Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

   Deliler diğer ismi ile Azaplar, ürkütücü kıyafetleri, savaş tarzları ve üstlendikleri misyonla Osmanlı Ordusunun en seçkin ve gözü ...

gözü pek birlik

  Deliler diğer ismi ile Azaplar, ürkütücü kıyafetleri, savaş tarzları ve üstlendikleri misyonla Osmanlı Ordusunun en seçkin ve gözü kara süvari birlikleri olmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş, yükselme ve duraklama döneminde savaşlarda en önde yer alan Deliler, düşmana büyük bir korku salmaktaydı. Hepimizin bildiği meşhur Osmanlı tokadı ile özdeşleşen Deliler, o dönemin savaşlarında düşman askerleri üzerinde yarattıkları psikolojik üstünlük ile büyük yararlılıklar göstermiştir. İşte Avrupa kaynaklarında bile korkunç tasvirlerle anlatılan Deliler'in hikayesi...

deliler ve varna

  Delilerin nasıl kurulduğu hususu muamma olsa da, 15'inci yüzyılın sonlarına doğru uç birlikler olarak ortaya çıktıkları, gösterdikleri yarar farkedilince Osmanlı Ordusunda istihdam edilmeye başladıkları kaynaklarda belirtilmektedir. Delilerin ilk ciddi sınavları, Papanın liderliğinde kurulan Haçlı Ordusuna karşı yapılan Varna ve Kosava Savaşları ile İstanbul'un Fethi olmuştur. Zamanla sayıları artan Deliler  tüyler ürpetici bir güç haline gelmiştir. Deliler, Tiryaki Hasan Paşa emrinde Kanice Müdafasında, Lala Mehmet Paşa'nın emrinde Estergon'un alınmasında, Fazıl Ahmet Paşa'nın emrinde Uyvar'ın Fethinde, 1828 Osmanlı Rus Harbinde çok büyük fedakarlıklar göstermiştir.

korkutan deliler

  Deli Ocağının en büyük misyonu, düşman askerlerinin  moralini bozmak ve psikolojik üstünlüğü elde etmekti. Bu konuda çok başarılı oldukları birçok kaynakta belirtilmiştir. Düşman askerleri tarafından Deliler, mitolojik çağlardan gelen insanüstü varlıklar olarak tasvir edilmiştir. Bu psikolojinin yarattığı korku ve şaşkınlık sayesinde düşmana kolayca ilk darbe vurulmaktaydı. Ayrıca Deliler, arkalarında bulunan diğer askeri birliklerin tereddüt ve korkularını yenmelerini sağlamaktaydı. Delilerin en dikkat çeken özelliklerinden birisi de, maddi kaygılardan uzak ve tamamen devletlerine ve padişahlarına olan sadakat ve gönül bağlarıydı. Deliler, cesaret ve savaşçılığından dolayı 2'inci Halife Hz. Ömer'i kendilerine örnek almıştır. Onlar için, Osmanlı ordusunun tören geçişlerinde aşağıdaki dizeleri okumak adet haline gelmişti.;

               'Kalpaklarımız Emirü’l-mü’minün Hz. Ömer’in çizmesinin koncuğudur, 
               Ocağımız müşarünileyh efendimize mensuptur.'

deliler ve zobu

   Deliler ile ilgili anlatılan efsanevi savaş hikayeleri dönemin gençleri üzerinde çok büyük olumlu etki yaratmaktaydı.Birçok Osmanlı genci büyüdüğünde Deliler grubuna girmenin hayalini kurardı. Ancak en seçkin birliklerden olan Delilere girmek o kadar kolay değildi. Deli olmak isteyen adaylar öncelikle 'Zobu' denilen ağaların yanında yetiştirilirdi. Bu süreçte, adaylara devlet terbiyesi ve ordunun usul ve kaideleri öğretilirdi. Kendini ıspat eden adaylara deli kaypağı giydirilir ve ağa çırağı olarak deftere kaydedilirdi. Ancak sadece seçilmek yeterli değildi. Deli olan kişi bu seçkin birliğin zor şartlarını yerine getirmekte zorluk çekerse, bu makamı boş yere işgal ettiği düşünülüp, rezil edildikten sonra ocaktan kovulurdu. Yani Deli olmak çok büyük yürek işiydi. Bayrak adı verilen 50-60 kişilik küçük ocaklara ayrılan delilerin başında bir Deli Beyi bulunurdu. Deliler en parlak olduğu dönemlerde sayıları 10 bine ulaşmıştır.

delilerin etkisi

  Fransız mühendis ve asker Alain Manesson Mallet 1684'te yazdığı eserde Deliler için 'Bunlar öylersine cesurlardır ki; bir kralın emrine girdiklerinde onları vazgeçirebilecek hiçbir ceza korkusu yoktur. Bu nedenlerden dolayı Osmanlı onlara Deli adını vermiştir ve bu ad dillerinde gözü pek anlamına gelir' demiştir. Yine Venedikli Veçelyo delilerden bahsettiği kitabında 'Öylesine cesur hareket ederlerdi ki, insanları, gölgelerinin bile öldürücü oduğuna inandırmışlardı' şeklinde belirtmiştir. Delilerin, Sultan 3'üncü Murat'ın çocuklarının sünnet töreninde; binicilik yetenekleri ile vücutlarına sapladıkları bıçaklarla acıya ne denli dayanıklı olduklarını gösteren minyatürler günümüze kadar ulaşmıştır. Osmanlı İmparatorluğunu barbar ve cani göstermek isteyen Avrupalılar, Osmanlı Ordusunu tasvir ederken çoğu zaman Delileri tasvir etmişlerdir.

delilerin kıyafeti

  Delilerin en çok dikkat çeken bir diğer özelliği giydikleri tüyler ürpertici kıyafetlerdir. Genelde saçları kazıtılan Deliler, elbiselerinde aslan, sırtlan ve ayı benzeri hayvanların kürklerini giyerlerdi. Yine hayvan derilerinden yaptıkları Deli Kalpağını giyerler ve bu kalpaklarda kartal ve benzeri hayvanların tüylerini kullanırlardı. 'Serhatlık' adı verilen yüksek topuklu, sivri burunlu, arkasında mahmuzu bulunan ve genelde sarı renkte deri çizme veya ayakkabı giyerlerdi. Bayraklarında 'Kaderde ne varsa o gelir başa ' yazardı.

deliler ve mermer

  Delilerin başlıca kullandıkları silahlar; macar usulu bir mızrak, kılıç, balta, satır, bozdoğan ve savaş çekiciydi. Delilerin kendileri gibi haşmetli atları da kartal tüyü ve hayvan postlarıyla süslenirdi. Eğitim süreçlerinde ıslak mermer üzerine çıplak elle tokat atan Deliler böylece nasır tutmuş ellerini bir silah olarak kullanırlardı. Bu silaha tarihte 'Osmanlı Tokadı' olarak isimlendirilmiştir. Araştırmalara göre bu tokatlar o kadar etkiliydi ki; tek bir tokatla bir düşman, kafatasında oluşan travmaya bağlı olarak ölebiliyordu. 

delilerin kahramanlıkları

  Osmanlı'nın gerileme döneminde meydana gelen kurum ve birliklerdeki disiplinsizlik ve yozlaşma Delilerde etkisini göstermiştir. Eski disiplinini ve etkisini kaybeden Deliler Ocağı, 2'nci Mahmut'un reform hareketlerinden nasibini almış ve 1829 yılında lağvedilerek tamamen ortadan kaldırılmıştır. Osmanlının bu kahraman, gözü kara ve efsane askerlerinin fedakarlıkları bir sinema filmi olarak beyaz perdeye aktırılmıştır. İzlemenizi kesinlikle tavsiye ettiğim söz konusu filmin fragmanı aşağıdadır.

https://www.youtube.com/watch?v=sZ742X_P3Xs

   Heron, Roma İmparatorluğunun hakimiyetinde bulunan İskenderiye şehrinde yaşamış bir kısım eserleri günümüze kadar ulaşmış, bugün...


iskenderiyeli heron

  Heron, Roma İmparatorluğunun hakimiyetinde bulunan İskenderiye şehrinde yaşamış bir kısım eserleri günümüze kadar ulaşmış, bugünün modern teknolojilerinin ilk örneklerinin mucidi değerli bir  bilim adamıdır. Antik çağın en büyük deneycilerinden olan Heron sahip olduğu hayalgücüyle günümüz dünyasını şaşkınlığa uğratmıştır. Tüm vaktini o dönemin bilim merkezi olan İskenderiye Kütüphanesinde geçiren ve  'Kahraman' lakabıyla tanınan Heron'un matematik, fizik ve mekanik konularında yazmış olduğu 13 eser günümüze kadar ulaşmıştır. Antik çağda özellikle rahipler kendi kiliselerinin imajını arttırmak için birçok kez Heron'un kapısını çalmıştır. İşte antik çağın en önemli mucitlerinden biri olan Heron'un çağın çok ötesindeki  icatları....

1. Tarihin İlk Buhar Motoru


heron ve buhar tribünü

 Birçok tarihçi için, Antik çağın en gelişmiş icadı Heron'a ait olan Buhar Motorudur. Kendisine Aeolipile ismi verilen bu icat,  eski Yunancada buhar topu anlamına gelmektedir. Kaynayan suyun çıkardığı buharın bir potansiyeli olacağını değerlendiren Heron, hava geçirmez bir kazan yapmış ve içini su ile doldurmuştur. Isıtılan bu kazanda oluşan buhar enerjisi iki boru vasıtasıyla bakır bir topa iletilmiştir. Ters yönde sıkıştırılmış buhar enerjisi bu bakır kürenin ucunda bulunan yönleri zıt iki çıkış kanalının  dönmesini sağlamıştır. Çağın çok ilerisinde olan bu icat sayesinde, bakır top  dakikada 1500 devir yapmıştır. Bu devir sayısı, günümüz helikopterlerinin dakikadaki devir sayısının üç katıdır.


jet motorları ve Heron

  Şuan ki jet motorlarında Heronun oluşturduğu bu sistem kullanılmaktadır. Bu icadın neden yapıldığı hususu ise, büyük bir muammadır. 2000 yıl önce Heron tarafından icat edilen bu sistem, 19'uncu yüzyıla kadar hiçbir bilim adamı tarafından geliştirilmemiştir. 19'uncu yüzyıla gelindiğinde, buhar enerjisi kullanılmaya başlanması ile sanayi devriminin en büyük simgesi olmuştur. Günümüzde yüksek basınçlı buhar en gelişmiş makinelerde kullanılmaktadır. Kesinlikle söyleyebiliriz ki; Heron'un icat ettiği buhar topunun insanlık için önemi kavranabilseydi,  dünya bugün çok farklı bir noktada olurdu.

2. Tarihin İlk Otomatik Kapısı


Heron dehası

  Otomatik kapı 20'nci yüzyılda ilk icat edildiğinde insanlarda büyük bir ilgi ve merak uyandırmıştır. Oysa bu icat 2000 yıl önce, İskenderiyeli Heron tarafından icat edilmiştir. Hemde Türkiye'nin Efes'inde... Efes'te bulunan eski bir Yunan Tapınağı için Heron tarihin ilk otomatik kapısını yapmıştır. Bu sistemde; Rahip tarafından bir ateş yakılıyordu. Yaktığı ateş alttaki bir hava deposunu ısıtıyordu.Genleşen hava, içinde su olan ikinci bir tankın içine giriyor ve suyu boruyla bir kovanın içine itiyordu. Havanın genleşmesiyle başlayan bu basınç kovanın yavaş yavaş aşağıya inmesine sebep oluyordu. Kova ise halatlar ve makaralarla kapılara bağlıydı. Böylece oluşan basınç kapıların otomatik açılmasını sağlıyordu. Halk, açılan kapıların Tanrı tarafından açıldığını ve bunun bir çağrı olduğuna inanıyorlardı. Ateş söndüğünde ise, soğuyan hava sistemin tersi yönde çalışmasını sağlıyor ve kapılar kapanıyordu. Bu sistem, İskenderiyeli Heron'un çağın çok ötesinde bir deha olduğunun göstergesidir. İskenderiyeli Heron'a yaptığı bu icattan sonra 'Tapınak Sihirbazı' adı verilmiştir.

3. Kutsal Su Otomatı (Satış Makinesi)
satıs makinesi
           1880 yılında yapılan bir Parfüm Otomatı                                   Heron'un 2000 yıl önce yaptığı Kutsal Su Otomatı
  Heron tarihin ilk su otomatını yani satış makinesini icat eden bilim adamıdır. Antik çağlarda kilise ve tapınaklarda görevli din adamları, halkın kendi kilise ve tapınaklarını tercih etmesi ve bağışta bulunması için etkileyici gösteriler yapmaları gerekiyordu. Bu yüzden dönemin bilim insanlarının kapısını çalarlardı. Eski bir Yunan Tapınağı Heron'dan yardım istediğinde, Heron çağın çok ilerisinde bir icat çıkarmıştı. Heron'un yaptığı kutsal su otomatı büyük rağbet görmüştür. Bu sistemde; tapınağa gelen kişiler, makineye yukarıdan para atıyor, bu para bir plakanın üstüne düşüyor. Paranın ağırlığı ile plaka musluğu açılıyordu. Plaka eğilince para üstünden düşüyor böylece musluk tekrar kapanıyordu. Bu sayede, herkese eşit miktarda kutsal su veriliyordu. Bu basit icat, günümüz dünyasında heryerde bulunan satış makineleriyle aynı prensiple çalıştığı için, tüm bu sistemlerin atası konumundadır.


4. Tiyatro Platformları ve Efektleri


tiyatro ve heron

  İskenderiyeli Heron, Yunan tiyatrosu için birçok mekanizma icat etmiştir.Onun icatları arasında, sahnede kendiliğinden hareket edebilen dört tekerlekli platformlar ile kısa oyunların canlandırıldığı minyatür tiyatro platformları bulunmaktaydı. Bu sistemlerde, dişli çark tarafından çalıştırılan bir çiftli halatlar, düğümler ve basit makineler kullanılmıştır. Bu platformlarda, tiyatroların kapıları kendiliğinden açılıp kapanıyor, sahnedeki bazı objeler hareket ediyor ve gösteri bittiğinde sahne kendiliğinden geri gidebiliyordu.


Heron, gökgürültüsü efekti oluşturmak için bir sistem geliştirmiştir. Boru şeklindeki bu mekanizmada, yukarıdan aşağı doğru yuvarlanan bronz küreler, kademeler halinde sıralanmış metal çıkıntılara çarpıyor ve sonuçta dibe yerleştirilen ince metalin üzerine düşüyor ve bu sayede, önce gök gürlemesi ve daha sonra da yıldırım gürültüsü meydana geliyordu.Antik Yunan'da büyük ilgi çeken mitolojik tiyatro oyunları Heron sayesinde çok daha ilgi çekici ve başarılı şekilde sahnelenmekteydi.



heron ve eserleri
  Tarihin en büyük bilim adamlarından biri olan Heron dehasıyla zamanının çok ilerisinde bir bilim adamı olduğunu ıspatlamıştır. Yukarıda bahsedilen icatları dışında, rüzgar enerjisinin en erken örneğini teşkil eden yel değirmenlerinden, hava, su ve buhardan yararlanma tekniklerine, mekanikte vinç, makara ve manivera sistemlerine, matematikte geometrik şekiller ile arazi ölçümlerine kadar birçok alanda sayısız eser ve icat ortaya koymuştur. Bulunduğu antik çağa damga vuran Heron, hayalgücünün sınırları olmadığını ortaya koyduğu eserlerle bizlere göstermiştir. Tüm ömrünü bilime adayan bu dehanın yaşamı ve çalışmaları gelecek nesillere örnek teşkil etmektedir.


 Arthur Clarke'nin de dediği gibi 'İnsanoğlunun yapabilecekleri hayal ettikleriyle sınırlıdır.'

    Birçoğumuzun sadece evreka diyerek hamamdan çıplak olarak fırladığı ve suyun kaldırma kuvvetini bulduğunu düşündüğümüz bilim ad...

suyun kaldırma kuvveti

  Birçoğumuzun sadece evreka diyerek hamamdan çıplak olarak fırladığı ve suyun kaldırma kuvvetini bulduğunu düşündüğümüz bilim adamı... Oysa Yunanlı Arşimet gerek mekanik ve matematik, fizik ve mühendislik konularında yaptığı çalışmalar, gerek o dönemin şartlarında ortaya koyduğu icatlar ile bilimin ve teknolojinin gelişmesine büyük katkı sağlayan kıymetli bir bilim adamıdır. Savaşların yoğun olarak yaşandığı bu süreçte, Sicilya adasında bulunan Sirakuza şehir devletinde hüküm süren krallar birçok kez Büyük Roma İmparatorluğunun saldırıları nasıl önleyebileceği konusunda Arşimet'in kapısını çalmıştır. İşte yeterli bir kaldıraç kullanıldığında dünyayı yerinden oynatabileceğini iddia eden Arşimetin hayranlık uyandıran icatları...
Arşimet Burgusu


suyun pompalanması
 Babası tarafından eğitim alması için İskenderiye'deki Öklid Matematik Okulu'na gönderilen Arşimet, eğitim aldığı süreçte sehirde yaşanan su sıkıntısını farketmiş ve bunu üzerine kafa yormaya başlamıştır. Arşimet gölden suyun etkin şekilde çekilebilmesi için burgu sistemini geliştirmiştir. Su, türbine benzeyen bu helezonik burgu sisteminin oluşturduğu sıkıştırmaya paralel olarak etkin bir şekilde aşağıdan yukarıya doğru pompalanmaya başlamıştır.O dönemde su pompalamanın yanında bu sistem, uzun yolculuklarda hayati önem taşıyan, gemilerde biriken suyun dışarı atılmasını sağlayan sintine pompalarında kullanılmıştır. 


suyun yukarıya taşınması

  Büyük bir kısmı deniz seviyesinin altında olan ve bunun su baskınlarına sebep olduğu Hollanda, denizden elde ettiği toprakların büyük kısmında Arşimet Burgusunu kullanmıştır. Yani Arşimed Burgusu, bir ülkenin kurulmasında etkin rol oynamıştır. Yine tıp alanında kalp krizi geçiren insanlara düzenli kan pompalanmasını sağlayan sistemde Arşimet Burgusu kullanılmaktadır. İlk su değirmenlerinden hidroelektrik santrallere kadar birçok sistemde, Arşimet Burgusu prensibinden yararlanılmıştır. Yunan matematik dehasının bu basit görünen icadı insanlık tarihinin en önemli buluşlarından biri olmuştur. 


 Sirakuza Savunması


şehir haritası

   M.Ö. 218 yılında Sirakuza Şehir Krallığının Kartacalılarla birleşmesinde sonra bu duruma öfkelenen Roma İmparatorluğu, ünlü konsüllerinden biri olan Claudius Marcellus’u bir orduyla Sirakuza'ya göndermiştir. Büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalan Sirakuza Şehir Devleti vatandaşları olan Arşimet'ten surların korunması noktasında yardım istemiştir. Gelen gemilerin surları geçmesinin engellenmesi için çalışan Arşimet 3 büyük silah geliştirmiştir;

Arşimet'in Buhar Topu

 Arşimet, henüz barut bulunmamış olmasına rağmen, topların Büyük Roma İmparatorluğu gemilerine karşı kullanılmasını sağlamıştır. Yüzyıllarca bilim adamları kaynaklarda belirtilen bu olayın nasıl olduğunu çözmeye çalışmışlardır. Sonunda 21'nci yüzyılda İtalyan bilim adamı Carere Rossi, Arşimet'in bunu nasıl başardığını yaptığı testlerle ıspatlamıştır. Buna göre, farklı açılarla yerleştirilen aynalar kullanılarak güneş ışınları topun dibindeki suya yansıtılmış, burada kaynayan su buharının oluşturduğu basınçla topun güçlü bir şekilde fırlatılması sağlanmıştır. Bunun ıspatı için aynı teknikle çalışan bir sitem geliştiren Rossi, sistemin uygulanabilirliğini başarıyla test etmiştir. 

Arşimet'in Ölüm Pencesi

gemilerin kabusu

 Sirakuza Şehir Devleti'nin Romalılar tarafından fethedilmesi için şehir surlarının geçilmesinin şart olduğu anlaşılmıştır. Bu kapsamda 60 gemilik bir filo Sirakuza surlarına gönderilmiştir. Zamanının bu devasa gücüne karşı Arşimet'in geliştirdiği Ölüm Pençesi çok etkili olmuştur.Gece şartlarında amfibi harekat düzenlemek isteyen Roma Ordusu beklenmedik bir silahla karşılaşmıştır. Bir kaldıraç sistemi olan ölüm pençesi, makaralar ve dayanaklardan oluşmaktaydı.Bu sistem, bir gemiyi su yüzeyinden yukarıya kaldırıp ardından kolların aşağı hareket etmesiyle gemiyi batırılması prensibiyle çalışmaktaydı.Kaldıraç sisteminin avantaj ile makaralardaki gerginliğin kırılma noktasına gelip kopmasıyla beraber, 60 tona varan bu gemiler sulara gömülmüştür. 


vinç sistemi


  Ayrıca, kaçmaya çalışan gemilerin birbirine çarpması sonucu, Roma Ordusu hem fiziksel hem psikolojik olarak büyük bir yıkıma uğratılmıştır. Claudius Marcellus, ister istemez hayranlık duyduğu Arşimet'le kendi mühendislerinin başa çıkamayacağını anlamış “Bu matematik devi ile neden savaşalım? Bizimle alay eder gibi kıyıda oturup donanmamızı yok ediyor” diyerek Sirakuza’yı tam bir ablukaya almıştır.

Arşimet'in  Ölüm Işını
yakılan gemiler

 Arşimet, savaş makineleri üretmesinin yanı sıra zahmetsizce düşman gemilerinin yanmasına sebep olacak bir yöntem bulmuştur. O, sadece güneş ışığını kullanarak korkunç bir silah geliştirmiştir. Kıyılara doğru açı ile yerleştiren aynalar sayesinde yakından geçen bir gemiye dik bir açı ile yansıtıldığı anda gemilerin dakikalar içinde yandığı görülmüştür. Kaynaklarda belirtildiğine göre Arşimet bir Roma filosunu sadece aynalar ve güneş ışığı yardımıyla yakmıştır. Ayrıca şehri savunan askerlerin bronzdan veya bakırdan yapılmış ve iyi cilalanmış kalkanların yine güneş ışığının gemilere yansıtılmasında kullanıldığı iddia edilmektedir. Bu konu üzerinde yapılan modern çalışmalarda bir geminin yakılması için 200 ya da 300 kalkanın kullanılması gerektiği tespit edilmiştir.

Arşimet'in Palanga Takımı


kaldırma gücü

  Takımı Arşimet'in en önemli icatlarından biri palanga takımıdır. Galileo, Arşimeti bu icadından dolayı üstün insan ilan etmiştir. Ağırlıkların kaldırılması için yoğun kas gücünün gerektiği bu dönemde icadıyla çığır açmıştır. Arşimet makara ve halatlar kullandığı bu sisteminde; kullandığı makara ve halat sayısına paralel olarak çok büyük kütleli cisimlerin kolayca kaldırılabileceğini ıspatlamıştır. Efsaneye göre, Arşimet kullandığı makaralarla büyük bir gemiyi kıyıya çekmiştir. İnsanlık tarihinin en büyük icatlarından biri olan Palanga takımı 2000 yıldır kesintisiz olarak kullanılmaktadır. 

Arşimet'in Matematik ve Fizikte Çığır Açan Çalışmaları
  • Suyun Kaldırma Kuvvetini bularak, Hidrostatik Kanununun temellerini ortaya koymuş ve bunu Yüzen Cisimler adlı kitapta toplamıştır.
  • Küre ve silindirin hacmini hesaplayacak formüller ortaya koymuştur.
  • Pi sayısı, karekök ve integral konularında çalışmalar yapmıştır. Pi sayısının mucidi olarak bilinmektedir.
  • Parabolün Dörtgenleştirilmesi kitabını yazmıştır. İlk defa denge prensiplerini ortaya koyan bilim adamıdır.
  • Eğri yüzeylerin alanlarını bulmak için formüller geliştirmiştir.


  Arşimet'in Öldürülmesi

Arşimet ve Romalı asker

   Sirakuza'yı kuşatan Romalı komutan Claudius Marcellus şehrin düşmesinden sonra şehrin fethedilmesini bir yıl kadar geciktiren Arşimet'in öldürülmemesini emretmiştir. Ancak rivayete göre; Arşimet’in yanına gelen bir asker onu bilimsel çalışma yaparken görmüş ve müdahale etmiştir. Arşimet askere çizdiği dairelere ilişmemesini söylemiş ve istifini bozmamıştır. Bunun üzerine askerle arasında geçen tartışma neticesinde, asker tarafından başına vurulan kılıç darbesiyle öldürülmüştür. Bunu duyan komutan Claudius Marcellus duruma çok üzülmüş ve hatırasına saygı olarak büyük bir anıt mezar yaptırmıştır. Arşimet yazdığı eserler ve geliştirdiği icatlarla insanlık tarihinin en büyük bilim adamlarından biri olmuştur. Tüm ömrünü bilime adayan bu dehanın yaşamı ve çalışmaları gelecek nesillere örnek teşkil etmektedir.


    Ruanda Soykırımı 20'nci yüzyılın en tüyler ürpertici katliamlarından biri olarak tarihe büyük bir kara leke olarak ka...



tutsili anne

   Ruanda Soykırımı 20'nci yüzyılın en tüyler ürpertici katliamlarından biri olarak tarihe büyük bir kara leke olarak kazınmıştır. Orta Afrika'da küçük bir ülke olan Ruanda'daki  olayların temeli ortak dil, gelenek ve kültürlere sahip, yüzyıllardır barış içinde yaşayan Tutsi ve Hutu kabileleri arasında çıkarılan suni bir ırksal ayrılıktan kaynaklanmaktadır. Birçok insanın ismini bile duymadığı bu ülke bugün soykırımla eş anlamlı tutulmaktadır. Bu ayrımın yıllarca toplum üzerinde oluşturduğu travmalar tarihin en büyük katliamlarından birine sebep olmuştur. Peki aynı kültürel değerlere sahip bir toplumda bu süreç nasıl meydana geldi?


vücut yapıları

  1890 Brüksel Konferansında, bölgede hiç Alman bulunmamasına rağmen Ruanda'nın yönetimi sömürgeci güçlerce Almanlara verilmiştir. I.Dünya Savaşına kadar Almanya idaresinde kalan Ruanda, savaş sonrası dönemde Almanya sömürgeliğinden çıkıp Belçika egemenliğine girmiştir. Belçika'nın Ruanda toplumu üzerinde yarattığı sınıfsal, ekonomik ve siyasal ayrışma,  parçalı bir toplum yapısının oluşmasına neden olmuştur. Tarih boyunca huzur içinde yaşayan Tutsi ve Hutu kabileleri Belçikalılar tarafından tekrar sınıflandırılmış ve bu sınıflamaya uygun olarak farklı kimlik kartları verilmiştir. Bu ayrımı yaparken ince, narin ve güzel görünümlü olan, ekonomik şartları iyi (10 inekten fazlası olan) ve eğitimli  olan bireyleri Tutsi geri kalan kesimi ise Hutu olarak sınıflandırılmıştır. Bu süreçten sonra azınlığın çoğunluğu yönettiği bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Buna göre Tutsiler gerek devlet yönetiminde, gerek devlet kadrolarında en iyi mevkileri ele geçirmişlerdir. Buna karşın Hutular ise devletin bütün sosyal olanaklarından mahrum bırakılmışlardır.


100 bin Tutsi katledilmiştir

 II.Dünya savaşından sonra yayılan özgürlükçü akımların etkisiyle Belçika Hutular üzerindeki baskıyı azaltmıştır. Birleşmiş Milletlerin kontrolünde yapılan seçimi Hutuların milliyetçi partisi PARMEHUTU'nun kazanmasından sonraki süreçte, yılların verdiği intikam duygusuyla Tutsilere yönelik ayrımcılık ve katliamlara başlanmıştır. Bu süreçte yaşanan çatışmalarda,  100 bine yakın Tutsi katledilmiş, 200 bine yakın Tutsi komşu ülkeler olan Tanzanya ve Uganda'ya sığınmıştır. Bundan sonraki süreçte aşamalı olarak birçok Tutsi öldürülmüş ve göçe maruz bırakılmıştır. 1973'te meydana gelen darbe ile PARMEHUTU hükümeti düşürülmüş, ancak yerine gelen  Juvenal Habyarimana'nın da bir Hutu milliyetçisi olması sebebiyle Tutsiler açısından bir değişiklik olmamıştır.


tutsi gerillaları
Ruanda Yurtseverler Cephesi

 
1980'lere kadar gördükleri eziyetler ve katliamlar sebebiyle göç eden Tutsilerin çevre ülkelerdeki nüfusu 500 bini aşmıştır. Bu ülkelerde önemli konumlara gelen Tutsiler, ülkelerine tekrar dönebilmek için örgütlemiş ve Ruanda Yurtseverler Birliğini kurmuştur. Öncelikle diplomasi yoluyla anlaşmaya çalışan bu organizasyon, başarılı sağlayamayınca askeri mücadele yolunu seçmiştir. Bundan dolayı, 1990 'lara kadar aşama aşama iç savaşa sürüklenen bir süreç ortaya çıkmıştır. 1992 yılında Birleşmiş Milletlerin araya girmesiyle bir ateşkes anlaşması imzalanmıştır.


palalar

  Bu anlaşmayı tanımayan radikal Hutular'dan oluşan Interahamwe Hareketi Tutsiler'in tümüyle yokedilmesi için çalışmalara başlamıştır. Bu kapsamda Tutsiler ve ılımlı Hutular fişlenmiştir. Ülkedeki ekonomik kriz nedeniyle silah alamayan bu gruplar, Çin'den tonlarca satır ve pala siparişi vermiştir. Bu süreçte Interahamwe'ye bağlı radyolarda 'Hamam böceklerini öldürün' anonslara yapılmaya başlanmış ve maalesef beklenen kıvılcım 6 Nisan 1994'te Ruanda Devlet Başkanının uçağının düşürülmesiyle alevlenmiştir.

soykırım

   6 Nisan 1994 ve sonrası süreçte radikal Hutular harekete geçmiş ve öncelikle fişledikleri insanları öldürmeye başlamıştır. Bu süreçte ABD, 11 BM askerinin öldürülmesini bahane ederek bölgeden askerlerin çekilmesini istemiş ve bu kabul edilmiştir. Artık çoğunluk olan radikal Hutular'ın azınlık olan Tutsiler üzerinde katliamı başlamıştır. Hatta o dönem Ruanda'ın ılımlı bir Hutu olan kadın Başbakanı Agathe Uyuling uçağın düşürülmesinden 1 gün sonra Ruanda ordusundaki işbirlikçiler tarafından öldürülmüştür. Yıllardır komşuluk ilişkisi içinde bulunan insanlar birbirlerini satır ve palalarla doğramaya başlamıştır. Eskiden ülkeyi terketmelerine izin verilen Tutsilerin kaçmasını engellemek amacıyla tüm sınırlar tutulmuştur. Katliamı haber alan Ruanda Yurtseverler Birliği harekete geçmiş ve başkent Kigari'ye kadar gelerek, Hutulu milislerle savaşmaya başlamıştır. Bunu bir terörist eylem olarak gören ve önceki süreçte kılını kıpırdatmayan Fransa Hutu hükümetine yardım etmeye karar vermiştir.


suçlu fransa

  Bunun yanı sıra, BM katliam gerçekleştikten sonra Ruanda'da Turkuaz operasyonunu başlatmıştır. Bu operasyonda en büyük rolü üstlenen Fransa, Ruanda Yurtseverler Birliğinin çatışma bölgelerine girmesini engellemiş ve yaklaşık 200 bin Tutsilinin daha ölmesine seyirci kalmıştir. Kısacası Turkuaz operasyonu katliamı engellemekten çok Hutu milislerinin katliamlarını rahat bir şekilde devam etmelerine önayak olmuştur. Hutu milislerine istihbarat ve silah desteği sağlayan Fransızlar bölgeden çekildikten sonra, Ruanda Yurtseverler Birliğinin ve kalan Tutsilerin intikam almasında korkan katliamcı Hutu milisleri ve yaklaşık 2 milyon Hutu çevre ülkelere sığınmışlardır. Ruanda Yurtseverler Birliği askerleri başkent Kigaliyi ele geçirdiğinde artık herşey için çok geç olduğu anlaşılmıştır. 


ölen tutsi anne

   Tarihin en büyük soykırımlarından biri olarak görülen Ruanda Katliamının acı bilançosu tüyler ürperticidir. 100 gün süren çatışmalarda pala ve çivili sopalarla Tutsilerden ve ılımlı Hutulardan yaklaşık 800 bin insan öldürülmüş sadece 300 bin insan sağ olarak kurtulabilmiştir. Soykırımın sonunda 250 – 500 bin arası kadına tecavüz edilmiştir. Halka hizmet veren bütün kurumları işlemez hale gelmiş ve üzerinden yıllar geçmiş olsa dahi tam anlamıyla toparlanamamıştır. Yine aynı dönemde baş gösteren açlık sebebiyle 1 milyona yakın köpek katledilmiştir.

en az 3 kişi öldürmek

  Savaş sonrası süreçte sorumluların bulunup cezalandırılmasına çalışılmış olsa da, sorumlu kişilerin fazlalığı ve katliamın meydana getirdiği etki sebebiyle yargı sistemi işlemez hale gelmiştir. Kendi mahkemelerini kuran yerel halk, katliamın büyüklüğü sebebiyle sadece 3'ten fazla insan öldüren kişileri (!) yargılayabilmiştir. Daha büyük suçlular için Birleşmiş Milletler gözetiminde Arusha Tanzanya'da bir uluslararası suç mahkemesi kurulmuştur. Tek elle tutulur ceza Ruanda Silahlı Kuvvetleri generali Augustin Bizimungu'ya verilen 30 yıllık(?) ceza olmuştur.

Ruanda soykırımı

  Sonuç olarak, yüzbinlerce masum insanın hayatını kaybettiği bu katliamın kazananı olmamış ve Ruanda toplumunda bir daha asla onarılmayacak yaralar açmıştır. Ruanda katliamı, özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan toplumlar için büyük bir ders niteliğindedir. İnsanları ötekileştirmenin  ve etnik kimlik ayrımcılığı ile siyaset yapılmasının ne tür kanlı olaylara yol açabileceğinin en bariz örneğidir. Küresel güçlerin kendine menfaat sağlamayacağını düşündüğü yerlerde insan hakları ihlallerine, katliamlara hatta soykırımlara nasıl sessiz kaldıklarının en açık göstergesi olmuştur. Ruanda'da böyle olduğu gibi Bosna'da da aynısı olmuş ve gelecekte de aynısı olacaktır. Ayrıca dikkat edildiğinde bu süreçlerin öyle bir anda olmadığını, geçmişten günümüze aşama aşama geliştiğini görmekteyiz Ülkemiz açısından değerlendirildiğinde; Alevi-Sünni, Sağ-Sol ve Türk-Kürt olmak üzere dış güçler tarafından tetiklenebilecek tehlikeli kırılma noktaları bulunmakta olup, zaman zaman küresel güçler tarafından harekete geçirilmeye çalışılmıştır. Bu sebeple insanların duyarlı olması ve hükümetlerin etnik, dini ve ideolojik olmayan ve tüm halkı kucaklayan siyaset yapmaları ülkemiz açışından en büyük zorunluluktur. 

İranlı sanatçı Farid Farjad'ın dediği gibi 'Dünyada yüzlerce millet,dil,din,mezhep olabilir.Ama sadece iki çeşit insan var;vicdanı olan ve vicdanı olmayan.

KAYNAKÇA:

2. Ruanda Katliamı ve Küresel Güçler, Serhat ORAKÇI

3. Ruanda Soykırımının Değerlendirilmesi, Semih NARGÜL

   Tarih sahnesi incelendiğinde dünya gelişiminin büyük kısmı üç medeniyet üzerine odaklanmaktadır. Mezopotamya'da bulun...

uygarlığa yön vermiş kavimler

  Tarih sahnesi incelendiğinde dünya gelişiminin büyük kısmı üç medeniyet üzerine odaklanmaktadır. Mezopotamya'da bulunan Sümerler, Orta Amerika'da ortaya çıkan Mayalar ve Kuzeydoğu Afrika'da yer alan Antik Mısır Medeniyeti. Bu uygarlıklar yazıdan, tekerleğe, kağıttan takvime birçok icadın anavatanı olmakla beraber, matematikten, astronomiye, tıptan mimariye (Mısır piramitleri) hukuk ve devlet sistemlerine  kadar  inanılmaz gelişmeler göstermişlerdir. Bugün insanlığın geldiği noktada bu medeniyetler büyük katkı sağlamıştır. Peki o dönem şartlarında ve teknoloji seviyesinde uygarlıkların bu denli gelişebilmesinin ve günümüz teknolojisi ile ulaşılamayan bilgilere ulaşmasının ardındaki sır neydi?


musul ve çevresinde bulunmuştur

 Arkeoloji biliminin gelişmesiyle beraber eski dönem antik medeniyetlerinin kalıntıları incelenmeye başlanmıştır. Özellikle 1851'de Austen Henry Layard'ın Sümerlilerin yaşadığı Musul ve çevresinde yürütttüğü kazı çalışmalarında Asurbanipal Kütüphanesine ve birçok tarihi kalıntıya ulaşmıştır. Bu kalıntılar üzerinde yıllarca arkeolog ve bilim adamları tarafından incelemeler yapılmıştır. 1872 'de İngiliz tarihçi George Smith kutsal kitaplarda yazan Nuh Tufanı hadisesinin tabletlerde yazdığını ortaya çıkarmıştır. Bunun gibi birçok olayın betimlendiği tabletler araştırmacıların ilgisini çekmiştir.

tabletlerde bulunan gizemli bilgiler

   Arkeolog Zecharia Sitchin'in tabletler üzerine yaptığı araştırmanın sonuçları ise dünyayı şaşkınlığa uğratmıştır. Sitchin'in Tanrı olarak bilinen insan üstü varlıkların tabletlerde birçok yerde anlatıldığını ve bu varlıkların Dünyaya indiğine dahil çizimlerin olduğunu iddia etmiştir. Tabletlerde edilen bilgilerde Gökten İnen Elliler olarak tanımlanan Annunakilerden bahsedilmektedir. Yarı insan yarı hayvan olarak  tasvir edilen bu yaratıkların altın, yiyecek ve madenler için yeryüzüne indirdikleri, alınan bu ganimetlere karşı insanların gelişimlerine yardım ettiklerini ve bilmedikleri şeyleri öğrettiklerini belirtmiştir. Gökten inen ve üstün bilgilere sahip olan Annunakiler insanlar tarafından Tanrılar olarak resmedilmişlerdir.

Annunakilerin yaşadığı Niribu gezegeni

 Sümerlilerin özellikle astronomi alanında bu denli ileri olmaları büyük şaşkınlık yaratmaktadır. Bu tabletlerde resmedilmiş bir figür insanları hayrete düşürmüştür. Sümerliler tarafından mühür olarak kullanılan tablettte bugünkü güneş sisteminin ve gezegenlerin resmedildiği görülmektedir. Gelişmiş teleskoplar sayesinde Uranüs'ün 1781'de, Neptün'ün 1841, Plütonun 1930'larda keşfedildiğini düşünürsek bundan tam 6000 yıl önce tüm gezegenlerin ve güneşe göre konumlanmalarının resmedilmesi büyük bir hayranlık oluşturmakla beraber, kafalarda büyük bir soru işareti oluşturmaktadır. Tabletlerde bu bilginin Sümerlilere gökten inenler tarafından verildiğinden bahsedilmektedir. Resmedilen bu güneş sisteminde bir gezegen fazla gösterilmekte ve bu gezegenin Annunakiler'in yaşadığı Niribu adlı gezegen olduğu iddia edilmektedir. Geçtiğimiz yıllarda NASA Güneş sistemimizde yeni bir gezegenin varlığına dair bulgulara ulaşıldığı açıklamasını yapmıştır ve daha sonra bu haber Washington Post'ta yayınlanmıştır.


astronot kıyafetli uzaylılar

  Sümerliler'den binlerce kilometre uzaklıkta bulunan Maya Medeniyetine ait kalıntılar incelendiğinde yine Sümerlilere benzer figürler işlendiği görülmektedir. Özellikle astronot kıyafetli , kulaklıklı figür çizimleri dikkat çekmektedir. Mısır piramitlerinin kusursuzluğu ve yapımında kullanılan taşların o günkü teknolojiyle kilometrelerce taşınması akıllara Annunakileri getirmektedir. Mısır kalıntılarında da yine gökten inen varlıklara yönelik çizimlere ulaşılmıştır.

göktekilerle iletişim kurma figürleri
  Yine Güney Amerika'da çöllerin ve dağların üzerine yapılmış devasa çizimlerin göktekilerle iletişim kurmak ve yardım istemek amacıyla çizildiği ve Annunaki tasvirlerine benzerlik gösterdiği belirtilmektedir. Birbirinden bu kadar uzak medeniyetlerin benzer figür ve sembolleri tasvir etmeleri gerçekten ilginçtir.

Afyon sınırlarında yer alan antik yerleşim yeri

   Türkiye'de ise Frigya vadisi olarak bilinen ve Afyon sınırlarında yer alan antik yerleşim yerinde bulunan izlerin belli bir simetri şeklinde olduğu ve 15 milyon yıl öncesine ait bu kilometrelerce devam eden izlerin belli araçlar kullanılmadan yapılamayacağı konusunda araştırmacılar hemfikirlerdir. Aynı izlere Malta, İspanya, İtalya ve Ukrayna'da da rastlanmıştır.

tabletlerde bulunan çizimler

 Sümer Tabletlerinde Annunakilerin ülkelerinde yeteri kadar altın bulunmadığını ve bu sebeple özellikle güneşin zararlı ışıklarından korunmak için dünyadaki altın rezervlerine yöneldikleri belirtilmektedir. Bu medeniyetlere ait figürlerde Tanrılara yemek ve altın sunulmasını resmeden birçok tarihi kalıntı bulunmaktadır. O dönemlerde başta firavunlar olmak üzere insanların vücutlarına güneşin zararlı ışınlarından korunmak için altın tozu sürdükleri tabletlerde yazmaktadır. Özellikle son yıllarda araştırmacılar altın  elementinin ozon katmanının tamir edilmesinde kullanılabileceğini ileri sürmektedirler. Ayrıca yine altın sayesinde ozon tabakası benzeri bir tabakanın oluşturulabileceği varsayımı üzerinde durulmaktadır.


altın tozunun önemini resmeden figürler

   Eski Mısır Kralı III.Ramses'in halefine yazdığı mektup  Annunaki araştırmacıları tarafından dikkatli bir şekilde incelenmiş ve söz konusu mektupta Eski Mısır topraklarında bulunan altın rezervlerinin yerlerinin belirtildiği anlaşılmıştır. Arkeolog ve araştırmacılar mektupta belirtilen yerlere kazı çalışmaları yaptıklarında söz konusu yerlerin yaklaşık 10000 yıl önce kazıldığını ve tüm altının çıkarıldığını tespit edip hayrete düşmüşlerdir. Annunakiler tarafından sadece altın değil diğer madenlerin de çıkardığı ve gezegenlerine götürüldüğü iddia edilmektedir. Bunların başında da tabletlerde mavi taş olarak bilinen uranyum gelmektedir. Bugün yapılan araştırmalar dünyanın belli noktalarındaki uranyum kaynaklarının binlerce yıl önce çıkarıldığını doğrulamaktadır.Günümüz teknolojisinde bile bir kaç süper güç devlet dışında bu madenlerin çıkarılması mümkün gözükmemektedir.

Annunakilerin kullandığı başlıklar

  Sonuç olarak, bu medeniyetlerin binlerce yıl öncesinde eldeki kıt kaynaklarla bilim ve teknolojide günümüzde bile ulaşılamayan bilgilere ulaşması Annunaki yada benzeri varlıklara ilişkin gerçeği gözler önüne sermektedir. Rad suresinin 15 'inci ayetinde bahsedilen 'Göktekiler' ifadesi cismani varlıklar için kullanılmıştır. Yine İsra suresinin 70'inci ayetinde 'Biz Ademoğullarını yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık' şeklinde tefsir edilmiştir. Bu açıdan değerlendirildiğinde yaratılmışların en üstünü insan değildir. Yine Yasin suresinin 81'inci ayetinde “Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet, O, yaratan ve bilendir.” ifadesi evrende yalnız olmadığımızın Kuran'da geçen kanıtıdır.

Annunakilerin tabletlerde resmedilmiş hali

   Birçok araştırmacı Annunakilerin belli dönemlerde dünyaya gelerek insanların yaşamlarında büyük etkiler bıraktıklarını belirtmektedir. Peki akıllara şu soru geliyor? Annunakiler dünyaya en son ne zaman geldiler? Acaba insan ırkının gelişimine ne gibi zarar ya da yararları oldu? Belki de birgün gelip yaptıkları tahribatı düzeltirler ya da çok daha gelişmesini sağlarlar. Belki de çok uzun süredir belli insanlarla ya da devletlerle iletişim halindeler ve bu sır gibi saklanıyor. Öyle gözüküyor ki, Annunakilerin gizemi daha uzun süre insanların kafasında bir soru işareti ve merak ettikleri büyük bir sır olarak kalmaya devam edecek...

KAYNAKÇA:
1.  Anunnakiler-Sümer'in Göksel Ataları, Göktürk