Kalaşlar, krizin ve çatışmaların kol gezdiği Afganistan ve Pakistan ülkelerinin sınırında,  üç bin metre yükseklikteki ...


kalaş kız çocugu

  Kalaşlar, krizin ve çatışmaların kol gezdiği Afganistan ve Pakistan ülkelerinin sınırında,  üç bin metre yükseklikteki Kalaş vadisinde yaşayan kadim bir topluluktur. Dini inançları sebebiyle şeriatla yönetilen bu ülkelerce yaşadıkları bölge, Kafiristan olarak isimlendirilmiştir. Kalaşlar; dini inanışları, fiziki görünüşleri, toplumsal yapıları ve tarihsel geçmişleriyle birçok antropologun ve tarihçinin dikkatini çekmiştir. Peki, yaklaşık 4000-5000 nüfusa sahip Kalaşları yaşadıkları ülkelerin insanından ayıran özellikleri neler?

büyük iskender ve kalaşlar

   Kalaşların ortaya çıkışı ile ilgili ortaya atılan iddia çok dikkat çekicidir. Birçok araştırmacıya göre; Kalaşların kökeni tarihte en geniş topraklara ulaşan İskenderiye Devletine dayanmaktadır. Büyük İskender, milattan önce 200 yılında öncelikle Afganistan'ı işgal etmiş burada 2 yıl kaldıktan sonra Büyük Çin'in fethi için yola çıkmıştır. Özellikle  Hindikuş Dağlarının mevcut arazi şartlarının zorluğu İskender'in sonu olmuştur. İskenderin ölümü üzerine askerler geri dönmeye karar vermiştir. Ancak, İskender'in ünlü bir komutanı olan Şalakşah ordunun bir kısmı ile dönmekten vazgeçerek sarp vadilerin bulunduğu bu bölgede kendilerine yeni bir hayat kurmuşlardır. Çoğunlukla Kalaşlar'ın kökeni Büyük İskender'in bu ordusuna dayandırılmaktadır.

kalaşların yaşadığı ortam

  Tamamen kapalı ve izole bir hayat süren Kalaşlar, asimile olmadan örf ve inançlarını günümüze kadar yaşatmışlardır. Sadece fiziksel özellikleri değil, ayrıca yıllarca korudukları dilleri onları bulundukları bölgede benzersiz yapmıştır. Konuştukları Burrureşki Dili özellikleri sebebiyle, Hint Avrupa dil ailesine mensuptur ve günümüzde sadece 5000 kişi tarafından konuşulduğu için, UNESCO tarafından koruma altına alınmıştır. İnançları sebebiyle kara kafir olarak bilinen Kalaşların yaşadığı bölge, 1895 yılında Afganistan emiri Abdurrahman Han tarafından fethedilmiş ve bölgeye Nuristan (Işık Ülkesi) ismi verilmiştir ancak bu isimden çok Kafiristan ismi benimsenmiştir.


müslüman kalaşlar

   Kalaşlar, Şamanizmin ve Paganizmin izlerini taşıyan tek tanrılı bir inanç sistemine sahiptir. Onlara göre Tanrı Dizova evrenin ve nimetlerin yaratıcısıdır. Bazı kaynaklarda ise, çok tanrılı bir inanç sistemine sahip oldukları, Di Zaus (Doğa) ve Zau (Güneş) şeklinde isimlendirdikleri iki büyük tanrılarının bulunduğu belirtilmektedir. Ayrıca Kalaşlarda 12 peygamberin varlığı kabul edilmektedir. Bu peygamberlerden 4'ü mevsimleri, diğerleri ise sağlık, mutluluk ve bereketi simgelemektedir. Sadece önemli günlerde ziyaret ettikleri Çeştakhan isimli tapınakları bulunmaktadır. Tapınaklarının girişlerinde koç figürleri bulunur ve inanışlarına göre; gücü, sağlığı ve barışı simgelemektedir.

kalaş bayramı

  Yaz, kış ve baharda olmak üzere üç büyük bayramları vardır ve bu günlerde kurban keserek Tanrılarına adarlar. Baharın gelişini kutladıkları 'Çilam Çoşhi Bayramı' en coşkuyla kutladıkları bayramdır. Doğaya saygıya esas alan Kalaşlar, aministik düşüncenin bir özelliği olarak, nesnelerin ruhu olduğuna inanmaktadır. Kalaşlarda görülen en ilginç geleneklerden biri, cenazelerini açık tabutlarda bırakmalarıdır. Kalaşlarda, toprak altında kalan ruhların cennete gidemeyeceğine inanırlar. Ancak, cesetlerin çalınmasından ve zarar verilmesinden sonra bu adetten vazgeçilmiştir. Günümüzde yaşayan Kalaşlar'ın  bir kısmı İslamiyete geçmiştir. Kalaşlar ile müslümanlığı tercih edenler farklı köylerde yaşamalarına rağmen bayram ve festivalleri beraber kutlamaktadırlar.

kalaş kadınının zerafeti

   Bulundukların bölgenin coğrafi koşulları sebebiyle tamamen ilkel bir hayat süren Kalaşlar teknolojiden uzak bir şekilde, tarım ve hayvancılıkla geçinmektedir. Ekmeklerini değirmenlerde un öğüterek yapan ve bulaşıklarını nehirlerde yıkayan kadınların renkli kıyafetleri ve örgülü saçları bu toplululuğun dikkat çeken özelliklerinden birisidir. Kadınlar bu rengarenk kıyafetleri çoğunlukla kendileri örerler. Kıyafetlerini deniz kabuğu ve boncuklarla donatırlar. Saçlarını kutsal olarak gördükleri ırmaklarda yıkar ve bunun kötülüklerden uzak tuttuğuna inanırlar. Kadınlar örgülü saçları, rengarenk kıyafetleri ve doğal yollardan yaptıkları makyajlarla güzelliklerine çok önem verdiklerini göstermektedirler. Erkekler ise çoğunlukla, Pakistan'da giyilen geleneksel şalvarları tercih ederler. Erkekler için bir kıyafet zorunluluğu bulunmazken, teamüller gereği kadınların geleneksel kıyafetler dışında bir giysi giymezler. Kalaşlarda selamlaşma adeti de diğer toplumlardan çok farklıdır. İki kişi selamlaşırken birbirlerinin ellerini öperler. Bu açıdan bakıldığında Şamanizmden etkilendikleri düşünülmektedir.

kalaş kadın erkek eşitliği

  Kalaşlar'ın bulundukları bölgede en çok eleştirilmesine ve kafir olarak nitelendirilmesine sebep olan husus ise, kadın ve erkek ilişkileridir. Geleneklere göre ergenliğe ulaşmış erkekler bu durumu kutlamak için, uzakta bulunan yaylalara gitmektedir. Bu yaylalarda belli bir süre kalan erkekler, döndüklerinde ergenliğe ulaşmış bir kızla cinsel ilişki yaşamaktadır. Genel toplum yapısı incelendiğinde, kadının erkil olduğu bir toplum yapısı görülmektedir. Erkeklerin kadınlarını boşaması yasak iken, kadınlar istedikleri takdirde eş değiştirebilmektedir. Beğendikleri erkeğe mektup yazan kadınlar, kabul edilmesi durumunda,   başlık parası ödemek şartıyla yeniden evlenebilmektedir.

anaerkil toplum

 Kalaşlarda, evlilik öncesi cinsel münasebet konusunda bir toplumsal baskı bulunmmaktadır. Kişi istediği kişiyle beraberlik yaşayabilmektedir.Kadınlar evlenecekleri kişiyi kendi hür iradesiyle seçebilmektedir. Bir diğer gelenekte; adet gören kadınlar bu durum sona erene kadar başaleni denen köy içindeki binalarda kalmakta ve daha sonra tekrar kocalarının yanına dönmektedirler. Kalaşlar ile ilgili bir diğer eleştirisi konusu, içkiyi ve uyuşturucuyu serbest bırakmalarıdır. Üzümden yaptıkları şaraplar ve kenevirden elde ettikleri esrar hayatlarında önemli bir yere sahiptir. Alkol ve uyuşturucu özellikle özel günlerin vazgeçilmez öğeleridir. Bu festivallerde ellerinde tuttukları meşalelerle kız erkek karışık olarak dans ederler.

kalaşların nesli

   Yaklaşık 2300 yıllık bir tarihe sahip Kalaşlar, yaşadıkları coğrafi şartların bir sonucu olarak, bugün yok olmaya yüz tutmuş kadim bir topluluktur. Bölgedeki Taliban tehlikesine rağmen, müslüman Kalaşlarla huzur içinde yaşayan bu topluluk; farklı adet ve gelenekleriyle, kadına ve doğaya verdiği değerle içinde bulundukları coğrafyanın en renkli kültürlerinden birisidir. Teknolojinin ve imkanların bu kadar geliştiği ancak buna rağmen insanların sürekli şikayet ettiği ve mutsuz olduğu günümüz dünyasında, çevrelerindeki tehlikeler ve zorlu arazi şartlarına rağmen  mutlu bir dünya kuran Kalaşlar, bu açıdan tüm insanlığa iyi bir örnek teşkil etmektedir.

   Kaliforniya Sendromu, toplumda özellikle kalbur üstü olarak tabir ettiğimiz kesimlerde görülen, tamamen hazcılık (hedonizm) anlayı...


modern hastalık

  Kaliforniya Sendromu, toplumda özellikle kalbur üstü olarak tabir ettiğimiz kesimlerde görülen, tamamen hazcılık (hedonizm) anlayışı üzerine kurulmuş, toplumsal sorunların umursanmadığı, kendi mutluluğu dışında hiçbir şeyin düşünülmediği ve doyumsuzluk, bencillik gibi belirtilerin baş gösterdiği bir modern çağ hastalığıdır. Teknolojinin ve tüketim çılgınlığının zirve yaptığı günümüzde, insanların kendilerini mutlu edecek birçok şeye (partiler, seks, uyuşturucu, seyahat vb.)  bu kadar kolay ulaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Tamamen kişisel tatminler üzerine kurulu bu hayat tarzında, kişi kendini herşeyin merkezine koymakta, kendinden başka kimseyi düşünmemektedir. Peki bu yaşam tarzı kişileri mutlu eder mi? 


çılgıın yaşam tarzı

  Öncelikle bu sendroma neden Kaliforniya sendromu denildiğinden bahsedelim. Kaliforniya Eyaleti, Amerikan ekonomisini ayakta tutan en büyük değerlerden biridir. Sinema sektörünün merkezi olan Hollywood ile yine teknolojik gelişmelerin merkezinde bulunan Silikon Vadisi, yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olan Long Beach ve dünya sosyetesinin merkezi olan Beverly Hills Kaliforniya'da bulunmaktadır. Bunların dışında Google, Facebook, Twitter, Yahoo, Oracle, Cisco, Intel ve HP gibi dev şirketlere ev sahipliği yapmaktadır. Yaklaşık 36 milyon insanın yaşadığı bu eyalet, 2017 yılında 2.7 trilyon dolar Gayri Safi Milli Hasılata (Türkiye'nin GSMH'in 3 katından fazla) ulaşıp, İngiltere'yi bile geride bırakarak dünyanın en büyük 5'nci ekonomisi haline gelmiştir. Bu sebeple, Kaliforniya'da yaşayan insanların birçoğu eğlenceyi, bedensel hazları ve para harcamayı bir yaşam felsefesi olarak benimsemiş durumdadır. Dünya gündeminden uzak, tamamen ütopik hayat yaşayan birçok Kaliforniyalının hayata bakışı eğlence ve kişisel hazlar üzerine kuruludur.


hedonizm

   Bu sendromun etkisi altındaki bireylerin üç temel ortak noktası bulunmaktadır. Bunlardan birincisi zevke düşkünlüktür. Bireyler,  'Sieze the Day' yani anı yaşa felsefesiyle toplumsal değerleri hiçe sayarak tamamen hazcılık odaklı yaşamaktadır. Ancak insanın doğası gereği sahip olduğu doyumsuzluk duygusu bu noktada bireyleri her zaman daha fazlasını istemeye yönlendirmektedir. Eğlence hayatı, tüketim çılgınlığı, sekse düşkünlük ve uyuşturucu madde kullanımı kişileri esareti altına alan başlıca geçiçi zevklerdir. Bireylerin tek amacı, her zaman daha fazlasını istediği bu zevklere ulaşmaktır. Belli bir süre sonra bu zevkler, ulaşılması gereken bir amaçtan çok yaşam tarzı haline gelmektedir.


egoistlik

   Sendromun görülen ikinci belirgin özelliği ise, ben merkezciliktir. Bireyler toplumsal sorunlardan ve yaşanılan sıkıntılardan tamamen uzak, sadece kendi mutluluğunu düşünen kişilere dönüşmekte, 'Başkası açlıktan ölse banane ben kendi mutluluğuma bakarım' felsefesini benimsemektedir. Kendisini herşeyin merkezi gören ve  büyük bir hayranlık besleyen bireyler, narsist davranış biçimleri göstermeye başlarlar. Bu sendromun etkisindeki insanlar, özellikle iş hayatında sorumlu olduğu ast konumundaki kişilerin yaşadıkları sıkıntıları önemsememekte ve kendilerine karşı yapılan eleştirilere karşı saldırgan tavırlar göstermektedirler. Empati duygusundan tamamen yoksun ve kendi mutluluğu dışında hiçbir şey düşünmeyen bu bireyler, yaşadıkları yakın çevrelelerinde zaman zaman büyük tahribatlara sebep olurlar.


yalnızlık

  Sendromun etkisindeki insanlarda görülen üçüncü ortak nokta ise, yalnızlıktır. Kişiler zevklere odaklı, egoist yaşam tarzını benimsedikleri için, toplumdan kendilerini soyutlamakta ve bunun doğal bir sonucu olarak yalnızlaşmaktadırlar. Toplumsal değerleri hiçe sayan bir yaşam tarzını benimsemeleri sebebiyle, başta aile hayatı olmak üzere herşeyi küçümserler. Evli olmaları durumunda eşleri ve çocukları ikinci plandadır ve çoğu zaman aile hayatının getirdiği sorumlulukları önemsemezler. Bu tip bireyler genellikle çok küçük sorunları bahane edip evliliklerini ve aile hayatlarını bitirme eğilimidedirler. Çünkü aile onların kişisel hazları önünde bir engel niteliğindedir. Zaten sendroma da adını veren Kaliforniya Eyaletinde kişilier internet üzerinden boşanma davası açabilmektedir


para ve mutluluk

  Sendromun ortaya koyduğu en büyük sonuç ise; geçici hazların aksine, kalıcı olarak ortaya çıkan mutsuzluktur. Bireyler başlangıçta bu ışıltılı gibi görünen hayatın cazibesine kapılmakta, ancak zamanla bu hayat için vazgeçtiği değerlerin önemini anlamaya başlamaktadır. Ancak çoğu zaman bunun geç olduğu gerçeğiyle yüzleşmektedir. Bu süreç kişiyi hem maddi hem de manevi açıdan tüketmektedir. Başarısız olmaya ve maddi yönden kayıplar yaşamaya başladığında, çevresindeki sahte dostların uzaklaştıklarına şahit olurlar. Zamanın geçtiğininin ve hiçbir idealini gerçekleştiremediğinin  farkına varan bireyler, tamamen tükenmişlik sendromuna girip, hiçbir şeyden zevk almamaya ve hayatın anlamsızlığını sorgulamaya başlarlar. Malesef bazıları  bu sürecin yarattığı etkiyle, intiharı bir çözüm olarak görebilmektedir. Ünlü araba markası Ford'un sahibi olan Henry Ford'un oğlu olan Edsel Ford'un bıraktığı intihar notu bu durumu çok net özetlemektedir:

 ''Baba, hayal edip de ulaşamadığım hiçbir şey olmadı. Ne varsa önceden hazırlamışsın, hiçbirinde benim emeğim yok. Mutsuzluktan mahvoldum. Gidiyorum...''
yeni nesil

   Günümüzde teknoloji ve tüketim çılgınlığının yükselmesine paralel olarak bu sendromun etkileri birçok toplumda görülmeye başlamıştır. Özellikle genç nesil, gerek izlediği tv programlarının, gerek sosyal medya platformlarının etkisiyle bu tip bir yaşam tarzına özendirilmektedir. Küçük yaşlardan itibaren; toplumsal değerlerden uzak, idealleri olmayan ve tamamen kişisel hazlara yönelen bireylerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. İletişim becerileri gelişmeyen, toplumsal farkındalığı olmayan kendine sosyal medya platformlarında sanal bir dünya kurmuş bir nesil yetişmektedir. Benim çektiğim sıkıntıları yaşamasın mantığıyla yetiştirilen ve her imkan önüne sunulan çocuklar, ilerleyen süreçte bu sendromdan en çok etkilenecek grubu oluşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, belli hedeflere sahip, toplumsal değerlerin farkında, günümüz dünyasının getirdiği kolaylıkların olumlu taraflarını kullanabilen, ölçülü bireyler yetiştirme noktasında aile ve öğretmenlere çok büyük görevler düşmektedir. Bu görevlerin en önemlisi ise örnek olmaktır. 

“Tanrım, bir gün insanların hepsine sahip olmak istedikleri kadar para ver ki; asıl ihtiyaçlarının o olmadığını anlayabilsinler.” Jim Carrey

  

   Şahmaran Efsanesi, Anadolu'da nesilden nesile aktarılmış, yılanların şahı olan Şahmaran ile insanoğlunun karşılaşmasını ...


şahmaran figürü

  Şahmaran Efsanesi, Anadolu'da nesilden nesile aktarılmış, yılanların şahı olan Şahmaran ile insanoğlunun karşılaşmasını ve imtihanını anlatan hüzünlü bir hikayedir. Bugün Şahmaran figürü, yılanın kültürlerdeki kötü imajının aksine, bereket ve bilgeliğin simgesi olarak görülür ve Anadolunun birçok evinin duvarlarını süsler. İşte Yunan mitolojisindeki Medusa ile Hitit mitolojisinde yer alan İlluyanka efsanelerine benzer yönler taşıyan ve insanoğluna ders niteliğindeki Şahmaran'ın hikayesi...

şahmaran ve insan

 Şahmaran efsanesi Mersin'in Tarsus ilçesinde doğmuş bir şehir efsanesidir. Şahmaran belden aşağısı yılan, üstü insan olan güzel ve çekici bir dişi varlıktır. Kendisi maran soyundan gelen yılanların şahıdır. Şahmaran yılanların efendisi olarak insanlara zarar vermesini engelleyen iyi kalpli bir varlıktır. Efsaneye göre Şahmaran günümüz Tarsus ve Çukurova ilçeleri arasında bir yeraltı krallığında yaşamıştır. Bunun sebebi açgözlü ve menfaatçi olan insandan uzak yaşamaktır ve bu yüzden yeraltından çıkmaz. 

  Şahmaranla tanışan ilk insanın adı bazı kaynaklarda Belkıya olarak geçerken, çoğunlukla Camsab olarak bilinir. Camsab o zamanın Tarsus'unda oldukça fakir bir ailenin çocuğudur. Birgün Camsab arkadaşlarıyla beraber ormanın  derinliklerinde bir mağara keşfeder. Buldukları mağarayı kontrol ettiklerinde içinin bal ile dolu olduğunu farkederler. Bal o dönemlerde kıymetli olduğu için, balı toplamak için harekete geçerler. Balı alabilmesi için arkadaşları Camsab'ı mağaranın derinliklerine indirir. Açgözlü arkadaşları kendilerine düşen balın daha fazla olması için Camsab'ı mağarada kaderiyle başbaşa bırakırlar.

cemşab yılanlar ülkesinde 
  Bu ürpertici mağaranın içinde ne yapacağını düşünen Camsab birden bir ışık farkeder. Cebindeki çakıyla bu ışık süzmesinin bulunduğu alanı büyüten Camsab asla tahayyül edemeyeceği güzellikte bir bahçe ile karşılaşır. Bahçede eşşiz güzellikte çiçekler, meyve ağaçları ve sayısız yılan bulunmaktadır. Bu şahane bahçenin ortasında ise, büyük bir havuz olduğunu görür. Havuzun başında ise o mükemmel ihtişamıyla Şahmaran oturmaktadır. Bu eşşiz güzellik, Camsab'ı farkeder ve himayesine alır. 

cemsab ve şahmaran

  Camsab uzun yıllar Şahmaran ile bu bahçede yaşar. Orada çok mutlu ve keyifli bir yaşam süren Camsab, belli bir süre sonra ailesini çok özlediğini ve gitmek istediğini Şahmaran'a bildirir. Çıkmak yasak olduğundan başlangıçta Camsab'a izin vermeyen Şahmaran onu çok sevdiğinden kıyamaz ve gitmesine izin verir.  Ancak Camsab'tan kendisi ve yaşadıkları yer hakkında kimseye bilgi vermemesi ve hamamda yıkanmaması konusunda söz alır. Daha sonra ailesinin yanına dönen Camsab uzun bir süre verdiği sözü tutar.  

  Seneler sonra ülkenin padişahı amansız bir hastalığa yakalanır. Padişahın veziri ise tek dermanın Şahmaran'ın etini yemek olduğunu söyler ve halk içinde Şahmaran'ın yerini bilen kişiler olduğunu söyleyerek tüm halkı büyük hamamlarda toplar. Çünkü yılanlarla yaşayan kişinin hamamda yıkanması durumunda vücudunun pul pul olacağını iddia eder. Başka bir çaresi kalmayan padişah vezirin bu teklifini kabul eder. Hamamda yıkanan Camsab kısa sürede derisi pullandığı için yakalanır. Kendisi ve ailesinin öldürüleceği tehdidini alan Camsab istemeden de olsa Şahmaran'ın yerini söyler. Padişahın askerleri Şahmaranı bulunduğu yerde yakalayıp padişahın huzuruna getirir. 

lokman figürü

  Camsab'ın çok üzgün olduğunu gören ve bunu yapmaya mecbur kaldığını anlayan Şahmaran, Camsab'a yardım etmeye karar verir. Şahmaran padişaha şifa bulması için; başını kaynatılıp padişah tarafından, gövdesinin kaynatılıp vezir tarafından ve kuyruğunun kaynatılıp Camsab tarafından içilmesi gerektiğini bildirir. Bu aslında Camsab'a yaptığı son iyiliktir. Başını kaynatıp içen padişah şifa bulur, gövdesini kaynatan kötü kalpli vezir ise ölür. Camsab ise Lokman Hekim olarak bildiğimiz büyük bir alim olur ve padişah tarafından vezir olarak görevlendirilir. Anlatılan hikayeler farklılık gösterse de, tüm hikayelerin sonunda Şahmaran ölmektedir.

cinsabın ihaneti

  Aynı hikayenin bir diğer versiyonunda ise evine dönen Camsab ilerleyen süreçte Şahmaran'dan yardım isteyip bulunduğu yerden çıkmasını ve hamama gelmesini ister. Şahmaran maranlara ve yılanlara hamama gideceğini ve oradan bir düğüne katılacağı yalanını söyler. Aslında yardıma ihtiyacı olmayan Camsab,  Şahmaran'ın padişahın muhafızları tarafından yakalanmasını sağlayarak ona ihanet eder.  Amacı kendisine vadedilen vezirlik makamına yükselmektir. 

ihanet ve yılanların öcü

  Hamama gelen Şahmaran'ı padişahın muhafızları yakalar ve başını keserek öldürür. Ancak Şahmaran'ın kanı kuvvetlidir ve bütün hamama yayılır. Çalışanlar  ne yaparsa yapsın kanını çıkaramazlar. Şahmaran'ın cesedi de o hamamda bulunan göbektaşının altına gizlenir ve yılanların girmemesi için önlemler alınır. Çünkü Şahmaran'ın yılanları ve maranları davul sesi duydukları sürece düğünün devam ettiğini düşünmektedirler.Efsaneye göre; davul seslerinin kesildiğini anladıkları zaman, kraliçelerinin öldüğünü anlayacak ve bulundukları yerden çıkıp evlere girerek insanları öldüreceklerdir. Bugün Çukurova bölgesinde çok fazla yılan olmasının sebebini bu efsaneye bağlarlar. Yine Adana ilinde bulunan Yılanlıkale'nin, maranların ve yılanların yaşadığı ve Şahmaran'ı beklediği yer olduğu dile getirilir.


insanın acgözlülüğü

 Şahmaran ''İnsanoğlu nankördür, küçük menfaatleri karşısında başkalarının muazzam zararlarına razı olur'' demiştir. Bu açıdan bakıldığında, Şahmaran ihanete uğrayacağını bilmektedir. Baştan beri insanlığı açgözlü ve menfaatçi olarak gören Şahmaran, Camsab'a olan sevgisinden dolayı bile bile ölüme gitmiştir. Belki de insanlığın açgözlü ve bencilliğini yüzüne vurmak ve ders vermek istemiştir. Thomas Hobbes da insanın doğasını anlatırken bu hususu vurgular. Ona göre insanlar, sürekli olarak birbiriyle çekişen, birbirini kemiren, birbirini yiyip bitiren varlıklardır. Bu açıdan bakıldığında, içimizdeki kötü duyguları bastırmalıyız, egolarımızdan ve sadece kendi çıkarlarımızı düşünmekten vazgeçmeliyiz.Bunu başaramadığımız sürece, dünya yaşanılmaz bir yer olmaya devam edecektir.

   Deliler diğer ismi ile Azaplar, ürkütücü kıyafetleri, savaş tarzları ve üstlendikleri misyonla Osmanlı Ordusunun en seçkin ve gözü ...

gözü pek birlik

  Deliler diğer ismi ile Azaplar, ürkütücü kıyafetleri, savaş tarzları ve üstlendikleri misyonla Osmanlı Ordusunun en seçkin ve gözü kara süvari birlikleri olmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş, yükselme ve duraklama döneminde savaşlarda en önde yer alan Deliler, düşmana büyük bir korku salmaktaydı. Hepimizin bildiği meşhur Osmanlı tokadı ile özdeşleşen Deliler, o dönemin savaşlarında düşman askerleri üzerinde yarattıkları psikolojik üstünlük ile büyük yararlılıklar göstermiştir. İşte Avrupa kaynaklarında bile korkunç tasvirlerle anlatılan Deliler'in hikayesi...

deliler ve varna

  Delilerin nasıl kurulduğu hususu muamma olsa da, 15'inci yüzyılın sonlarına doğru uç birlikler olarak ortaya çıktıkları, gösterdikleri yarar farkedilince Osmanlı Ordusunda istihdam edilmeye başladıkları kaynaklarda belirtilmektedir. Delilerin ilk ciddi sınavları, Papanın liderliğinde kurulan Haçlı Ordusuna karşı yapılan Varna ve Kosava Savaşları ile İstanbul'un Fethi olmuştur. Zamanla sayıları artan Deliler  tüyler ürpetici bir güç haline gelmiştir. Deliler, Tiryaki Hasan Paşa emrinde Kanice Müdafasında, Lala Mehmet Paşa'nın emrinde Estergon'un alınmasında, Fazıl Ahmet Paşa'nın emrinde Uyvar'ın Fethinde, 1828 Osmanlı Rus Harbinde çok büyük fedakarlıklar göstermiştir.

korkutan deliler

  Deli Ocağının en büyük misyonu, düşman askerlerinin  moralini bozmak ve psikolojik üstünlüğü elde etmekti. Bu konuda çok başarılı oldukları birçok kaynakta belirtilmiştir. Düşman askerleri tarafından Deliler, mitolojik çağlardan gelen insanüstü varlıklar olarak tasvir edilmiştir. Bu psikolojinin yarattığı korku ve şaşkınlık sayesinde düşmana kolayca ilk darbe vurulmaktaydı. Ayrıca Deliler, arkalarında bulunan diğer askeri birliklerin tereddüt ve korkularını yenmelerini sağlamaktaydı. Delilerin en dikkat çeken özelliklerinden birisi de, maddi kaygılardan uzak ve tamamen devletlerine ve padişahlarına olan sadakat ve gönül bağlarıydı. Deliler, cesaret ve savaşçılığından dolayı 2'inci Halife Hz. Ömer'i kendilerine örnek almıştır. Onlar için, Osmanlı ordusunun tören geçişlerinde aşağıdaki dizeleri okumak adet haline gelmişti.;

               'Kalpaklarımız Emirü’l-mü’minün Hz. Ömer’in çizmesinin koncuğudur, 
               Ocağımız müşarünileyh efendimize mensuptur.'

deliler ve zobu

   Deliler ile ilgili anlatılan efsanevi savaş hikayeleri dönemin gençleri üzerinde çok büyük olumlu etki yaratmaktaydı.Birçok Osmanlı genci büyüdüğünde Deliler grubuna girmenin hayalini kurardı. Ancak en seçkin birliklerden olan Delilere girmek o kadar kolay değildi. Deli olmak isteyen adaylar öncelikle 'Zobu' denilen ağaların yanında yetiştirilirdi. Bu süreçte, adaylara devlet terbiyesi ve ordunun usul ve kaideleri öğretilirdi. Kendini ıspat eden adaylara deli kaypağı giydirilir ve ağa çırağı olarak deftere kaydedilirdi. Ancak sadece seçilmek yeterli değildi. Deli olan kişi bu seçkin birliğin zor şartlarını yerine getirmekte zorluk çekerse, bu makamı boş yere işgal ettiği düşünülüp, rezil edildikten sonra ocaktan kovulurdu. Yani Deli olmak çok büyük yürek işiydi. Bayrak adı verilen 50-60 kişilik küçük ocaklara ayrılan delilerin başında bir Deli Beyi bulunurdu. Deliler en parlak olduğu dönemlerde sayıları 10 bine ulaşmıştır.

delilerin etkisi

  Fransız mühendis ve asker Alain Manesson Mallet 1684'te yazdığı eserde Deliler için 'Bunlar öylersine cesurlardır ki; bir kralın emrine girdiklerinde onları vazgeçirebilecek hiçbir ceza korkusu yoktur. Bu nedenlerden dolayı Osmanlı onlara Deli adını vermiştir ve bu ad dillerinde gözü pek anlamına gelir' demiştir. Yine Venedikli Veçelyo delilerden bahsettiği kitabında 'Öylesine cesur hareket ederlerdi ki, insanları, gölgelerinin bile öldürücü oduğuna inandırmışlardı' şeklinde belirtmiştir. Delilerin, Sultan 3'üncü Murat'ın çocuklarının sünnet töreninde; binicilik yetenekleri ile vücutlarına sapladıkları bıçaklarla acıya ne denli dayanıklı olduklarını gösteren minyatürler günümüze kadar ulaşmıştır. Osmanlı İmparatorluğunu barbar ve cani göstermek isteyen Avrupalılar, Osmanlı Ordusunu tasvir ederken çoğu zaman Delileri tasvir etmişlerdir.

delilerin kıyafeti

  Delilerin en çok dikkat çeken bir diğer özelliği giydikleri tüyler ürpertici kıyafetlerdir. Genelde saçları kazıtılan Deliler, elbiselerinde aslan, sırtlan ve ayı benzeri hayvanların kürklerini giyerlerdi. Yine hayvan derilerinden yaptıkları Deli Kalpağını giyerler ve bu kalpaklarda kartal ve benzeri hayvanların tüylerini kullanırlardı. 'Serhatlık' adı verilen yüksek topuklu, sivri burunlu, arkasında mahmuzu bulunan ve genelde sarı renkte deri çizme veya ayakkabı giyerlerdi. Bayraklarında 'Kaderde ne varsa o gelir başa ' yazardı.

deliler ve mermer

  Delilerin başlıca kullandıkları silahlar; macar usulu bir mızrak, kılıç, balta, satır, bozdoğan ve savaş çekiciydi. Delilerin kendileri gibi haşmetli atları da kartal tüyü ve hayvan postlarıyla süslenirdi. Eğitim süreçlerinde ıslak mermer üzerine çıplak elle tokat atan Deliler böylece nasır tutmuş ellerini bir silah olarak kullanırlardı. Bu silaha tarihte 'Osmanlı Tokadı' olarak isimlendirilmiştir. Araştırmalara göre bu tokatlar o kadar etkiliydi ki; tek bir tokatla bir düşman, kafatasında oluşan travmaya bağlı olarak ölebiliyordu. 

delilerin kahramanlıkları

  Osmanlı'nın gerileme döneminde meydana gelen kurum ve birliklerdeki disiplinsizlik ve yozlaşma Delilerde etkisini göstermiştir. Eski disiplinini ve etkisini kaybeden Deliler Ocağı, 2'nci Mahmut'un reform hareketlerinden nasibini almış ve 1829 yılında lağvedilerek tamamen ortadan kaldırılmıştır. Osmanlının bu kahraman, gözü kara ve efsane askerlerinin fedakarlıkları bir sinema filmi olarak beyaz perdeye aktırılmıştır. İzlemenizi kesinlikle tavsiye ettiğim söz konusu filmin fragmanı aşağıdadır.

https://www.youtube.com/watch?v=sZ742X_P3Xs