Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
3/23/2019
Deliler diğer ismi ile Azaplar, ürkütücü kıyafetleri, savaş tarzları ve üstlendikleri misyonla Osmanlı Ordusunun en seçkin ve gözü ...
OSMANLI ORDUSUNUN FEDAİLERİ:DELİLER
Deliler diğer ismi ile Azaplar, ürkütücü kıyafetleri,
savaş tarzları ve üstlendikleri misyonla Osmanlı Ordusunun en seçkin ve gözü
kara süvari birlikleri olmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş, yükselme ve
duraklama döneminde savaşlarda en önde yer alan Deliler, düşmana büyük bir
korku salmaktaydı. Hepimizin bildiği meşhur Osmanlı tokadı ile özdeşleşen
Deliler, o dönemin savaşlarında düşman askerleri üzerinde yarattıkları
psikolojik üstünlük ile büyük yararlılıklar göstermiştir. İşte Avrupa
kaynaklarında bile korkunç tasvirlerle anlatılan Deliler'in hikayesi...
Delilerin nasıl kurulduğu hususu muamma olsa da,
15'inci yüzyılın sonlarına doğru uç birlikler olarak ortaya çıktıkları,
gösterdikleri yarar farkedilince Osmanlı Ordusunda istihdam edilmeye
başladıkları kaynaklarda belirtilmektedir. Delilerin ilk ciddi sınavları,
Papanın liderliğinde kurulan Haçlı Ordusuna karşı yapılan Varna ve Kosava
Savaşları ile İstanbul'un Fethi olmuştur. Zamanla sayıları artan
Deliler tüyler ürpetici bir güç haline gelmiştir. Deliler, Tiryaki
Hasan Paşa emrinde Kanice Müdafasında, Lala Mehmet Paşa'nın emrinde Estergon'un
alınmasında, Fazıl Ahmet Paşa'nın emrinde Uyvar'ın Fethinde, 1828 Osmanlı Rus
Harbinde çok büyük fedakarlıklar göstermiştir.
Deli Ocağının en büyük
misyonu, düşman askerlerinin moralini bozmak ve psikolojik üstünlüğü elde
etmekti. Bu konuda çok başarılı oldukları birçok kaynakta belirtilmiştir.
Düşman askerleri tarafından Deliler, mitolojik çağlardan gelen insanüstü
varlıklar olarak tasvir edilmiştir. Bu psikolojinin yarattığı korku ve
şaşkınlık sayesinde düşmana kolayca ilk darbe vurulmaktaydı. Ayrıca Deliler,
arkalarında bulunan diğer askeri birliklerin tereddüt ve korkularını
yenmelerini sağlamaktaydı. Delilerin en dikkat çeken özelliklerinden birisi de,
maddi kaygılardan uzak ve tamamen devletlerine ve padişahlarına olan sadakat ve
gönül bağlarıydı. Deliler, cesaret ve savaşçılığından dolayı 2'inci Halife Hz.
Ömer'i kendilerine örnek almıştır. Onlar için, Osmanlı ordusunun tören
geçişlerinde aşağıdaki dizeleri okumak adet haline gelmişti.;
'Kalpaklarımız
Emirü’l-mü’minün Hz. Ömer’in çizmesinin koncuğudur,
Ocağımız müşarünileyh
efendimize mensuptur.'
Deliler ile ilgili anlatılan efsanevi savaş hikayeleri
dönemin gençleri üzerinde çok büyük olumlu etki yaratmaktaydı.Birçok Osmanlı
genci büyüdüğünde Deliler grubuna girmenin hayalini kurardı. Ancak en seçkin
birliklerden olan Delilere girmek o kadar kolay değildi. Deli olmak isteyen
adaylar öncelikle 'Zobu' denilen ağaların yanında yetiştirilirdi. Bu süreçte,
adaylara devlet terbiyesi ve ordunun usul ve kaideleri öğretilirdi. Kendini
ıspat eden adaylara deli kaypağı giydirilir ve ağa çırağı olarak deftere
kaydedilirdi. Ancak sadece seçilmek yeterli değildi. Deli olan kişi bu seçkin
birliğin zor şartlarını yerine getirmekte zorluk çekerse, bu makamı boş yere
işgal ettiği düşünülüp, rezil edildikten sonra ocaktan kovulurdu. Yani Deli
olmak çok büyük yürek işiydi. Bayrak adı verilen 50-60 kişilik küçük ocaklara
ayrılan delilerin başında bir Deli Beyi bulunurdu. Deliler en parlak olduğu
dönemlerde sayıları 10 bine ulaşmıştır.
Fransız mühendis ve asker
Alain Manesson Mallet 1684'te yazdığı eserde Deliler için 'Bunlar
öylersine cesurlardır ki; bir kralın emrine girdiklerinde onları
vazgeçirebilecek hiçbir ceza korkusu yoktur. Bu nedenlerden dolayı Osmanlı
onlara Deli adını vermiştir ve bu ad dillerinde gözü pek anlamına gelir'
demiştir. Yine Venedikli Veçelyo delilerden bahsettiği kitabında 'Öylesine
cesur hareket ederlerdi ki, insanları, gölgelerinin bile öldürücü oduğuna
inandırmışlardı' şeklinde belirtmiştir. Delilerin, Sultan 3'üncü
Murat'ın çocuklarının sünnet töreninde; binicilik yetenekleri ile vücutlarına
sapladıkları bıçaklarla acıya ne denli dayanıklı olduklarını gösteren
minyatürler günümüze kadar ulaşmıştır. Osmanlı İmparatorluğunu barbar ve cani
göstermek isteyen Avrupalılar, Osmanlı Ordusunu tasvir ederken çoğu zaman
Delileri tasvir etmişlerdir.
Delilerin en çok dikkat çeken bir diğer özelliği
giydikleri tüyler ürpertici kıyafetlerdir. Genelde saçları kazıtılan Deliler,
elbiselerinde aslan, sırtlan ve ayı benzeri hayvanların kürklerini
giyerlerdi. Yine hayvan derilerinden yaptıkları Deli Kalpağını giyerler ve
bu kalpaklarda kartal ve benzeri hayvanların tüylerini kullanırlardı.
'Serhatlık' adı verilen yüksek topuklu, sivri burunlu, arkasında mahmuzu bulunan
ve genelde sarı renkte deri çizme veya ayakkabı
giyerlerdi. Bayraklarında 'Kaderde ne varsa o gelir başa ' yazardı.
Delilerin başlıca kullandıkları silahlar; macar usulu
bir mızrak, kılıç, balta, satır, bozdoğan ve savaş çekiciydi. Delilerin kendileri
gibi haşmetli atları da kartal tüyü ve hayvan postlarıyla süslenirdi. Eğitim
süreçlerinde ıslak mermer üzerine çıplak elle tokat atan Deliler böylece nasır
tutmuş ellerini bir silah olarak kullanırlardı. Bu silaha tarihte 'Osmanlı
Tokadı' olarak isimlendirilmiştir. Araştırmalara göre bu tokatlar o
kadar etkiliydi ki; tek bir tokatla bir düşman, kafatasında oluşan travmaya
bağlı olarak ölebiliyordu.
Osmanlı'nın gerileme
döneminde meydana gelen kurum ve birliklerdeki disiplinsizlik ve yozlaşma
Delilerde etkisini göstermiştir. Eski disiplinini ve etkisini kaybeden Deliler
Ocağı, 2'nci Mahmut'un reform hareketlerinden nasibini almış ve 1829 yılında
lağvedilerek tamamen ortadan kaldırılmıştır. Osmanlının bu kahraman, gözü
kara ve efsane askerlerinin fedakarlıkları bir sinema filmi olarak beyaz
perdeye aktırılmıştır. İzlemenizi kesinlikle tavsiye ettiğim söz konusu filmin
fragmanı aşağıdadır.
https://www.youtube.com/watch?v=sZ742X_P3Xs
3/22/2019
Heron, Roma İmparatorluğunun hakimiyetinde bulunan İskenderiye şehrinde yaşamış bir kısım eserleri günümüze kadar ulaşmış, bugünün modern teknolojilerinin ilk örneklerinin mucidi değerli bir bilim adamıdır. Antik çağın en büyük deneycilerinden olan Heron sahip olduğu hayalgücüyle günümüz dünyasını şaşkınlığa uğratmıştır. Tüm vaktini o dönemin bilim merkezi olan İskenderiye Kütüphanesinde geçiren ve 'Kahraman' lakabıyla tanınan Heron'un matematik, fizik ve mekanik konularında yazmış olduğu 13 eser günümüze kadar ulaşmıştır. Antik çağda özellikle rahipler kendi kiliselerinin imajını arttırmak için birçok kez Heron'un kapısını çalmıştır. İşte antik çağın en önemli mucitlerinden biri olan Heron'un çağın çok ötesindeki icatları....
Tarihin en büyük bilim adamlarından biri olan Heron dehasıyla zamanının çok ilerisinde bir bilim adamı olduğunu ıspatlamıştır. Yukarıda bahsedilen icatları dışında, rüzgar enerjisinin en erken örneğini teşkil eden yel değirmenlerinden, hava, su ve buhardan yararlanma tekniklerine, mekanikte vinç, makara ve manivera sistemlerine, matematikte geometrik şekiller ile arazi ölçümlerine kadar birçok alanda sayısız eser ve icat ortaya koymuştur. Bulunduğu antik çağa damga vuran Heron, hayalgücünün sınırları olmadığını ortaya koyduğu eserlerle bizlere göstermiştir. Tüm ömrünü bilime adayan bu dehanın yaşamı ve çalışmaları gelecek nesillere örnek teşkil etmektedir.
Heron, Roma İmparatorluğunun hakimiyetinde bulunan İskenderiye şehrinde yaşamış bir kısım eserleri günümüze kadar ulaşmış, bugün...
ANTİK ÇAĞIN DEHASI İSKENDERİYELİ HERON
Heron, Roma İmparatorluğunun hakimiyetinde bulunan İskenderiye şehrinde yaşamış bir kısım eserleri günümüze kadar ulaşmış, bugünün modern teknolojilerinin ilk örneklerinin mucidi değerli bir bilim adamıdır. Antik çağın en büyük deneycilerinden olan Heron sahip olduğu hayalgücüyle günümüz dünyasını şaşkınlığa uğratmıştır. Tüm vaktini o dönemin bilim merkezi olan İskenderiye Kütüphanesinde geçiren ve 'Kahraman' lakabıyla tanınan Heron'un matematik, fizik ve mekanik konularında yazmış olduğu 13 eser günümüze kadar ulaşmıştır. Antik çağda özellikle rahipler kendi kiliselerinin imajını arttırmak için birçok kez Heron'un kapısını çalmıştır. İşte antik çağın en önemli mucitlerinden biri olan Heron'un çağın çok ötesindeki icatları....
Birçok tarihçi için, Antik
çağın en gelişmiş icadı Heron'a ait olan Buhar Motorudur. Kendisine Aeolipile
ismi verilen bu icat, eski Yunancada
buhar topu anlamına gelmektedir. Kaynayan suyun çıkardığı buharın bir
potansiyeli olacağını değerlendiren Heron, hava geçirmez bir kazan yapmış ve
içini su ile doldurmuştur. Isıtılan bu kazanda oluşan buhar enerjisi iki boru
vasıtasıyla bakır bir topa iletilmiştir. Ters yönde sıkıştırılmış buhar
enerjisi bu bakır kürenin ucunda bulunan yönleri zıt iki çıkış kanalının dönmesini sağlamıştır. Çağın çok ilerisinde
olan bu icat sayesinde, bakır top
dakikada 1500 devir yapmıştır. Bu devir sayısı, günümüz
helikopterlerinin dakikadaki devir sayısının üç katıdır.
Şuan ki jet motorlarında
Heronun oluşturduğu bu sistem kullanılmaktadır. Bu icadın neden yapıldığı
hususu ise, büyük bir muammadır. 2000 yıl önce Heron tarafından icat edilen bu
sistem, 19'uncu yüzyıla kadar hiçbir bilim adamı tarafından geliştirilmemiştir.
19'uncu yüzyıla gelindiğinde, buhar enerjisi kullanılmaya başlanması ile sanayi
devriminin en büyük simgesi olmuştur. Günümüzde yüksek basınçlı buhar en
gelişmiş makinelerde kullanılmaktadır. Kesinlikle söyleyebiliriz ki; Heron'un
icat ettiği buhar topunun insanlık için önemi kavranabilseydi, dünya bugün çok farklı bir noktada olurdu.
Otomatik kapı 20'nci
yüzyılda ilk icat edildiğinde insanlarda büyük bir ilgi ve merak uyandırmıştır.
Oysa bu icat 2000 yıl önce, İskenderiyeli Heron tarafından icat edilmiştir.
Hemde Türkiye'nin Efes'inde... Efes'te bulunan eski bir Yunan Tapınağı için
Heron tarihin ilk otomatik kapısını yapmıştır. Bu sistemde; Rahip tarafından
bir ateş yakılıyordu. Yaktığı ateş alttaki bir hava deposunu
ısıtıyordu.Genleşen hava, içinde su olan ikinci bir tankın içine giriyor ve
suyu boruyla bir kovanın içine itiyordu. Havanın genleşmesiyle başlayan bu
basınç kovanın yavaş yavaş aşağıya inmesine sebep oluyordu. Kova ise halatlar
ve makaralarla kapılara bağlıydı. Böylece oluşan basınç kapıların otomatik
açılmasını sağlıyordu. Halk, açılan kapıların Tanrı tarafından açıldığını ve
bunun bir çağrı olduğuna inanıyorlardı. Ateş söndüğünde ise, soğuyan hava
sistemin tersi yönde çalışmasını sağlıyor ve kapılar kapanıyordu. Bu sistem,
İskenderiyeli Heron'un çağın çok ötesinde bir deha olduğunun göstergesidir.
İskenderiyeli Heron'a yaptığı bu icattan sonra 'Tapınak Sihirbazı' adı
verilmiştir.
3. Kutsal Su Otomatı (Satış Makinesi)
1880 yılında yapılan bir Parfüm Otomatı Heron'un 2000 yıl önce yaptığı Kutsal Su Otomatı |
Heron tarihin ilk su
otomatını yani satış makinesini icat eden bilim adamıdır. Antik çağlarda kilise
ve tapınaklarda görevli din adamları, halkın kendi kilise ve tapınaklarını
tercih etmesi ve bağışta bulunması için etkileyici gösteriler yapmaları
gerekiyordu. Bu yüzden dönemin bilim insanlarının kapısını çalarlardı. Eski bir
Yunan Tapınağı Heron'dan yardım istediğinde, Heron çağın çok ilerisinde bir
icat çıkarmıştı. Heron'un yaptığı kutsal su otomatı büyük rağbet görmüştür. Bu
sistemde; tapınağa gelen kişiler, makineye yukarıdan para atıyor, bu para bir
plakanın üstüne düşüyor. Paranın ağırlığı ile plaka musluğu açılıyordu. Plaka
eğilince para üstünden düşüyor böylece musluk tekrar kapanıyordu. Bu sayede,
herkese eşit miktarda kutsal su veriliyordu. Bu basit icat, günümüz dünyasında
heryerde bulunan satış makineleriyle aynı prensiple çalıştığı için, tüm bu sistemlerin
atası konumundadır.
İskenderiyeli Heron, Yunan
tiyatrosu için birçok mekanizma icat etmiştir.Onun icatları arasında, sahnede
kendiliğinden hareket edebilen dört tekerlekli platformlar ile kısa oyunların
canlandırıldığı minyatür tiyatro platformları bulunmaktaydı. Bu sistemlerde,
dişli çark tarafından çalıştırılan bir çiftli halatlar, düğümler ve basit
makineler kullanılmıştır. Bu platformlarda, tiyatroların kapıları kendiliğinden
açılıp kapanıyor, sahnedeki bazı objeler hareket ediyor ve gösteri bittiğinde
sahne kendiliğinden geri gidebiliyordu.
Heron, gökgürültüsü efekti
oluşturmak için bir sistem geliştirmiştir. Boru şeklindeki bu mekanizmada,
yukarıdan aşağı doğru yuvarlanan bronz küreler, kademeler halinde sıralanmış
metal çıkıntılara çarpıyor ve sonuçta dibe yerleştirilen ince metalin üzerine
düşüyor ve bu sayede, önce gök gürlemesi ve daha sonra da yıldırım gürültüsü
meydana geliyordu.Antik Yunan'da büyük ilgi çeken mitolojik tiyatro oyunları
Heron sayesinde çok daha ilgi çekici ve başarılı şekilde sahnelenmekteydi.
Tarihin en büyük bilim adamlarından biri olan Heron dehasıyla zamanının çok ilerisinde bir bilim adamı olduğunu ıspatlamıştır. Yukarıda bahsedilen icatları dışında, rüzgar enerjisinin en erken örneğini teşkil eden yel değirmenlerinden, hava, su ve buhardan yararlanma tekniklerine, mekanikte vinç, makara ve manivera sistemlerine, matematikte geometrik şekiller ile arazi ölçümlerine kadar birçok alanda sayısız eser ve icat ortaya koymuştur. Bulunduğu antik çağa damga vuran Heron, hayalgücünün sınırları olmadığını ortaya koyduğu eserlerle bizlere göstermiştir. Tüm ömrünü bilime adayan bu dehanın yaşamı ve çalışmaları gelecek nesillere örnek teşkil etmektedir.
Arthur Clarke'nin de dediği gibi 'İnsanoğlunun
yapabilecekleri hayal ettikleriyle sınırlıdır.'
3/12/2019
Birçoğumuzun sadece evreka diyerek hamamdan çıplak olarak fırladığı ve suyun kaldırma kuvvetini bulduğunu düşündüğümüz bilim ad...
DEHALIĞIN SİMGESİ ARŞİMET
Birçoğumuzun sadece evreka diyerek hamamdan çıplak olarak fırladığı ve
suyun kaldırma kuvvetini bulduğunu düşündüğümüz bilim adamı... Oysa Yunanlı
Arşimet gerek mekanik ve matematik, fizik ve mühendislik konularında yaptığı
çalışmalar, gerek o dönemin şartlarında ortaya koyduğu icatlar ile bilimin ve
teknolojinin gelişmesine büyük katkı sağlayan kıymetli bir bilim adamıdır.
Savaşların yoğun olarak yaşandığı bu süreçte, Sicilya adasında bulunan Sirakuza
şehir devletinde hüküm süren krallar birçok kez Büyük Roma İmparatorluğunun saldırıları
nasıl önleyebileceği konusunda Arşimet'in kapısını çalmıştır. İşte yeterli bir
kaldıraç kullanıldığında dünyayı yerinden oynatabileceğini iddia eden Arşimetin
hayranlık uyandıran icatları...
Babası tarafından eğitim alması için İskenderiye'deki Öklid Matematik
Okulu'na gönderilen Arşimet, eğitim aldığı süreçte sehirde yaşanan su
sıkıntısını farketmiş ve bunu üzerine kafa yormaya başlamıştır. Arşimet gölden
suyun etkin şekilde çekilebilmesi için burgu sistemini geliştirmiştir. Su, türbine
benzeyen bu helezonik burgu sisteminin oluşturduğu sıkıştırmaya paralel olarak
etkin bir şekilde aşağıdan yukarıya doğru pompalanmaya başlamıştır.O dönemde su
pompalamanın yanında bu sistem, uzun yolculuklarda hayati önem taşıyan,
gemilerde biriken suyun dışarı atılmasını sağlayan sintine pompalarında
kullanılmıştır.
Büyük bir kısmı deniz seviyesinin altında olan ve bunun su baskınlarına sebep olduğu Hollanda, denizden elde ettiği toprakların büyük kısmında Arşimet Burgusunu kullanmıştır. Yani Arşimed Burgusu, bir ülkenin kurulmasında etkin rol oynamıştır. Yine tıp alanında kalp krizi geçiren insanlara düzenli kan pompalanmasını sağlayan sistemde Arşimet Burgusu kullanılmaktadır. İlk su değirmenlerinden hidroelektrik santrallere kadar birçok sistemde, Arşimet Burgusu prensibinden yararlanılmıştır. Yunan matematik dehasının bu basit görünen icadı insanlık tarihinin en önemli buluşlarından biri olmuştur.
Büyük bir kısmı deniz seviyesinin altında olan ve bunun su baskınlarına sebep olduğu Hollanda, denizden elde ettiği toprakların büyük kısmında Arşimet Burgusunu kullanmıştır. Yani Arşimed Burgusu, bir ülkenin kurulmasında etkin rol oynamıştır. Yine tıp alanında kalp krizi geçiren insanlara düzenli kan pompalanmasını sağlayan sistemde Arşimet Burgusu kullanılmaktadır. İlk su değirmenlerinden hidroelektrik santrallere kadar birçok sistemde, Arşimet Burgusu prensibinden yararlanılmıştır. Yunan matematik dehasının bu basit görünen icadı insanlık tarihinin en önemli buluşlarından biri olmuştur.
M.Ö. 218 yılında Sirakuza Şehir Krallığının Kartacalılarla birleşmesinde
sonra bu duruma öfkelenen Roma İmparatorluğu, ünlü konsüllerinden biri olan
Claudius Marcellus’u bir orduyla Sirakuza'ya göndermiştir. Büyük bir tehlikeyle
karşı karşıya kalan Sirakuza Şehir Devleti vatandaşları olan Arşimet'ten
surların korunması noktasında yardım istemiştir. Gelen gemilerin surları
geçmesinin engellenmesi için çalışan Arşimet 3 büyük silah geliştirmiştir;
Arşimet'in Buhar Topu
Arşimet, henüz barut bulunmamış olmasına rağmen, topların Büyük Roma İmparatorluğu gemilerine karşı kullanılmasını sağlamıştır. Yüzyıllarca bilim adamları kaynaklarda belirtilen bu olayın nasıl olduğunu çözmeye çalışmışlardır. Sonunda 21'nci yüzyılda İtalyan bilim adamı Carere Rossi, Arşimet'in bunu nasıl başardığını yaptığı testlerle ıspatlamıştır. Buna göre, farklı açılarla yerleştirilen aynalar kullanılarak güneş ışınları topun dibindeki suya yansıtılmış, burada kaynayan su buharının oluşturduğu basınçla topun güçlü bir şekilde fırlatılması sağlanmıştır. Bunun ıspatı için aynı teknikle çalışan bir sitem geliştiren Rossi, sistemin uygulanabilirliğini başarıyla test etmiştir.
Arşimet, henüz barut bulunmamış olmasına rağmen, topların Büyük Roma İmparatorluğu gemilerine karşı kullanılmasını sağlamıştır. Yüzyıllarca bilim adamları kaynaklarda belirtilen bu olayın nasıl olduğunu çözmeye çalışmışlardır. Sonunda 21'nci yüzyılda İtalyan bilim adamı Carere Rossi, Arşimet'in bunu nasıl başardığını yaptığı testlerle ıspatlamıştır. Buna göre, farklı açılarla yerleştirilen aynalar kullanılarak güneş ışınları topun dibindeki suya yansıtılmış, burada kaynayan su buharının oluşturduğu basınçla topun güçlü bir şekilde fırlatılması sağlanmıştır. Bunun ıspatı için aynı teknikle çalışan bir sitem geliştiren Rossi, sistemin uygulanabilirliğini başarıyla test etmiştir.
Arşimet'in Ölüm Pencesi
Sirakuza Şehir Devleti'nin Romalılar tarafından fethedilmesi için şehir surlarının geçilmesinin şart olduğu anlaşılmıştır. Bu kapsamda 60 gemilik bir filo Sirakuza surlarına gönderilmiştir. Zamanının bu devasa gücüne karşı Arşimet'in geliştirdiği Ölüm Pençesi çok etkili olmuştur.Gece şartlarında amfibi harekat düzenlemek isteyen Roma Ordusu beklenmedik bir silahla karşılaşmıştır. Bir kaldıraç sistemi olan ölüm pençesi, makaralar ve dayanaklardan oluşmaktaydı.Bu sistem, bir gemiyi su yüzeyinden yukarıya kaldırıp ardından kolların aşağı hareket etmesiyle gemiyi batırılması prensibiyle çalışmaktaydı.Kaldıraç sisteminin avantaj ile makaralardaki gerginliğin kırılma noktasına gelip kopmasıyla beraber, 60 tona varan bu gemiler sulara gömülmüştür.
Sirakuza Şehir Devleti'nin Romalılar tarafından fethedilmesi için şehir surlarının geçilmesinin şart olduğu anlaşılmıştır. Bu kapsamda 60 gemilik bir filo Sirakuza surlarına gönderilmiştir. Zamanının bu devasa gücüne karşı Arşimet'in geliştirdiği Ölüm Pençesi çok etkili olmuştur.Gece şartlarında amfibi harekat düzenlemek isteyen Roma Ordusu beklenmedik bir silahla karşılaşmıştır. Bir kaldıraç sistemi olan ölüm pençesi, makaralar ve dayanaklardan oluşmaktaydı.Bu sistem, bir gemiyi su yüzeyinden yukarıya kaldırıp ardından kolların aşağı hareket etmesiyle gemiyi batırılması prensibiyle çalışmaktaydı.Kaldıraç sisteminin avantaj ile makaralardaki gerginliğin kırılma noktasına gelip kopmasıyla beraber, 60 tona varan bu gemiler sulara gömülmüştür.
Ayrıca, kaçmaya çalışan
gemilerin birbirine çarpması sonucu, Roma Ordusu hem fiziksel hem psikolojik
olarak büyük bir yıkıma uğratılmıştır. Claudius Marcellus, ister istemez
hayranlık duyduğu Arşimet'le kendi mühendislerinin başa çıkamayacağını anlamış
“Bu matematik devi ile neden savaşalım? Bizimle alay eder gibi kıyıda oturup
donanmamızı yok ediyor” diyerek Sirakuza’yı tam bir ablukaya almıştır.
Arşimet, savaş makineleri üretmesinin yanı sıra zahmetsizce düşman
gemilerinin yanmasına sebep olacak bir yöntem bulmuştur. O, sadece güneş
ışığını kullanarak korkunç bir silah geliştirmiştir. Kıyılara doğru açı ile
yerleştiren aynalar sayesinde yakından geçen bir gemiye dik bir açı ile
yansıtıldığı anda gemilerin dakikalar içinde yandığı görülmüştür. Kaynaklarda
belirtildiğine göre Arşimet bir Roma filosunu sadece aynalar ve güneş ışığı
yardımıyla yakmıştır. Ayrıca şehri savunan askerlerin bronzdan veya bakırdan
yapılmış ve iyi cilalanmış kalkanların yine güneş ışığının gemilere
yansıtılmasında kullanıldığı iddia edilmektedir. Bu konu üzerinde yapılan
modern çalışmalarda bir geminin yakılması için 200 ya da 300 kalkanın
kullanılması gerektiği tespit edilmiştir.
Arşimet'in Palanga Takımı
Takımı Arşimet'in en önemli icatlarından biri palanga takımıdır. Galileo, Arşimeti bu icadından dolayı üstün insan ilan etmiştir. Ağırlıkların kaldırılması için yoğun kas gücünün gerektiği bu dönemde icadıyla çığır açmıştır. Arşimet makara ve halatlar kullandığı bu sisteminde; kullandığı makara ve halat sayısına paralel olarak çok büyük kütleli cisimlerin kolayca kaldırılabileceğini ıspatlamıştır. Efsaneye göre, Arşimet kullandığı makaralarla büyük bir gemiyi kıyıya çekmiştir. İnsanlık tarihinin en büyük icatlarından biri olan Palanga takımı 2000 yıldır kesintisiz olarak kullanılmaktadır.
Arşimet'in Matematik ve Fizikte Çığır Açan Çalışmaları
Arşimet'in Palanga Takımı
Takımı Arşimet'in en önemli icatlarından biri palanga takımıdır. Galileo, Arşimeti bu icadından dolayı üstün insan ilan etmiştir. Ağırlıkların kaldırılması için yoğun kas gücünün gerektiği bu dönemde icadıyla çığır açmıştır. Arşimet makara ve halatlar kullandığı bu sisteminde; kullandığı makara ve halat sayısına paralel olarak çok büyük kütleli cisimlerin kolayca kaldırılabileceğini ıspatlamıştır. Efsaneye göre, Arşimet kullandığı makaralarla büyük bir gemiyi kıyıya çekmiştir. İnsanlık tarihinin en büyük icatlarından biri olan Palanga takımı 2000 yıldır kesintisiz olarak kullanılmaktadır.
Arşimet'in Matematik ve Fizikte Çığır Açan Çalışmaları
- Suyun Kaldırma Kuvvetini bularak, Hidrostatik Kanununun temellerini ortaya koymuş ve bunu Yüzen Cisimler adlı kitapta toplamıştır.
- Küre ve silindirin hacmini hesaplayacak formüller ortaya koymuştur.
- Pi sayısı, karekök ve integral konularında çalışmalar yapmıştır. Pi sayısının mucidi olarak bilinmektedir.
- Parabolün Dörtgenleştirilmesi kitabını yazmıştır. İlk defa denge prensiplerini ortaya koyan bilim adamıdır.
- Eğri yüzeylerin alanlarını bulmak için formüller geliştirmiştir.
Arşimet'in Öldürülmesi
Sirakuza'yı kuşatan Romalı
komutan Claudius Marcellus şehrin düşmesinden sonra şehrin fethedilmesini bir
yıl kadar geciktiren Arşimet'in öldürülmemesini emretmiştir. Ancak rivayete
göre; Arşimet’in yanına gelen bir asker onu bilimsel çalışma yaparken görmüş ve
müdahale etmiştir. Arşimet askere çizdiği dairelere ilişmemesini söylemiş ve
istifini bozmamıştır. Bunun üzerine askerle arasında geçen tartışma
neticesinde, asker tarafından başına vurulan kılıç darbesiyle öldürülmüştür.
Bunu duyan komutan Claudius Marcellus duruma çok üzülmüş ve hatırasına saygı
olarak büyük bir anıt mezar yaptırmıştır. Arşimet yazdığı eserler ve geliştirdiği
icatlarla insanlık tarihinin en büyük bilim adamlarından biri olmuştur. Tüm
ömrünü bilime adayan bu dehanın yaşamı ve çalışmaları gelecek nesillere örnek
teşkil etmektedir.
2/11/2019
Ruanda Soykırımı 20'nci
yüzyılın en tüyler ürpertici katliamlarından biri olarak tarihe büyük bir kara
leke olarak kazınmıştır. Orta Afrika'da küçük bir ülke olan Ruanda'daki
olayların temeli ortak dil, gelenek ve kültürlere sahip, yüzyıllardır barış
içinde yaşayan Tutsi ve Hutu kabileleri arasında çıkarılan suni bir ırksal
ayrılıktan kaynaklanmaktadır. Birçok insanın ismini bile duymadığı bu ülke
bugün soykırımla eş anlamlı tutulmaktadır. Bu ayrımın yıllarca toplum üzerinde
oluşturduğu travmalar tarihin en büyük katliamlarından birine sebep olmuştur.
Peki aynı kültürel değerlere sahip bir toplumda bu süreç nasıl meydana geldi?
1890 Brüksel Konferansında, bölgede hiç Alman bulunmamasına rağmen Ruanda'nın yönetimi sömürgeci güçlerce Almanlara verilmiştir. I.Dünya Savaşına kadar Almanya idaresinde kalan Ruanda, savaş sonrası dönemde Almanya sömürgeliğinden çıkıp Belçika egemenliğine girmiştir. Belçika'nın Ruanda toplumu üzerinde yarattığı sınıfsal, ekonomik ve siyasal ayrışma, parçalı bir toplum yapısının oluşmasına neden olmuştur. Tarih boyunca huzur içinde yaşayan Tutsi ve Hutu kabileleri Belçikalılar tarafından tekrar sınıflandırılmış ve bu sınıflamaya uygun olarak farklı kimlik kartları verilmiştir. Bu ayrımı yaparken ince, narin ve güzel görünümlü olan, ekonomik şartları iyi (10 inekten fazlası olan) ve eğitimli olan bireyleri Tutsi geri kalan kesimi ise Hutu olarak sınıflandırılmıştır. Bu süreçten sonra azınlığın çoğunluğu yönettiği bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Buna göre Tutsiler gerek devlet yönetiminde, gerek devlet kadrolarında en iyi mevkileri ele geçirmişlerdir. Buna karşın Hutular ise devletin bütün sosyal olanaklarından mahrum bırakılmışlardır.
II.Dünya savaşından sonra yayılan özgürlükçü akımların etkisiyle Belçika Hutular üzerindeki baskıyı azaltmıştır. Birleşmiş Milletlerin kontrolünde yapılan seçimi Hutuların milliyetçi partisi PARMEHUTU'nun kazanmasından sonraki süreçte, yılların verdiği intikam duygusuyla Tutsilere yönelik ayrımcılık ve katliamlara başlanmıştır. Bu süreçte yaşanan çatışmalarda, 100 bine yakın Tutsi katledilmiş, 200 bine yakın Tutsi komşu ülkeler olan Tanzanya ve Uganda'ya sığınmıştır. Bundan sonraki süreçte aşamalı olarak birçok Tutsi öldürülmüş ve göçe maruz bırakılmıştır. 1973'te meydana gelen darbe ile PARMEHUTU hükümeti düşürülmüş, ancak yerine gelen Juvenal Habyarimana'nın da bir Hutu milliyetçisi olması sebebiyle Tutsiler açısından bir değişiklik olmamıştır.
1980'lere kadar gördükleri eziyetler ve katliamlar sebebiyle göç eden Tutsilerin çevre ülkelerdeki nüfusu 500 bini aşmıştır. Bu ülkelerde önemli konumlara gelen Tutsiler, ülkelerine tekrar dönebilmek için örgütlemiş ve Ruanda Yurtseverler Birliğini kurmuştur. Öncelikle diplomasi yoluyla anlaşmaya çalışan bu organizasyon, başarılı sağlayamayınca askeri mücadele yolunu seçmiştir. Bundan dolayı, 1990 'lara kadar aşama aşama iç savaşa sürüklenen bir süreç ortaya çıkmıştır. 1992 yılında Birleşmiş Milletlerin araya girmesiyle bir ateşkes anlaşması imzalanmıştır.
Bu anlaşmayı tanımayan radikal Hutular'dan oluşan Interahamwe Hareketi Tutsiler'in tümüyle yokedilmesi için çalışmalara başlamıştır. Bu kapsamda Tutsiler ve ılımlı Hutular fişlenmiştir. Ülkedeki ekonomik kriz nedeniyle silah alamayan bu gruplar, Çin'den tonlarca satır ve pala siparişi vermiştir. Bu süreçte Interahamwe'ye bağlı radyolarda 'Hamam böceklerini öldürün' anonslara yapılmaya başlanmış ve maalesef beklenen kıvılcım 6 Nisan 1994'te Ruanda Devlet Başkanının uçağının düşürülmesiyle alevlenmiştir.
6 Nisan 1994 ve sonrası süreçte radikal Hutular harekete geçmiş ve öncelikle fişledikleri insanları öldürmeye başlamıştır. Bu süreçte ABD, 11 BM askerinin öldürülmesini bahane ederek bölgeden askerlerin çekilmesini istemiş ve bu kabul edilmiştir. Artık çoğunluk olan radikal Hutular'ın azınlık olan Tutsiler üzerinde katliamı başlamıştır. Hatta o dönem Ruanda'ın ılımlı bir Hutu olan kadın Başbakanı Agathe Uyuling uçağın düşürülmesinden 1 gün sonra Ruanda ordusundaki işbirlikçiler tarafından öldürülmüştür. Yıllardır komşuluk ilişkisi içinde bulunan insanlar birbirlerini satır ve palalarla doğramaya başlamıştır. Eskiden ülkeyi terketmelerine izin verilen Tutsilerin kaçmasını engellemek amacıyla tüm sınırlar tutulmuştur. Katliamı haber alan Ruanda Yurtseverler Birliği harekete geçmiş ve başkent Kigari'ye kadar gelerek, Hutulu milislerle savaşmaya başlamıştır. Bunu bir terörist eylem olarak gören ve önceki süreçte kılını kıpırdatmayan Fransa Hutu hükümetine yardım etmeye karar vermiştir.
Bunun yanı sıra, BM katliam gerçekleştikten sonra Ruanda'da Turkuaz operasyonunu başlatmıştır. Bu operasyonda en büyük rolü üstlenen Fransa, Ruanda Yurtseverler Birliğinin çatışma bölgelerine girmesini engellemiş ve yaklaşık 200 bin Tutsilinin daha ölmesine seyirci kalmıştir. Kısacası Turkuaz operasyonu katliamı engellemekten çok Hutu milislerinin katliamlarını rahat bir şekilde devam etmelerine önayak olmuştur. Hutu milislerine istihbarat ve silah desteği sağlayan Fransızlar bölgeden çekildikten sonra, Ruanda Yurtseverler Birliğinin ve kalan Tutsilerin intikam almasında korkan katliamcı Hutu milisleri ve yaklaşık 2 milyon Hutu çevre ülkelere sığınmışlardır. Ruanda Yurtseverler Birliği askerleri başkent Kigaliyi ele geçirdiğinde artık herşey için çok geç olduğu anlaşılmıştır.
Tarihin en büyük soykırımlarından biri olarak görülen Ruanda Katliamının acı bilançosu tüyler ürperticidir. 100 gün süren çatışmalarda pala ve çivili sopalarla Tutsilerden ve ılımlı Hutulardan yaklaşık 800 bin insan öldürülmüş sadece 300 bin insan sağ olarak kurtulabilmiştir. Soykırımın sonunda 250 – 500 bin arası kadına tecavüz edilmiştir. Halka hizmet veren bütün kurumları işlemez hale gelmiş ve üzerinden yıllar geçmiş olsa dahi tam anlamıyla toparlanamamıştır. Yine aynı dönemde baş gösteren açlık sebebiyle 1 milyona yakın köpek katledilmiştir.
Ruanda Soykırımı 20'nci yüzyılın en tüyler ürpertici katliamlarından biri olarak tarihe büyük bir kara leke olarak ka...
İNSANLIĞIN UTANCI: RUANDA SOYKIRIMI
1890 Brüksel Konferansında, bölgede hiç Alman bulunmamasına rağmen Ruanda'nın yönetimi sömürgeci güçlerce Almanlara verilmiştir. I.Dünya Savaşına kadar Almanya idaresinde kalan Ruanda, savaş sonrası dönemde Almanya sömürgeliğinden çıkıp Belçika egemenliğine girmiştir. Belçika'nın Ruanda toplumu üzerinde yarattığı sınıfsal, ekonomik ve siyasal ayrışma, parçalı bir toplum yapısının oluşmasına neden olmuştur. Tarih boyunca huzur içinde yaşayan Tutsi ve Hutu kabileleri Belçikalılar tarafından tekrar sınıflandırılmış ve bu sınıflamaya uygun olarak farklı kimlik kartları verilmiştir. Bu ayrımı yaparken ince, narin ve güzel görünümlü olan, ekonomik şartları iyi (10 inekten fazlası olan) ve eğitimli olan bireyleri Tutsi geri kalan kesimi ise Hutu olarak sınıflandırılmıştır. Bu süreçten sonra azınlığın çoğunluğu yönettiği bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Buna göre Tutsiler gerek devlet yönetiminde, gerek devlet kadrolarında en iyi mevkileri ele geçirmişlerdir. Buna karşın Hutular ise devletin bütün sosyal olanaklarından mahrum bırakılmışlardır.
II.Dünya savaşından sonra yayılan özgürlükçü akımların etkisiyle Belçika Hutular üzerindeki baskıyı azaltmıştır. Birleşmiş Milletlerin kontrolünde yapılan seçimi Hutuların milliyetçi partisi PARMEHUTU'nun kazanmasından sonraki süreçte, yılların verdiği intikam duygusuyla Tutsilere yönelik ayrımcılık ve katliamlara başlanmıştır. Bu süreçte yaşanan çatışmalarda, 100 bine yakın Tutsi katledilmiş, 200 bine yakın Tutsi komşu ülkeler olan Tanzanya ve Uganda'ya sığınmıştır. Bundan sonraki süreçte aşamalı olarak birçok Tutsi öldürülmüş ve göçe maruz bırakılmıştır. 1973'te meydana gelen darbe ile PARMEHUTU hükümeti düşürülmüş, ancak yerine gelen Juvenal Habyarimana'nın da bir Hutu milliyetçisi olması sebebiyle Tutsiler açısından bir değişiklik olmamıştır.
Ruanda Yurtseverler Cephesi |
1980'lere kadar gördükleri eziyetler ve katliamlar sebebiyle göç eden Tutsilerin çevre ülkelerdeki nüfusu 500 bini aşmıştır. Bu ülkelerde önemli konumlara gelen Tutsiler, ülkelerine tekrar dönebilmek için örgütlemiş ve Ruanda Yurtseverler Birliğini kurmuştur. Öncelikle diplomasi yoluyla anlaşmaya çalışan bu organizasyon, başarılı sağlayamayınca askeri mücadele yolunu seçmiştir. Bundan dolayı, 1990 'lara kadar aşama aşama iç savaşa sürüklenen bir süreç ortaya çıkmıştır. 1992 yılında Birleşmiş Milletlerin araya girmesiyle bir ateşkes anlaşması imzalanmıştır.
Bu anlaşmayı tanımayan radikal Hutular'dan oluşan Interahamwe Hareketi Tutsiler'in tümüyle yokedilmesi için çalışmalara başlamıştır. Bu kapsamda Tutsiler ve ılımlı Hutular fişlenmiştir. Ülkedeki ekonomik kriz nedeniyle silah alamayan bu gruplar, Çin'den tonlarca satır ve pala siparişi vermiştir. Bu süreçte Interahamwe'ye bağlı radyolarda 'Hamam böceklerini öldürün' anonslara yapılmaya başlanmış ve maalesef beklenen kıvılcım 6 Nisan 1994'te Ruanda Devlet Başkanının uçağının düşürülmesiyle alevlenmiştir.
6 Nisan 1994 ve sonrası süreçte radikal Hutular harekete geçmiş ve öncelikle fişledikleri insanları öldürmeye başlamıştır. Bu süreçte ABD, 11 BM askerinin öldürülmesini bahane ederek bölgeden askerlerin çekilmesini istemiş ve bu kabul edilmiştir. Artık çoğunluk olan radikal Hutular'ın azınlık olan Tutsiler üzerinde katliamı başlamıştır. Hatta o dönem Ruanda'ın ılımlı bir Hutu olan kadın Başbakanı Agathe Uyuling uçağın düşürülmesinden 1 gün sonra Ruanda ordusundaki işbirlikçiler tarafından öldürülmüştür. Yıllardır komşuluk ilişkisi içinde bulunan insanlar birbirlerini satır ve palalarla doğramaya başlamıştır. Eskiden ülkeyi terketmelerine izin verilen Tutsilerin kaçmasını engellemek amacıyla tüm sınırlar tutulmuştur. Katliamı haber alan Ruanda Yurtseverler Birliği harekete geçmiş ve başkent Kigari'ye kadar gelerek, Hutulu milislerle savaşmaya başlamıştır. Bunu bir terörist eylem olarak gören ve önceki süreçte kılını kıpırdatmayan Fransa Hutu hükümetine yardım etmeye karar vermiştir.
Bunun yanı sıra, BM katliam gerçekleştikten sonra Ruanda'da Turkuaz operasyonunu başlatmıştır. Bu operasyonda en büyük rolü üstlenen Fransa, Ruanda Yurtseverler Birliğinin çatışma bölgelerine girmesini engellemiş ve yaklaşık 200 bin Tutsilinin daha ölmesine seyirci kalmıştir. Kısacası Turkuaz operasyonu katliamı engellemekten çok Hutu milislerinin katliamlarını rahat bir şekilde devam etmelerine önayak olmuştur. Hutu milislerine istihbarat ve silah desteği sağlayan Fransızlar bölgeden çekildikten sonra, Ruanda Yurtseverler Birliğinin ve kalan Tutsilerin intikam almasında korkan katliamcı Hutu milisleri ve yaklaşık 2 milyon Hutu çevre ülkelere sığınmışlardır. Ruanda Yurtseverler Birliği askerleri başkent Kigaliyi ele geçirdiğinde artık herşey için çok geç olduğu anlaşılmıştır.
Tarihin en büyük soykırımlarından biri olarak görülen Ruanda Katliamının acı bilançosu tüyler ürperticidir. 100 gün süren çatışmalarda pala ve çivili sopalarla Tutsilerden ve ılımlı Hutulardan yaklaşık 800 bin insan öldürülmüş sadece 300 bin insan sağ olarak kurtulabilmiştir. Soykırımın sonunda 250 – 500 bin arası kadına tecavüz edilmiştir. Halka hizmet veren bütün kurumları işlemez hale gelmiş ve üzerinden yıllar geçmiş olsa dahi tam anlamıyla toparlanamamıştır. Yine aynı dönemde baş gösteren açlık sebebiyle 1 milyona yakın köpek katledilmiştir.
Savaş sonrası süreçte sorumluların bulunup cezalandırılmasına çalışılmış
olsa da, sorumlu kişilerin fazlalığı ve katliamın meydana getirdiği etki
sebebiyle yargı sistemi işlemez hale gelmiştir. Kendi mahkemelerini kuran yerel
halk, katliamın büyüklüğü sebebiyle sadece 3'ten fazla insan öldüren kişileri
(!) yargılayabilmiştir. Daha büyük suçlular için Birleşmiş Milletler
gözetiminde Arusha Tanzanya'da bir uluslararası suç mahkemesi kurulmuştur. Tek
elle tutulur ceza Ruanda Silahlı Kuvvetleri generali Augustin Bizimungu'ya
verilen 30 yıllık(?) ceza olmuştur.
Sonuç olarak, yüzbinlerce
masum insanın hayatını kaybettiği bu katliamın kazananı olmamış ve Ruanda
toplumunda bir daha asla onarılmayacak yaralar açmıştır. Ruanda katliamı,
özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan toplumlar için büyük bir ders
niteliğindedir. İnsanları ötekileştirmenin ve etnik kimlik ayrımcılığı
ile siyaset yapılmasının ne tür kanlı olaylara yol açabileceğinin en bariz
örneğidir. Küresel güçlerin kendine menfaat sağlamayacağını düşündüğü yerlerde
insan hakları ihlallerine, katliamlara hatta soykırımlara nasıl sessiz
kaldıklarının en açık göstergesi olmuştur. Ruanda'da böyle olduğu gibi Bosna'da
da aynısı olmuş ve gelecekte de aynısı olacaktır. Ayrıca dikkat edildiğinde bu
süreçlerin öyle bir anda olmadığını, geçmişten günümüze aşama aşama geliştiğini
görmekteyiz Ülkemiz açısından değerlendirildiğinde; Alevi-Sünni, Sağ-Sol ve Türk-Kürt olmak
üzere dış güçler tarafından tetiklenebilecek tehlikeli kırılma noktaları
bulunmakta olup, zaman zaman küresel güçler tarafından harekete geçirilmeye
çalışılmıştır. Bu sebeple insanların duyarlı olması ve hükümetlerin etnik, dini
ve ideolojik olmayan ve tüm halkı kucaklayan siyaset yapmaları ülkemiz
açışından en büyük zorunluluktur.
KAYNAKÇA:
3. Ruanda Soykırımının Değerlendirilmesi, Semih NARGÜL
İranlı
sanatçı Farid Farjad'ın dediği gibi 'Dünyada yüzlerce millet,dil,din,mezhep
olabilir.Ama sadece iki çeşit insan var;vicdanı olan ve vicdanı olmayan.
KAYNAKÇA:
2. Ruanda Katliamı ve
Küresel Güçler, Serhat ORAKÇI
3. Ruanda Soykırımının Değerlendirilmesi, Semih NARGÜL
1/17/2019
Arkeoloji biliminin
gelişmesiyle beraber eski dönem antik medeniyetlerinin kalıntıları incelenmeye
başlanmıştır. Özellikle 1851'de Austen Henry Layard'ın Sümerlilerin yaşadığı
Musul ve çevresinde yürütttüğü kazı çalışmalarında Asurbanipal Kütüphanesine ve
birçok tarihi kalıntıya ulaşmıştır. Bu kalıntılar üzerinde yıllarca arkeolog ve
bilim adamları tarafından incelemeler yapılmıştır. 1872 'de İngiliz tarihçi
George Smith kutsal kitaplarda yazan Nuh Tufanı hadisesinin tabletlerde
yazdığını ortaya çıkarmıştır. Bunun gibi birçok olayın betimlendiği tabletler
araştırmacıların ilgisini çekmiştir.
Yine Güney Amerika'da
çöllerin ve dağların üzerine yapılmış devasa çizimlerin göktekilerle iletişim
kurmak ve yardım istemek amacıyla çizildiği ve Annunaki tasvirlerine benzerlik
gösterdiği belirtilmektedir. Birbirinden bu kadar uzak medeniyetlerin benzer
figür ve sembolleri tasvir etmeleri gerçekten ilginçtir.
Tarih sahnesi incelendiğinde dünya gelişiminin büyük kısmı üç medeniyet üzerine odaklanmaktadır. Mezopotamya'da bulun...
ANNUNAKİLER'İN GİZEMİ
Tarih sahnesi incelendiğinde
dünya gelişiminin büyük kısmı üç medeniyet üzerine odaklanmaktadır.
Mezopotamya'da bulunan Sümerler, Orta Amerika'da ortaya çıkan Mayalar ve
Kuzeydoğu Afrika'da yer alan Antik Mısır Medeniyeti. Bu uygarlıklar yazıdan,
tekerleğe, kağıttan takvime birçok icadın anavatanı olmakla beraber,
matematikten, astronomiye, tıptan mimariye (Mısır piramitleri) hukuk ve devlet
sistemlerine kadar inanılmaz gelişmeler göstermişlerdir. Bugün
insanlığın geldiği noktada bu medeniyetler büyük katkı sağlamıştır. Peki o
dönem şartlarında ve teknoloji seviyesinde uygarlıkların bu denli
gelişebilmesinin ve günümüz teknolojisi ile ulaşılamayan bilgilere ulaşmasının
ardındaki sır neydi?
Arkeolog Zecharia Sitchin'in
tabletler üzerine yaptığı araştırmanın sonuçları ise dünyayı şaşkınlığa
uğratmıştır. Sitchin'in Tanrı olarak bilinen insan üstü varlıkların tabletlerde
birçok yerde anlatıldığını ve bu varlıkların Dünyaya indiğine dahil çizimlerin
olduğunu iddia etmiştir. Tabletlerde edilen bilgilerde Gökten İnen Elliler
olarak tanımlanan Annunakilerden bahsedilmektedir. Yarı insan yarı hayvan
olarak tasvir edilen bu yaratıkların
altın, yiyecek ve madenler için yeryüzüne indirdikleri, alınan bu ganimetlere
karşı insanların gelişimlerine yardım ettiklerini ve bilmedikleri şeyleri
öğrettiklerini belirtmiştir. Gökten inen ve üstün bilgilere sahip olan
Annunakiler insanlar tarafından Tanrılar olarak resmedilmişlerdir.
Sümerlilerin özellikle
astronomi alanında bu denli ileri olmaları büyük şaşkınlık yaratmaktadır. Bu
tabletlerde resmedilmiş bir figür insanları hayrete düşürmüştür. Sümerliler
tarafından mühür olarak kullanılan tablettte bugünkü güneş sisteminin ve
gezegenlerin resmedildiği görülmektedir. Gelişmiş teleskoplar sayesinde
Uranüs'ün 1781'de, Neptün'ün 1841, Plütonun 1930'larda keşfedildiğini
düşünürsek bundan tam 6000 yıl önce tüm gezegenlerin ve güneşe göre
konumlanmalarının resmedilmesi büyük bir hayranlık oluşturmakla beraber,
kafalarda büyük bir soru işareti oluşturmaktadır. Tabletlerde bu bilginin
Sümerlilere gökten inenler tarafından verildiğinden bahsedilmektedir.
Resmedilen bu güneş sisteminde bir gezegen fazla gösterilmekte ve bu gezegenin
Annunakiler'in yaşadığı Niribu adlı gezegen olduğu iddia edilmektedir.
Geçtiğimiz yıllarda NASA Güneş sistemimizde yeni bir gezegenin varlığına dair
bulgulara ulaşıldığı açıklamasını yapmıştır ve daha sonra bu haber Washington
Post'ta yayınlanmıştır.
Sümerliler'den binlerce
kilometre uzaklıkta bulunan Maya Medeniyetine ait kalıntılar incelendiğinde
yine Sümerlilere benzer figürler işlendiği görülmektedir. Özellikle astronot
kıyafetli , kulaklıklı figür çizimleri dikkat çekmektedir. Mısır piramitlerinin
kusursuzluğu ve yapımında kullanılan taşların o günkü teknolojiyle
kilometrelerce taşınması akıllara Annunakileri getirmektedir. Mısır
kalıntılarında da yine gökten inen varlıklara yönelik çizimlere ulaşılmıştır.
Türkiye'de ise Frigya vadisi
olarak bilinen ve Afyon sınırlarında yer alan antik yerleşim yerinde bulunan
izlerin belli bir simetri şeklinde olduğu ve 15 milyon yıl öncesine ait bu
kilometrelerce devam eden izlerin belli araçlar kullanılmadan yapılamayacağı
konusunda araştırmacılar hemfikirlerdir. Aynı izlere Malta, İspanya, İtalya ve
Ukrayna'da da rastlanmıştır.
Sümer Tabletlerinde
Annunakilerin ülkelerinde yeteri kadar altın bulunmadığını ve bu sebeple
özellikle güneşin zararlı ışıklarından korunmak için dünyadaki altın
rezervlerine yöneldikleri belirtilmektedir. Bu medeniyetlere ait figürlerde
Tanrılara yemek ve altın sunulmasını resmeden birçok tarihi kalıntı
bulunmaktadır. O dönemlerde başta firavunlar olmak üzere insanların vücutlarına
güneşin zararlı ışınlarından korunmak için altın tozu sürdükleri tabletlerde
yazmaktadır. Özellikle son yıllarda araştırmacılar altın elementinin ozon katmanının tamir edilmesinde
kullanılabileceğini ileri sürmektedirler. Ayrıca yine altın sayesinde ozon
tabakası benzeri bir tabakanın oluşturulabileceği varsayımı üzerinde
durulmaktadır.
Eski Mısır Kralı III.Ramses'in halefine yazdığı mektup Annunaki araştırmacıları tarafından dikkatli
bir şekilde incelenmiş ve söz konusu mektupta Eski Mısır topraklarında bulunan
altın rezervlerinin yerlerinin belirtildiği anlaşılmıştır. Arkeolog ve
araştırmacılar mektupta belirtilen yerlere kazı çalışmaları yaptıklarında söz
konusu yerlerin yaklaşık 10000 yıl önce kazıldığını ve tüm altının
çıkarıldığını tespit edip hayrete düşmüşlerdir. Annunakiler tarafından sadece
altın değil diğer madenlerin de çıkardığı ve gezegenlerine götürüldüğü iddia
edilmektedir. Bunların başında da tabletlerde mavi taş olarak bilinen uranyum
gelmektedir. Bugün yapılan araştırmalar dünyanın belli noktalarındaki uranyum
kaynaklarının binlerce yıl önce çıkarıldığını doğrulamaktadır.Günümüz
teknolojisinde bile bir kaç süper güç devlet dışında bu madenlerin çıkarılması
mümkün gözükmemektedir.
Sonuç olarak, bu medeniyetlerin binlerce yıl öncesinde eldeki kıt
kaynaklarla bilim ve teknolojide günümüzde bile ulaşılamayan bilgilere ulaşması
Annunaki yada benzeri varlıklara ilişkin gerçeği gözler önüne sermektedir. Rad
suresinin 15 'inci ayetinde bahsedilen 'Göktekiler' ifadesi cismani varlıklar
için kullanılmıştır. Yine İsra suresinin 70'inci ayetinde 'Biz Ademoğullarını
yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık' şeklinde tefsir edilmiştir. Bu
açıdan değerlendirildiğinde yaratılmışların en üstünü insan değildir. Yine
Yasin suresinin 81'inci ayetinde “Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini
yaratmaya kadir değil midir? Evet, O, yaratan ve bilendir.” ifadesi evrende
yalnız olmadığımızın Kuran'da geçen kanıtıdır.
Birçok araştırmacı
Annunakilerin belli dönemlerde dünyaya gelerek insanların yaşamlarında büyük
etkiler bıraktıklarını belirtmektedir. Peki akıllara şu soru geliyor?
Annunakiler dünyaya en son ne zaman geldiler? Acaba insan ırkının gelişimine ne
gibi zarar ya da yararları oldu? Belki de birgün gelip yaptıkları tahribatı
düzeltirler ya da çok daha gelişmesini sağlarlar. Belki de çok uzun süredir
belli insanlarla ya da devletlerle iletişim halindeler ve bu sır gibi
saklanıyor. Öyle gözüküyor ki, Annunakilerin gizemi daha uzun süre insanların
kafasında bir soru işareti ve merak ettikleri büyük bir sır olarak kalmaya
devam edecek...
KAYNAKÇA:
1. Anunnakiler-Sümer'in Göksel Ataları, Göktürk
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
POPÜLER YAZILAR
SON YAZILAR
Popüler Yayınlar
-
Kalaşlar, krizin ve çatışmaların kol gezdiği Afganistan ve Pakistan ülkelerinin sınırında, üç bin metre yükseklikteki ...
-
Nuh Tufanının dünya üzerinde yarattığı büyük yıkımdan sonra tekrar biraraya gelen ve yükselişe geçen insanoğlunun bir sembolü olan Bab...
-
Hristiyan temelli olan Mormon Dini, bugün sayıları 15 milyonu bulan taraftarlarıyla hristiyanlığın yeniden yorumlanmış halidir. Semavi...