlıklarını kaybetmekte ve kişilik kaybı gibi problemlerle yüz yüze gelmektedir. Bu da kişilerin kendini toplumdan soyutlamasına ve bir hayal dünyasında yaşamasına sebep olmaktadır. Kudüs sendromu belki de bunun en çarpıcı örneğidir. Birçok insan için; Sibirya eteklerinde halen yaşatılan Şamanizm inancının etkili olduğu bölgelerin, Budist tapınakların, kendini toplumdan tamamen soyutlamış ilkel kabilelerin yaşadığı dağlık kesimlerin ziyaret edilmesi ve o bölgelerde zaman geçirilmesi içinde oluşan eksikliği ve mutsuzluğu ortadan kaldırmak için yaptığı arayışların bir dışa vurumudur. Modernizmin insanları yeterince tatmin etmediği günümüzde, Kudüs sendromuna benzer, insanı etkisi altına alacak birçok sendromun ortaya çıkması kaçınılmaz bir gerçekliktir. 


   Kaliforniya Sendromu, toplumda özellikle kalbur üstü olarak tabir ettiğimiz kesimlerde görülen, tamamen hazcılık (hedonizm) anlayı...


modern hastalık

  Kaliforniya Sendromu, toplumda özellikle kalbur üstü olarak tabir ettiğimiz kesimlerde görülen, tamamen hazcılık (hedonizm) anlayışı üzerine kurulmuş, toplumsal sorunların umursanmadığı, kendi mutluluğu dışında hiçbir şeyin düşünülmediği ve doyumsuzluk, bencillik gibi belirtilerin baş gösterdiği bir modern çağ hastalığıdır. Teknolojinin ve tüketim çılgınlığının zirve yaptığı günümüzde, insanların kendilerini mutlu edecek birçok şeye (partiler, seks, uyuşturucu, seyahat vb.)  bu kadar kolay ulaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Tamamen kişisel tatminler üzerine kurulu bu hayat tarzında, kişi kendini herşeyin merkezine koymakta, kendinden başka kimseyi düşünmemektedir. Peki bu yaşam tarzı kişileri mutlu eder mi? 


çılgıın yaşam tarzı

  Öncelikle bu sendroma neden Kaliforniya sendromu denildiğinden bahsedelim. Kaliforniya Eyaleti, Amerikan ekonomisini ayakta tutan en büyük değerlerden biridir. Sinema sektörünün merkezi olan Hollywood ile yine teknolojik gelişmelerin merkezinde bulunan Silikon Vadisi, yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olan Long Beach ve dünya sosyetesinin merkezi olan Beverly Hills Kaliforniya'da bulunmaktadır. Bunların dışında Google, Facebook, Twitter, Yahoo, Oracle, Cisco, Intel ve HP gibi dev şirketlere ev sahipliği yapmaktadır. Yaklaşık 36 milyon insanın yaşadığı bu eyalet, 2017 yılında 2.7 trilyon dolar Gayri Safi Milli Hasılata (Türkiye'nin GSMH'in 3 katından fazla) ulaşıp, İngiltere'yi bile geride bırakarak dünyanın en büyük 5'nci ekonomisi haline gelmiştir. Bu sebeple, Kaliforniya'da yaşayan insanların birçoğu eğlenceyi, bedensel hazları ve para harcamayı bir yaşam felsefesi olarak benimsemiş durumdadır. Dünya gündeminden uzak, tamamen ütopik hayat yaşayan birçok Kaliforniyalının hayata bakışı eğlence ve kişisel hazlar üzerine kuruludur.


hedonizm

   Bu sendromun etkisi altındaki bireylerin üç temel ortak noktası bulunmaktadır. Bunlardan birincisi zevke düşkünlüktür. Bireyler,  'Sieze the Day' yani anı yaşa felsefesiyle toplumsal değerleri hiçe sayarak tamamen hazcılık odaklı yaşamaktadır. Ancak insanın doğası gereği sahip olduğu doyumsuzluk duygusu bu noktada bireyleri her zaman daha fazlasını istemeye yönlendirmektedir. Eğlence hayatı, tüketim çılgınlığı, sekse düşkünlük ve uyuşturucu madde kullanımı kişileri esareti altına alan başlıca geçiçi zevklerdir. Bireylerin tek amacı, her zaman daha fazlasını istediği bu zevklere ulaşmaktır. Belli bir süre sonra bu zevkler, ulaşılması gereken bir amaçtan çok yaşam tarzı haline gelmektedir.


egoistlik

   Sendromun görülen ikinci belirgin özelliği ise, ben merkezciliktir. Bireyler toplumsal sorunlardan ve yaşanılan sıkıntılardan tamamen uzak, sadece kendi mutluluğunu düşünen kişilere dönüşmekte, 'Başkası açlıktan ölse banane ben kendi mutluluğuma bakarım' felsefesini benimsemektedir. Kendisini herşeyin merkezi gören ve  büyük bir hayranlık besleyen bireyler, narsist davranış biçimleri göstermeye başlarlar. Bu sendromun etkisindeki insanlar, özellikle iş hayatında sorumlu olduğu ast konumundaki kişilerin yaşadıkları sıkıntıları önemsememekte ve kendilerine karşı yapılan eleştirilere karşı saldırgan tavırlar göstermektedirler. Empati duygusundan tamamen yoksun ve kendi mutluluğu dışında hiçbir şey düşünmeyen bu bireyler, yaşadıkları yakın çevrelelerinde zaman zaman büyük tahribatlara sebep olurlar.


yalnızlık

  Sendromun etkisindeki insanlarda görülen üçüncü ortak nokta ise, yalnızlıktır. Kişiler zevklere odaklı, egoist yaşam tarzını benimsedikleri için, toplumdan kendilerini soyutlamakta ve bunun doğal bir sonucu olarak yalnızlaşmaktadırlar. Toplumsal değerleri hiçe sayan bir yaşam tarzını benimsemeleri sebebiyle, başta aile hayatı olmak üzere herşeyi küçümserler. Evli olmaları durumunda eşleri ve çocukları ikinci plandadır ve çoğu zaman aile hayatının getirdiği sorumlulukları önemsemezler. Bu tip bireyler genellikle çok küçük sorunları bahane edip evliliklerini ve aile hayatlarını bitirme eğilimidedirler. Çünkü aile onların kişisel hazları önünde bir engel niteliğindedir. Zaten sendroma da adını veren Kaliforniya Eyaletinde kişilier internet üzerinden boşanma davası açabilmektedir


para ve mutluluk

  Sendromun ortaya koyduğu en büyük sonuç ise; geçici hazların aksine, kalıcı olarak ortaya çıkan mutsuzluktur. Bireyler başlangıçta bu ışıltılı gibi görünen hayatın cazibesine kapılmakta, ancak zamanla bu hayat için vazgeçtiği değerlerin önemini anlamaya başlamaktadır. Ancak çoğu zaman bunun geç olduğu gerçeğiyle yüzleşmektedir. Bu süreç kişiyi hem maddi hem de manevi açıdan tüketmektedir. Başarısız olmaya ve maddi yönden kayıplar yaşamaya başladığında, çevresindeki sahte dostların uzaklaştıklarına şahit olurlar. Zamanın geçtiğininin ve hiçbir idealini gerçekleştiremediğinin  farkına varan bireyler, tamamen tükenmişlik sendromuna girip, hiçbir şeyden zevk almamaya ve hayatın anlamsızlığını sorgulamaya başlarlar. Malesef bazıları  bu sürecin yarattığı etkiyle, intiharı bir çözüm olarak görebilmektedir. Ünlü araba markası Ford'un sahibi olan Henry Ford'un oğlu olan Edsel Ford'un bıraktığı intihar notu bu durumu çok net özetlemektedir:

 ''Baba, hayal edip de ulaşamadığım hiçbir şey olmadı. Ne varsa önceden hazırlamışsın, hiçbirinde benim emeğim yok. Mutsuzluktan mahvoldum. Gidiyorum...''
yeni nesil

   Günümüzde teknoloji ve tüketim çılgınlığının yükselmesine paralel olarak bu sendromun etkileri birçok toplumda görülmeye başlamıştır. Özellikle genç nesil, gerek izlediği tv programlarının, gerek sosyal medya platformlarının etkisiyle bu tip bir yaşam tarzına özendirilmektedir. Küçük yaşlardan itibaren; toplumsal değerlerden uzak, idealleri olmayan ve tamamen kişisel hazlara yönelen bireylerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. İletişim becerileri gelişmeyen, toplumsal farkındalığı olmayan kendine sosyal medya platformlarında sanal bir dünya kurmuş bir nesil yetişmektedir. Benim çektiğim sıkıntıları yaşamasın mantığıyla yetiştirilen ve her imkan önüne sunulan çocuklar, ilerleyen süreçte bu sendromdan en çok etkilenecek grubu oluşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, belli hedeflere sahip, toplumsal değerlerin farkında, günümüz dünyasının getirdiği kolaylıkların olumlu taraflarını kullanabilen, ölçülü bireyler yetiştirme noktasında aile ve öğretmenlere çok büyük görevler düşmektedir. Bu görevlerin en önemlisi ise örnek olmaktır. 

“Tanrım, bir gün insanların hepsine sahip olmak istedikleri kadar para ver ki; asıl ihtiyaçlarının o olmadığını anlayabilsinler.” Jim Carrey

  

"Biz Toltekler ağaca baktığımızda onu dinler ve ondan çok şey öğreniriz, Siz beyazlar, ağaçtan ne kadar kereste ve k â r elde edebile...


"Biz Toltekler ağaca baktığımızda onu dinler ve ondan çok şey öğreniriz, Siz beyazlar, ağaçtan ne kadar kereste ve kâr elde edebileceğinizi hesaplarsınız."


Toltek bilgeliği


  Toltekler, Meksika'daki Aztekler öncesi üç medeniyetten ( Olmekler, Toltekler, Mayalar)  biri olarak bilinmektedir. Onları diğer toplumlardan ayıran en önemli özellik, sadece çağının değil insanlık tarihinin en hümanist ve bilge toplumu olarak kabul edilmeleridir. Toltek bilgeliğinin dünyaca tanınmasında önemli bir pay sahibi olan ünlü Meksikalı yazar Don Miguel Ruiz onları sanatçılar ve spiritüel bilimciler topluluğu olarak belirtmektedir. Mimarlıkta çok gelişmiş olan Tolteklerde, bilgelik, adalet ve hoşgörü el temel değerlerdir. Bugün hayatın amacını arayan ve ruhunun inceliklerini keşfetmek isteyen bir çok insan, bu toplumun öğretilerini kendinlerine rehber edinmiştir. Gelin, doğaya sonsuz saygı besleyen ve savaşlarda düşmanları ölmesin diye tahta kılıçlar kullanan bu toplumu ve hayatınıza yön verecek 4 anlaşmayı ana hatlarıyla tanıyalım. 


toltek soyu

  Toltek kelimesi Nahuatl dilinde  inşaatçı üstadı anlamına gelir. Tolteklerin ne zaman yaşadıkları konusu net olmasa da genellikle 3300 yıl önce yaşadıkları varsayımı kabul görür. Bir rivayete göre; teknoloji ve medeniyette zamanın en ileri topluluğu olan Tolteklerin gelişmişliğin simgesi olan kayıp kıta 'Mu''dan geldiğine inanılır. Başkentleri olan Tula bugün itibariyle Meksika topraklarında yer alsa da, Toltek sembolleri ile ilgili ortaya çıkan eserlerin birçoğuna Kostarika'da ulaşılmıştır. Bu durum Tolteklerin Orta Amerika'da geniş bir alana yayıldığının göstergesidir. Şuan Toltek soyundan gelenler kendilerini 'Wirraki' olarak isimlendirmekte ve bu dili kullanmaktadır. Kendilerinden sonra bölgeye hakim olan Aztekler, gerek mimari yapılarına gerekse bilgeliği ve ruhun yüceliğini esas alan yaşam tarzlarına hayran kalmışlardır. Tarihte nasıl yok oldukları ve yaşadıkları şehirleri terkettikleri hususu büyük bir gizemdir.

 Don Miguel Ruiz


Ruizin hıkayesi

   Don Miguel Ruiz

  Toltek Öğretisi hakkında bilgi verirken Don Miguel Ruiz'den bahsetmek gerekir. Kendisi Toltek Bilgeliğini basit ve anlaşılır bir dille anlatan Meksikalı yazardır. Kimi çevreler Don Miguel Ruiz'in Toltek Kehanetlerini içinde bulunduğumuz çağa getirmekle görevli Eagle Knight soyundan gelen bir Nagual (Toltek öğretisini anlatan öğretici, üstad) olduğunu düşünmektedir. Ruiz iyileştirici bir anne ile Nagual bir büyükbaba tarafından aile geleneğine uygun olarak iyileştirici ve öğretici olarak yetiştirmek istenmiştir. Ancak ona modern yaşam daha çekici gelmiş ve Tıp fakültesine giderek cerrah olmuştur. Ruiz için hayatının dönüm noktası geçirdiği bir trafik kazasıyla başlamıştır. Ölmek üzere olan bedenini arabadan çıkarılırken seyreden ve ardından çarpıcı ruhsal deneyimler yaşayan Ruiz, iyileştikten sonra kendini Toltek yolunu araştırmaya adamıştır. Bunun sonucunda Toltek Bilgeliğini anlatan ve bugün milyonların yaşamını değiştiren kitapları yazmıştır.(Toltek Bilgeliğini öğrenmek isteyenler için bu sade ve anlaşılır kitapları okumak çok önemlidir.)

  Toltek Bilgeliği, Gezegensel Rüya ve 4 Anlaşma

  Günümüzde Meksika Kızılderelilerince bu kadim öğreti hala uygulanmakta ve gelecek nesillere aktarılmaktadır. Toltek, bilgelik yolunda olan kadın ve erkek manasına gelmektedir. Birçok araştırmacıya göre; Toltek Bilgeliği bir inanç sisteminden ziyade, bir yaşam tarzı veya sanatı olarak görülmektedir. Doğayı ve insanı evrenin bir bütünü olarak kabul eder. Bu bilgelikte; dinlemeyi bildiğiniz takdirde su, toprak, havadan, bitki ve hayvanlardan birçok şey öğrenilebileceğini savunmaktadır. Doğayı yok etmenin kendilerini de yok edeceğine inanırlar. Bu yüzden ülkelerini istila eden insanların sadece doğayı yarar sağlamak için kullanmalarını engellemeye çalışmışlardır. 


hayal ve gerçek

  Bu öğretide 'Gezegensel Rüya' kavramı çok önemli bir yere sahiptir. Rüya bildiğimizin aksine sadece uyurken değil, uyanıkken de gürdüğümüz süreçlerin bütünüdür. Bireyler, kendilerine empoze edilen inanç ve davranış biçimlerine uygun olarak koşullu bir zihin yapısıyla bu rüyaları görmeye devam ederler. Bizden öncekilerinde bu şekilde inandığı ve bizlere miras bıraktığı bütün inanç ve fikirler Gezegenin Rüyasını oluşturmaktadır. Bu dar kalıplar doğrultusunda biçimlenen hayatlarımız, yani rüyalarımız birleşerek Gezegensel Rüyayı meydana getirmektedir. 

kıramadıgımız zincirler

  Bu fikir ve inanışlar insanın doğumu ile başlar ve tüm hayatı boyunca devam eder. Konuştuğumuz dil, inandığımız din, uymamız gereken toplumsal kurallar  hatta bize verilen isimlerimiz; üzerinde tartışılmayan ve sorgulanmayan Gezegensel Rüyanın Anlaşmalarıdır. İnsan tüm bu anlaşmalara sadık olarak yaşasa bile, yine de zihninin yarattığı aykırı sesleri susturamaz ve içsel tatmini yaşayamaz. Don Miguel Ruiz zihnimizde depoladığımız inançların %95'inin yalan olduğunu ve bu yüzden acı çektiğimizi savunur. İşte bu noktada Ruiz kitlesel gezegensel rüyadan uyanmak için 4 Anlaşmayı kabul etmemiz ve benimsememiz gerektiğini savunur. Ancak bunu yaptığımız takdirde, kendimize ait 'Bireysel Cennet Rüyası'na ulaşabileceğimizi iddia eder.

olumlu mesaj vermek


  1'inci Anlaşma: Kullandığınız Sözcükleri Özenle Seçin: Sözler sizin yaratma gücünüzdür. Herşeyi sözlerle gerçek kılarsınız. Kendi gerçekliğimizi ortaya çıkarırken sözcüklere ihtiyaç duyarız. Sözcükleri kötüye kullandığınız takdirde, kendi cehenneminizi yaratmış olursunuz. İnsanlar konuşurken hem kendine hem de karşısındakine büyü yaptığının farkında değildir. Miguel Ruiz'in bu konuda verdiği örnek çarpıcıdır. Bir arkadaşınıza rastladığınızda ve ona ilk olarak yüzünün renginin kanserli hastalara benzediğini belirttiğinizde, arkadaşınız buna inanırsa söylediğiniz sözcüklerle bir anlaşma yapmış olur. Bu anlaşmayı benimsediği takdirde, kısa bir sürede hastalanabilir hatta ölebilir. Sözcüklerle yaptığı anlaşmadan sonra zihin bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır. Yani zihin sözcükleri gerçekliğiniz yapar. Nasıl yaşamak istiyorsak ona yönelik cümleler kullanmak başarıyı arttıracaktır. Birinci Anlaşmayı sağlayarak; bireysel özgürlüğe, büyük başarılara ve bolluk bilincine ulaşabiliriz.


negatif çöplük

  2'nci Anlaşma: Hiçbir Şeyi Kişisel Algılamayın:  İnsanların söyledikleri ve yaptıkları şeyler, dile getirdikleri fikirler kendi zihinlerinde yaptıkları anlaşmalar doğrultusundadır. Biri size 'sen ne yaparsan yap başaramazsın' dese bile bunu kişisel algılamamak gerekir. Bu sadece o kişinin duygu ve düşüncelerinin bir sonucudur. Eğer bu zehri kabul ederseniz onu size ait kılarsınız. Kendimize ait yargı ve inançlarımızın birçoğu çevremizdekilerin söylediklerine ve yönlendirmelerine göre şekillenmektedir. 



kızgınlığın kaynağı

  Kendi rüyalarını yaşayan bireyler bu süreçte sizinle karşılaştıklarında o anki algı durumu, duygusal yoğunluğuna göre sizinle ilgili bir dizi duygu ve eylem gerçekleştirirler. Çoğu zaman bu tepkileri kişisel algılayıp kabul etmekteyiz. İnsanlar duygusal çöplüklerini dökebilecekleri alanlar ararlar. Eğer bir hakareti kişisel algılayıp tepki verirseniz, negatif olan duygusal çöplüklerini dökmelerine izin vermiş olursunuz. Bu durum oluşan negatifliği bünyenize almanıza sebep olur. Yapılması gereken, herkesin rüyasına saygı duyup, kişisel algılardan arınmak ve önemsememektir. Kendimize karşı gelen tepkileri nasıl kişisel algılamıyorsak, karşımızdakini de yargılayıp kalıplara sokmamamız gerekir. Herkesin bakış açısı kendisini anlatır. Bir kişi size kızgınlık gösteriyorsa, bilin ki o kişi kendisine kızgındır. Diğer taraftan sizin harika olduğunuzu söyleyenlere de kulak asmamalısınız. Önemli olan sizin harika olduğunuzu kendinizin bilmesidir.


beklentiler

 3'üncü Anlaşma: Varsayımda Bulunmayın: Varsayımda bulunmamızın sıkıntısı, varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmamızdır. Sürekli başkaları hakkında varsayımlarda bulunuruz. Gerçeği duymaya cesaret edemediğimizde ya da açıklamak istemekten korktuğumuzda  varsayımlara sarılırız. Böylece varsayımlarımızı savunarak, başkalarını yanlış yada hatalı çıkarmaya çalışırız. Bu açıdan baktığımızda hayal kırıklıklarımızın ardında beklentilerimiz yatar. Beklentiler ise, karşımızdaki kişinin bizim isteklerimizden haberdar olduğu varsayımından ortaya çıkar. Ancak isteklerimiz gerçekleşmediği takdirde, kırılır ve üzülürüz. Bu üzüntünün etkisiyle negatif varsayımlarda bulunmaya devam ederiz. Bu varsayımlar arttıkça bizi örümcek ağı gibi sarar. Bundan kurtulmanın en iyi yolu ise varsayımlarda bulunmaktan çok, soru sorma cesaretine sahip olmaktır. En çok ortaya çıkan yanılgı, sevildiğimiz kişilerin, beklentilerimiz noktasında herşeyi bilmeleri gerektiğine inanmamızdır. Ancak iletişim kurduğumuz insanlar açısından düşündüğümüz kadar açık ve anlaşılır değiliz. Başkalarının bizim gibi düşündüğünü, hissettiğini ve yargıladığını varsayarız. Bu sürece kendimizi kaptırdığımızda negatif varsayımlarımız sürekli birbirini tetikler. Bu sebeple soru sormaktan korkmamalı, sürekli varsayımlarda bulunmak yerine açık ve anlaşılır olmalıyız. 


zevk alarak çalışma

  4'üncü Anlaşma: Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap:  Dördüncü anlaşma ilk üç anlaşmanın aksiyonudur. Yapabildiğinizin en iyisini yapmakla, yaşamı dolu dolu ve yoğun yaşarsınız. Böylece kendinizi ailenize ve topluma en iyi şekilde verirsiniz. Yaptığınızın daima en iyisini gerçekleştirdiğinizde harekete geçersiniz. Her eylemi, her hareketi zevk aldığınız için yaparsınız. En iyisini yapmak deyiminin doğru anlaşılması şarttır. En iyisini yapmak, hayattan zevk almayacak kadar kendini ve bedenini yormak anlamına gelmez. En iyisini yapmak kendini tamamen o işe vermek ve bundan keyif almaktır. Saatlerce verimsiz çalışmaktansa, bir saat verimli çalışmak en iyisini yapmak deyimine daha yakındır. Tüm bu eylemleri herhangi bir ödül, terfi ve maddi kazanç beklemeden yapmak gereklidir. Ne iş yaptığınızın bir önemi yoktur, sadece en iyisini yaptığınızı bilmek önemlidir. Miguel Ruiz'e göre beklenti olmadığında ödül fazlasıyla gelir. Kişiyi özgür kılan şey içinde pişmanlık taşımamasıdır. Zihninizde biriken her keşke sizi zincirler. Bu sebeple beklenti içine girmeden, zevk alarak ve kendini vererek en iyisini yapmak bizi fazlasıyla başarılı kılacaktır.


4 anlaşma

 Meksikalı yazar Don Miguel Ruiz; 'Bu dört anlaşmayı hayata geçirdiğinizde, cehennemde yaşamanız olanaksızdır' der. Kişisel cennetinizi kurma yolunda elinizden geldiğince bu dört anlaşmaya sadık olmamız gerektiğini savunur. Her ne kadar basit gibi gözükse de; egoların, beklentilerin, tahammülsüzlüklerin uçlarda olduğu günümüzde anlaşmalara uygun davranmak kolay değildir. Ancak yine de, hayatımızda farklılık yaratmak, kendi benliğimizi keşfetmek, ruhumuzu tanımak ve zihnimizi yönetmek noktasında dört anlaşmayı rehber edinmek ve elimizden geldiğince yaşam tarzı olarak benimsemek bizi daha mutlu ve başarılı yapacaktır.

Kaynakça:

1.
https://gizliilimler.tr.gg/Toltekler.htm 

2. Dört Anlaşma:Hayatınızı dönüştürün, Mistik yol, 
https://www.youtube.com/watch?v=2DH6V9GbdBY

     Mahçup zevk, birçoğumuzun hayatında yer eden ancak isimlendirmediğimiz bir davranış ve düşünce biçimidir. Türkçede net bir çeviris...


gizli dinlenen şarkı

   Mahçup zevk, birçoğumuzun hayatında yer eden ancak isimlendirmediğimiz bir davranış ve düşünce biçimidir. Türkçede net bir çevirisi olmamakla beraber,  mahçup zevk veya suçlu zevk (guilty pleassure) olarak adlandırılabilir. Mahçup zevk, yapılmaması gerektiğine inandığımız ancak içten içe hoşumuza gittiği için karşı koyamayarak yaptığımız;  başkalarının bunu öğrenmesi durumunda utanacağımız ve kendimizi kötü hissedeceğimiz düşünce ve davranışlardır. Bireyler, bu şekilde davrandıktan sonra çoğu zaman pişmanlık duyarlar ancak bu his geçtiğinde tekrar aynı şeyleri yapmaktan kendilerini alamazlar. Mahçup zevk, kültürel farklılıklar sebebiyle toplumdan topluma farklılık gösterebilir. Bu konu ile ilgili örnekleri sıralayalım;


favori çizgifilm

  Özellikle ataerkil toplumlarda erkekler, toplum baskısı nedeniyle kadınlarla özdeşleşen bazı davranış ve aktiviteleri gizli yaparlar. Gündüz kuşağı kadın programlarını ya da pembe dizileri zevkle takip eden bir erkek, bunu kesinlikle hiçbir ortamda dile getirmez. Hatta bu zevkini aile bireylerinden bile saklayabilir. Yine birçok yetişkin, bilgisayar oyunları oynamaktan ve çizgi film izlemekten kendini alamaz. Kişinin büyük zevk alarak yaptığı bu aktiviteler,  genel olarak sosyal çevresi tarafından bilinmez. Bir şirkette önemli bir pozisyona sahip bir birey,  Harry Potter serisininin kitabını okurken genellikle bunu saklama ihtiyacı hisseder. Tek başına arabayla seyahat ederken dinlenen müzikler ile başka birileri bulunduğunda dinlediğimiz müzikler farklılık gösterebilir.

tek başına kadığında

  Diyet yaptığımız dönemlerde arkadaşlarımızla aynı ortamda bulunuyorsak hafif yiyecekler  sipariş verip, yalnız kaldığımızda bol kalorili yiyecekler tüketmekten kendimizi alamayız. Tatil yapan bazı turistlerin, otele ait birçok malzemeyi almaktan kendini alıkoyamaması güzel bir örnek teşkil eder. Yine aynı şekilde birçok içeceği, kimsenin bulunmadığı ortamlarda, direk paketinden ya da şişesinden içeriz. Toplum içinde kesinlikle daha önce dans etmediğini belirten bireyler, odalarında yalnız kaldıklarında saatlerce dans edebilir. Bu örnekler birçoğumuza tanıdık gelen mahçup zevklerimizdir.

takip etmek

  Hayatımızın her aşamasında etkin bir araç haline gelen sosyal medya sayesinde, çevremizdeki insanların neler yaptığından  haberdar olmaktayız. Dolayısıyla, kişiler arasında yaşanan problemler ve kavgalar sosyal medyada birbirlerini kısıtlamaları şeklinde sonuçlar doğurmaktadır. Karşı tarafın ne yaptığını merak eden birey, doğru bulmasa da sahte hesaplar üzerinden kendisini kısıtlayan insanları takip etmeye (stalklama) yada farklı birisiymiş gibi iletişime geçmeye çalışır ve bunu büyük bir gizlilikle yapar. Yine insanlar tarafından vakit kaybı olarak görülen ve seviyesiz videoların paylaşıldığı düşünülen bazı uygulamalar (vine, tik-tok), bu uygulamaları eleştirenler dahil çok büyük bir izleyici kitlesine sahiptir. Kişi her ne kadar izlediği videoları seviyesiz bulsa da, kendini izlemekten alıkoyamaz.

cinsellik ve tabu

  Cinselliğin tabu olduğu ve kalıplara sokulduğu toplumlarda mahçup zevk kapsamında birçok davranış görebiliriz. Evlenmeden önce bekaretin korunması gerektiğini savunan, evlilik dışı ilişkileri çok büyük günah olduğunu her ortamda dile getiren insanlar, gizliden gizliye şartlar ve ortam uygun olduğunda, hiçbir toplumsal tabuyu düşünmeden cinselliği yaşamaya çalışmaktadır. Toplumsal baskılardan dolayı cinselliği eleştiren bireyler, gizliden gizliye bu hedeflerine ulaşmaya çalışmakta, ulaşamadığını gördüğünde ise kendine daha kolay hedefler seçebilmektedir. Bu bazen zor durumda yardıma muhtaç bir kadın olabilir ve onun bu durumundan yararlanılır. Yine birçok insan, medeni durumlarını gözetmeksizin tek gecelik ilişkiler yaşamakta, sosyal çevreden saklanan bu durum zaman zaman pişmanlık hissi yaratsa da devam edilmektedir.

meçhup zevklerle başa çıkma

  Sonuç olarak, hayatımızın birçok evresinde mahçup zevklerimiz bizimledir ve onları saklamanın yollarını ararız. Bu durum üzerimizde stres yaratmakta ve istediğiniz şekilde davranmanızı engellemektedir. Bu açıdan bakıldığında, özellikle masumane olan mahçup zevklerimizde, sürekli el alem ne der düşüncesinden sıyrılmamız gerekmektedir. Toplumun kalıplarına göre şekil alan bir hayata sahip olduğumuzda bu birçok açıdan bizi mutlu etmeyecektir. Sosyal ortamlarımızda; kendi benliğimizi ortaya çıkarmamız, yapmacık davranış ve konuşmalardan kaçınmamız özgüvenimizi arttıracak ve daha başarılı ve samimi olmamızı sağlayacaktır.
     
   

   Toplumların davranış biçimleri, hayata bakış açıları ve olayları algılama şekilleri büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılı...


dilin etkisi

  Toplumların davranış biçimleri, hayata bakış açıları ve olayları algılama şekilleri büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların genellikle toplumların kültürel yapıları ve geçmiş yaşamlarından elde ettikleri deneyimlere bağlı olarak şekillendiği düşünülür. Peki bu noktada konuştuğumuz dilin, düşünce ve davranışlarımız üzerinde etkisi var mı? Yani şuan anadilimiz Türkçe yerine İngilizce olsaydı bu durum davranış ve düşüncelerimizi ne şekilde etkilerdi? Sapir-Whorf Teorisine göre dilin yapısı ve zenginliği toplumlar arasındaki düşünce ve davranış farklılıklarının temel nedeni...


hipotezin kurucuları

  1956 yılında bir dilbilimci olan Edward Sapir ve bir sigorta memuru olan Benjamin Lee Whorf tarafından ortaya konulan hipotezde; konuşulan dilin, insanların düşünce ve davranış biçimlerini ve hayatı algılama şeklini önemli ölçüde etkilediğini iddia etmektedir. Bu hipotezin zayıf ve güçlü olmak üzere 2 yönü bulunmaktadır. Zayıf yönünde, sadece dünyaya ait algıların dille şekillendiği belirtilirken, güçlü yönünde, soyut kavrama süreçlerinin de dilden etkilendiğini savunulur. Kısacası bu hipoteze göre, "insanlar dünyayı olduğu gibi değil, anadillerinin sunduğu biçimde görür." 


kar kelimesi

   Bu kapsamda Benjamin Whorf,  Amerikan yerel dilleri olan Aztek, Apaçi, Notka ve Hopi dilleri üzerinde incelemelerde bulunmuştur. Hopi dilinde zaman kavramını belirten herhangi bir kelimenin bulunmadığını tespit eden araştırmacı, bu toplumda zamanı algılama biçimlerinin, zamanı gramatik yapıda ifade eden bir dili konuşan toplumlardan farklı olduğunu iddia etmiştir. Yine birçok dilde kar anlamına gelen bir tane kelime varken, Eskimolarda 14 adet kelimenin kar anlamına geldiği belirtilmektedir. Dolayısıyla, Eskimoların kara ait çok küçük farklılıkları diğer toplumlardan daha iyi algıladıklarını savunmaktadır.



uzaylıların yazısı

    Bu hipotez, Oscar ödüllü Arrival (Geliş) adlı filmde ayrıntılı şekilde işlenmiştir. Söz konusu filmde dünyanın farklı 12 noktasına uzaylılar inmiştir. Uzaylılarla iletişime geçmek isteyen Amerikan Devleti, alanında başarılı olan ünlü bir dilbilimciyi görevlendirir. Bu iletişimi sağlamaya çalışan dilbilimci kadın zamanla döngüsel şekillerden oluşan uzaylı dilini öğrenmeye başlar ve öğrendikçe zaman algısı tamamen değişir. Çünkü uzaylılarda zaman algısı insanlardaki gibi birbirini takip eder (geçmiş, şimdiki zaman, gelecek)  yapıda değildir. Onlar zamanı döngüsel olarak algılamakta geçmiş ve geleceği de aynı anda yaşamaktadır. Uzaylıların dilini öğrenen dilbilimci kadın bu sayede zaman zaman şimdiyi yaşarken, zaman zaman gelecekte yaşadıklarını görmeye başlar. Kısacası öğrendiği yeni dil sayesinde zamana bakış açısı tamamen değişmiştir. 


özgürlük kölelik

  Yine George Orwell tarafından kaleme alınan 1984 romanında kutsanan bir sistem (parti) ve bu sistemin bir dili (newspeak) bulunmaktadır. Oluşturulan bu dilde, sistem karşıtı bütün kelimeler (özgürlük, barış) yokedilmeye çabalanmakta, böylece sisteme karşı bir başkaldırının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Bu kelimeler yok edildiği takdirde insanların bu tip eylemleri düşünemeyeceği ve harekete geçemeyeceğine inanılır. 

  Bu hipotez kapsamında Türkçe ve İngilizceyi karşılaştıralım. Bilindiği üzere, İngilizcede akrabalar için kullanılan kelimeler çok sınırlıdır. Dayı ve amca için uncle, teyze ve hala için aunt kelimeleri kullanılırken, Türkçemizde ise amca, hala, dayı, teyze,yenge gibi akrabalık ilişkileri için birçok kelime kullanılmaktadır. Bu açıdan incelendiğinde İngilizlerin aile ve akrabalık ilişkilerine çok sıcak bakmadığı, bunu karşın Türklerde aile ve akrabalık bağlarının kuvvetli olduğunu görebiliriz. Yine İngilizce de küfür olarak sayılabilecek az kelime mevcutken, Türkçede daha fazla küfür ve argo kelimenin olduğunu söyleyebiliriz. Bu örnek açısından incelediğimizde ise, İngilizlerin daha sakin, Türklerin ise daha fazla küfür içeren cümleler kullandıkları için daha kavgacı ve öfkeyle hareket ettiği değerlendirilebilir.



yazım yönleri

  Yine alfabelerin yapı ve şekilleri üzerinde yapılan deneyler bu hipotez açışından örnek verilebilir. Bu kapsamda, çiçeğin büyüme evrelerini belli bir sıraya koymaları farklı toplumların bireylerinden istenmiştir. İngilizler için büyüme evresinin tamamlandığı çizimi en sağa koyarken, Araplar soldan sağa doğru yazdıkları için aynı çizimi en sola koyarlar. Çinliler bu sıralamayı yaparken yukarıdan aşağıya doğru yaparlar. Çünkü İngilizler için gelecek sağda, Araplar için solda, Çinliler için aşağıdadır. Yani toplumların gelecek algısı dil yapılarından dolayı farklılıklar göstermektedir.


hipotezin eksikleri

 Bilimsel olarak gerçekliliği kanıtlanmamış olan Sapir-Whorf hipotezi dil bilimciler ve araştırmacılar tarafından desteklendiği gibi, bazı açılardan eleştirilmiştir. Dil bilimciliğin en önemli temsilcilerinden biri olan Noam Chomsky'ye göre; bütün dillerin ortak gramer özellikleri taşıdığı ve dillerin şekillenmesinde zihinsel süreçlerin etkisi olduğunu savunmaktadır. Yine birçok araştırmacı, kelimelerin şekillenmesinde kültürel değerlerin ve cografi şartların etkisinin yadsınamaz bir gerçek olduğunu belirtmektedir.


Dilin algıya etkisi

  Sonuç olarak, konuştuğumuz dilin hayata bakış açımız ve algılarımız üzerinde etkili olduğunu görebiliriz ancak bunun ne denli etkili olduğu konusu hala muammadır. Bu konu üzerinde araştırma yaparken, özellikle Arrival filminde anlatılan dünya dışı varlıkların dillerini öğrenmenin zamana bakış açımızı değiştireceği fikri birçok kişide büyük heyecan ve merak konusu olmuştur. Yine George Orwell'in başyapıtı olan 1984 romanında kurgulanan bazı kelimelerin yok edilerek insanların düşünce ve davranışlarını yönlendirme olgusu çok etkileyici gözükmektedir. Örneğin gelecek nesilleri yetiştirirken savaş, çatışma kelimelerini tamamen dilimizden ve yazılı kaynaklarımızdan çıkarsak, bireylerin bu konuda düşünmesini ve harekete geçmesini önleyebilir miyiz? Hiç savaş kelimesini duymamış gelecek nesiller yine de menfaatleri için savaşırlar mı? Tabi bunlar tamamen ütopik düşünceler...Son olarak bu teoriden şu sonucu çıkarabiliriz ki, öğrendiğimiz her yeni dil bizim bu dünyayı daha geniş ve ayrıntılı algılamamıza ve anlamamıza yardımcı olacaktır.

  Nasreddin Hoca birgün eşeğiyle beraber oğlunu okuldan almaya gider. Okuldan oğlunu alıp birlikte eşeğe binerler. Yolda giderken bir...

Nasreddin Hoca ve eşeği
 Nasreddin Hoca birgün eşeğiyle beraber oğlunu okuldan almaya gider. Okuldan oğlunu alıp birlikte eşeğe binerler. Yolda giderken bir grup kendilerine 'Hoca hoca zavallı eşeğe hiç acımaz mısın iki kişi binmişsiniz ' der. Bunun üzerine Nasreddin Hoca gruba hak verir ve oğlunu indirip ilerlemeye devam ederler. Yolda karşılarına çıkan bir diğer grup 'Hoca Hoca ayıp değil mi çocuğu yürütüyorsun kendin rahatını düşünüp eşşeğe binmişsin' der. Nasreddin Hoca bu gruba da hak verir. Kendisi iner çocuğunu eşşeğe bindirir ve yola kaldıkları yerden devam ederken yine bir grupla karşılaşırlar. Grup kendi arasında ' Görüyorsunuz dimi zamane çocukları böyle büyüğe hiç saygı kalmamış kendi eşeğe binerken babasını yürütüyor' derler. Bu söz oğlunun ağırına gider ve o da eşekten iner. Eşek önde Nasreddin Hoca ve oğlu arkada yollarına devam ederler. Yeni bir grupla karşılaşırlar. Bu grupta 'Şu enayilere bak, eşek boşken arkadan yayan gidiyorlar' der. Bunu duyan Nasreddin Hoca oğluna dönerek 'Görüyorsun ya oğlum elalem böyledir, ağızları torba değil ki büzesin' der.


El alem ne der

  Bu fıkra aslında birçoğumuzun yaşamının bir özetidir. Hayatımız ile ilgili alacağımız kararlarda, yapacağımız işlerde hep çevrenin hakkımızdaki düşüncelerini fazlasıyla önemseriz. El alem ne der algısı çocukluktan itibaren özellikle aile tarafından bizlere empoze edilmektedir. Eğer sürekli üstünüzde bu baskıyı hissediyorsanız ve yaptığınız iş ve eylemlerde çevrenin tepkisine göre hareket ediyorsanız el alem ne der hapishanesine hoşgeldiniz. Toplumsal bir kontrol mekanızması olan 'el alem ne der hapishanesi' zaman zaman sizi siz olmaktan alıkoyabilmektedir. Diğer insanların ne düşündüğü ya da ne şekilde tepki vereceğini düşünerek onlardan onay almadan karar veremeyen ve kendini kısıtlayan bireyler bir açıdan kendi hayatlarından çok çevresindeki insanların hayatlarını yaşamaktadır.


maldivlerde balayı
   Konuya ilişkin basit bir örnek verelim. Meşhur düğünlerimiz... Türk örf ve adetlerinde düğünün ayrı bir önemi vardır. Düğünün gösterişli olması aileler için herşeyden elzemdir. Düğün gösterişli olmaz ise aileler kendilerinin rezil olacağına inanırlar ve bu yüzden büyük bir koşuşturma içine girerler. Sözü, nişanı, kınası, düğün salonu hepsi aile ve çift açısından büyük stres yaratır. İşin maddi boyutuna gelirsek birkaç saat sürecek bir düğün için çiftler ve aileler büyük bir masrafın ağırlığı altında ezilir ve önceden birikimleri yoksa bu süreç yıllar sürebilir. Oysa sade bir nikah töreni ya da düğün yapılsa bu çiftler hem bu yükün altında ezilmez hatta harcadıkları paranın çok küçük bir kısmına örnek veriyorum Maldivler'de unutulmayacak rüya gibi bir balayı gerçekleştirebilirler. Mantıklı düşündüğümüzde 3 4 saat sürecek düğünü şatafatlı bir şekilde yapmak mı yoksa  Maldivler'de rüya gibi bir hafta tatil mi? Birçok insana ikinci seçenek daha mantıklı gelsede, bu noktada el alem ne der baskısı devreye girer ve insanların çoğunluğu birinci seçenekte hapsolur.


mahalle baskısı
 El alem ne der hapishanesi çocukluktan itibaren hayatımızda yer etmeye başlar. Özellikle aileler çocuklarını yetiştirken toplumsal kalıplara sokmaya başlarlar. Küçüklükten itibaren  meslek seçimlerinde aileler baskı kurmaya başlar. Bireyler toplumlarca değer gören meslekler dışında alanlara yönelindiğinde aile ve çevrelerinden tepki görmeye başlarlar ve kendilerini mutlu etmeyecek meslek seçimleri yapabilirler. İlerleyen süreçte bu seçtikleri meslekte mutlu olmadıklarını gördüklerinde radikal kararlar almaya çalışabilirler ancak bu noktada el alem ne der baskısı tekrar devreye girer ve ömürlerini kendilerini tatmin etmeyecek bir iş hayatında harcarlar. 


kadın şiddeti

 Türk toplumunda özellikle kadınlar bu baskıyı çok daha derinden hissetmektedir. Giyiminden, üniversite okuyacağı şehire kadar, meslek seçiminden aile hayatına kadar her aşamada el alem ne der baskısını derinden hisseder. Bu baskıya karşı koyduğunda zaman zaman şiddet görmekte ve olmadık şekillerde yaftalanmaktadırlar. Bu durumu içselleştirmeye başlayan kadın kendi benliğini kaybederek ömrünü bu hapishanede çürütmektedir. Örneğin kocası tarafından şiddet gören eşler sırf toplum baskısı sebebiyle bu eziyetlere katlanmaktadır. Çünkü toplumun kocasından ayrılmış kadına olan yanlış bakış açısı hepimizin malumudur.


başkalarına göre yaşama

   Özellikle eğitim seviyesi yüksek ve bireyselliğin ön planda olduğu toplumlarda kişiler daha özgür ve radikal kararlar alabilmektedir. Bu toplumlarda  kişiler istedikleri çok farklı alanlarda kendilerini geliştirmekte ve bu sürece aileleri destek olmaktadır. Bunun dışında gelenekselci ve kapalı toplumlarda bireyler, kararlarını toplumca kabul edilebilirlik süzgeçlerinden geçirme zorunluluğu hissetmektedir ve aileler destek olmak bir yana dursun en büyük süzgeç görevi görebilmekte ve el alem ne der hapishanesinin sözcülüğünü yapabilmektedir. Türkiye'de 'sırtını devlete daya rahatına bak' mantığı özellikle orta kuşak kesimin meslek seçimlerinde yanlış kararlar vermesine yol açmıştır.


baskıdan kurtulma

  Sonuç olarak, bireylerin tutuklu oldukları bu hapishaneden kurtulmasının yolu, yine kendilerinin göstereceği radikal değişimlerden geçmektedir. Öncelikle bireyler kendilerine etki edecek çevreyi sınırlandırmalıdır. Kararlarını alırken kendi mutluluğunu ve tatminini düşünmek herşeyden önemlidir. Bireylerde ben algısı oluşmalı, sahip olduğu özgüvenle hayatına yönelik kararlarını  kendisi vermeye çocukluktan itibaren alışmalı ve başkalarına göre yaşamamalıdır. Bu noktada aileler çocuklarının önünde bir engel değil en büyük destekçi olmalı,çocuklarının kararlarına saygı duymayı öğrenmelidir. Bireyler bu özgüveni göstermedikleri sürece, tutukluluk halleri hükümlülüğe, cezaları da müebbet hapise dönecek ve kendilerinin olmayan bir ömür yaşayacaklardır. Ünlü sinema sanatçısı Bill Cosby'in dediği gibi;

Başarının sırrını bilmiyorum ama başarısızlığın yolu herkesi memnun etmeye çalışmaktan geçer.