Reenkarnasyon, ya da ruh göçü olarak da bildiğimiz olay, öldükten sonra ruhumuzun başka bir bedende yeniden canlanması ve ha...

RUHUN ÖLÜMSÜZLÜĞÜ: REENKARNASYON

4/24/2019 3 Comments


ruh göçü

  Reenkarnasyon, ya da ruh göçü olarak da bildiğimiz olay, öldükten sonra ruhumuzun başka bir bedende yeniden canlanması ve hayatına devam etmesi sürecidir. Semavi dinler  tarafından reddedilen reenkarnasyon olgusu, bu dinlerden ortaya çıkan bazı mezhep ve inanışlar ile birçok antik Asya dinlerinde çok önemli bir yere sahiptir. Özellikle Şamanizm, Budizm ve Hinduizm dinlerinde ruh göçü bu inançların dünya yaşamına bakış açısını yansıtmaktadır. Yapılan araştırmalarda, dünya üzerinde bir milyardan fazla kişinin reenkarnasyon sürecine inandığı belirtilmektedir. Ünlü filozoflardan Platon ve Pisagor'un eserlerinde yer verdiği reenkarnasyon olgusunun geçmişi, Antik Mısır, Kent, Maya ve İskandinavya gibi çok eski medeniyetlere kadar dayanmaktadır. Günümüzde insanların reenkarnasyona karşı olan ilgileri öyle boyutlara ulaşmıştır ki, özellikle meditasyon, regresyon ve hipnoz terapileri adı altında kişiler önceki yaşamlarına ait izler bulmaya çalışmaktadır. Peki reenkarnasyondaki gibi ruh ölümsüz mü? Yoksa bilinçaltımız tarafından uydurulan sahte hayaller mi? Metafizik öğelerin etkisi var mı?

Dinlerin Reenkarnasyona Bakış Açısı


islamın reenkarnasyona bakısı

 Öncelikle dinlerin ve inanç sistemlerinin reenkarnasyona bakış açısını inceleyelim. İslamiyete göre; insanların öldükten sonra tekrar kıyamet günü diriltileceği, bu dirilmenin bir defaya mahsus olacağı ve ölümden sonra kişinin tekrar dünyaya gelmesinin mümkün olmayacağı inancı yer alır. (Mümin Suresi 99-100) Ancak İslamiyeti ve ayetleri yeniden yorumlayan Batiniler mezhebi, bazı ayetlerde reenkarnasyonun inancının üstü kapalı ve şifreli olarak verildiğine inanırlar. (Vakıa 60-61) Yine Nusayriler, Dürziler ve Yezidiler ile birlikte azınlıkta olsa, islam tasavvufunda reenkarnasyona ait bir takım inanış ve izler bulunmaktadır.


ölümden sonraki hayat

   Hristiyanlıkta da özellikle Katolik kiliseleri reenkarnasyon inancına karşı çıkarlar. Ruhun bir başka canlıya aktarılamayacağı, öldükten sonra hesap gününe kadar bekletileceği ve sonrasında yargılama olacağı görüşüne inanılır. Ancak özellikle 19'uncu yüzyıldan sonra ortaya çıkmış olan  Hristiyan temelli tarikat ve mezheplerde (Hristiyan Ruhsal Hareketi, Liberal Katolik Kilisesi, New Age Hristiyanları) ruh göçü kavramı geniş kabul görmüştür. Onlara göre reenkarnasyon kavramı hristiyanlıkta var olmakla birlikte zamanla İncil'in değiştirilmesiyle kutsal metinlerden çıkarılmıştır. Yine gelenekselci Museviler reenkarnasyon olgusuna karşı çıkarlar. Ancak en eski Yahudi topluluklarından biri olan ve dağlarda kendilerini herkesten soyutlamış olarak yaşamış olan Essenilerin kutsal metinlerinde ruh göçü kavramı ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Bazı Yahudiler ilk insan olan Ademin ruhunun daha sonra Nuh, İbrahim ve Musa peygamberde tekrar hayat bulduğuna inanırlar.


ruh göçü ve budizm

 Diğer taraftan reenkarnasyonu inanışlarının temel felsefesi olarak savunan dinler mevcuttur. Şamanizmde insanın 7 canlı olduğu ve öldükten sonra ruhun, ruhlar diyarına geçtiği ve yeniden doğum için hazırlık yaptığına, Kızılderelilerde ise insanın öldüğünde ruhunun kurt alemine giderken gölgesini yeryüzünde bıraktığına inanılır. Gölge ile ruh tekrar birleştiğinde insanın yeniden doğuşu gerçekleşir. Yine Budizmde, reenkarnasyon sürecinin bir çark gibi sürekli devam ettiğine inanılmaktadır. İnanışa göre; bütün dünyevi zevklerden uzak durabilen bireyler bu reenkarnasyon çarkından kurtulur ve nirvanaya ulaşır. 

  Hinduizm de ise, yaşamın temel felsefesi; insan ruhunun ölümsüz ve yüce ruh olan BrahmaN ile birleşmesidir. Bu birleşim gerçekleşmeden önce, ruh birçok yolculuğa çıkar ve bu süreçte kimi zaman bir insan bedeninde kimi zaman ise bir hayvan bedeninde (tenasüh) yeniden hayat bulur. Bu yeniden doğuş şekli tamamıyle önceki yaşamındaki günahlarıyla ilgilidir. Eğer kişi günahkar olarak yaşamışsa, dünyaya tekrar geldiğinde bir köpek olarak gelir. Bunun tam tersi erdemli bir hayat yaşadığında kutsal sayılan inek biçiminde ya da kast sisteminin en üst tabakası olan Brahman olarak dünyaya gelebilir. Bütün bu yeniden doğuşlara 'Sansara'nın Tekerleği' ismi verilir. Günümüzde de reenkarnasyonu kabul eden birçok inanç sistemi, tarikat ve felsefi akım mevcuttur.

   Reenkarnasyona Bilimsel Yaklaşım


reenkarnasyon çalışmaları

  Bilimsel olarakta reenkarnasyon üzerine araştırma yapan birçok bilim adamı ve spiritualist bulunmaktadır. Reenkarnasyonu bilimsel olarak inceleyen ilk bilim insanı Thomas Huxley'dir. Ancak Huxley'in çalışmaları daha çok teorik aşamada kalmıştır. Reenkarnasyonu bilimsel olarak en ayrıntılı inceleyen  ve günümüzde bu kadar popüler olmasını sağlayan bilim adamı ise Psikiyatrist Ian Stevenson'dur. Stevenson kırk yıl boyunca sürdürdüğü çalışmalarını genellikle reenkarnasyon olgusuna inanan ülkelerdeki çocuklar üzerine yoğunlaştırmış ve 2000 fazla denek (Adanalı Adnan vakası da bunlardan biridir) üzerinde çalışmalar yapmıştır. Çalışmalarında çok dikkat çeken sonuçlara ulaşmıştır. Deneklerin geçmiş hayatlarına ait anlatıkları birçok hususun doğru olduğunu tespit etmiştir. Yine bazı deneklerde önceki yaşamlarında ölümlerine sebep olan yaraların doğum lekesi olarak tekrar ortaya çıktığını otopsi raporlarından da yararlanarak gözlemlemiştir. Çok ilgi çeken tespitlerinden biri de, önceki yaşamdaki kronik rahatsızlıkların yeni bedende de devam ettiğine dair yaptığı araştırmalar olmuştur. (20 Açık Reenkarnasyon Vakası, Reenkarnasyon ve Biyoloji: Doğum İşaretlerinin Etiyolojisine Bir Katkı Cilt 1-2, Doğum İşaretleri ve Diğer Anormallikler, Batıda yaşanan 6 Reenkarnasyon Vakası başlıca eserleridir.)

  Ian Stevenson'un en çarpıcı örneği Beyrutlu bir çocuk üzerinde yaptığı çalışmadır. Bu Beyrutlu çocuk, önceki yaşamında bir motor ustası olduğunu, 25 yaşındayken plaj yolunda hız sınırını aşan bir arabanın kendine çarpması sonucu öldüğünü anlatmıştır. Ayrıca bu denek kendisine vuran araç sürücüsünün ve aile bireylerinin isimleri ile aile üyeleri ile geçmişte yaşadığı önemli olaylar hakkında bilgi vermiştir. Stevenson tarafından yapılan incelemede çocuğun anlattığı bütün hususların tamamen doğru olduğu, anlattığı şahsın Beyrutlu çocuğun doğumundan 2 yıl önce öldüğü ve iki aile arasında hiçbir bağın bulunmadığı tespit edilmiştir.



ruhun kendine yeni beden bulması

  Yaptığı çalışmalarla bilime birçok katkı sunan Doktor Carl Sagan birçok bilim çevresi tarafından kuşkuyla yaklaşılan reenkarnasyon olayının daha ayrıntılı ele alınması gerektiğini belirtmiştir. Ünlü araştırmacılardan Jim Tucker, bilincin kuantum ve atom altı seviyelerde bir enerji olması sebebiyle asla kaybolmadığına vurgu yapmıştır.  Yine Amerikalı bir tıp doktoru olan Robert Ranza ölümden sonra bilinç ya da ruh olarak tabir ettiğimiz olgunun atom altı parçacıklar vasıtasıyla evrende yol alacağını ve kimi zaman yeni bedenlere girebileceğini iddia etmektedir.  Kuantum mekaniğinin babası olan Max Plank da bilincin, fiziksel beyinden bağımsız olduğunu  ve öldükten sonra kaybolmadığını belirtmiş, reenkarnasyon olaylarının da yeni bir beyinle etkileşime giren bu bilincin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olabileceğini ve bu bilincin etkileşime geçtiği yeni beyinde yaşanmış gibi anılar oluşturabileceğini savunmuştur. 

    
Doktor Sam Parnia'da insanların ölüm deneyimleri üzerine çalışmalar yapmıştır. Yaptığı çalışmaların birinde kalbi duran 57 yaşındaki bir deneğin 3 dakika boyunca yapılan kalp masajının ardından kalbinin tekrar çalıştırıldığını gözlemlemiştir.Bu durumun ilginç yanı ise, kişinin bu 3 dakikalık süreçte olup biteni eksiksiz şekilde hatırlaması ve anlatması olmuştur. Kalbin atmadığı süreçte bilincin hala aktif olmasını birçok bilim adamı  ruhun ölümsüzlüğü olarak değerlendirilmiştir. Kuantum Bilinç Teorisi üzerine yapılan çalışmaların ilerlemesiyle ruh ve bilinç üzerinde yeni teori ve varsayımlar ortaya konulacağı aşikardır.

   Dünyayı Hayrete Düşüren Titu Singh'in Hikayesi


ruh göçü vakası

  Reenkarnasyon konusunda dünyaca ünlü bir diğer örnek 2.5 yaşında olan ve BBC'de belgeseli yayınlanan Titu Sing isimli bir Hintli çocuktur. Titu konuşmaya başladığı zamanlardan itibaren ailesine önceki yaşamından kesitlerden ve Agra şehrindeki evleri hakkında bilgiler vermeye başlar. Konuşma yeteneği arttıkça önceki yaşamı hakkında daha detaylı bilgiler vermeye devam eder. Eski isminin Sureys Vermo olduğunu, Ume isimli karısından iki çocuğunun olduğunu ve bir radyo tamircisi olarak çalıştığından bahseder. Başta ailesi tarafından dikkate alınmayan Titu, eski hayatında vurularak öldürüldüğünü ve cesedinin nehire atıldığını söylemesi üzerine bu ailede şok etkisi yaratır. Kendi ailelerinin bir parçası gibi davranmayan Titu'nun söylediklerini araştırmak için abisini Agra şehrine yollarlar. Agra şehrine giden Titu'nun abisi Uma adında 2 çocuk annesi olan dul bir kadınla karşılaşır. Daha ilginç olan ise, bu kadının Sureyş radyo isimli bir dükkanı işletmesidir.


reenkarnasyonun etkileri

  Uma isimli kadın Titu'nun abisini dinledikten sonra onu görmek istediğini belirtir. Abisi Titu'yu alarak Agra şehrinde bulunan söz konusu radyo dükkanına getirir. Titu karısını ve kendinden yaşça büyük olan çocuklarını hemen tanır. Ayrıca dükkandaki değişikliklerden ve karısıyla bahçelerine gömdükleri altınlardan bahseder. Bunları duyan Uma büyük bir şok yaşar. Çünkü Titu'nun anlattığı herşey ekiksiz doğrudur. Çok daha ilginci ise, öldürülen Sureyş Vermonun otopsi raporları incelendiğinde ortaya çıkar. Otopsi raporunda sağ şakağından giren bir kurşunun kafatasının solundan çıktığı belirtilmektedir. Titunun kafasında da kurşunun çıktığı yerde yara izi olduğu görülür. Zamanla hatırladığı şeyler artan Titu ölümüne ait daha detaylı bilgiler vermeye başlar. Normalde Sureyş Vermo'nun kimin tarafından öldürüldüğü bulunamamış ve dosya rafa kaldırılmıştır. Titu'nun yeni şeyler hatırlaması üzerine dosya tekrar açılır ve ilerleyen süreçte Titu kendisini kimin öldürdüğünü hatırlar ve bu isimi mahkemeyle paylaşır. Bu şahıs apar topar yakalanarak sorguya alınır ve Titu ile yüzleştirilir. Titu'nun anlattıklarından sonra şoka giren şahıs cinayeti işlediğini itiraf eder. Bu olay dünyada büyük bir ilgi çekmiş olsa da, kimileri tarafından ise bir kurgu olduğu düşünülmektedir. Dünyada buna benzer daha birçok çarpıcı reenkarnasyon vakası bulunmaktadır.

    Reenkarnasyon ve Cinler


bilinç üzerindeki etkileri

   Özellikle müslüman ülkelerde reenkarnasyonla ilgili ortaya atılan bir diğer iddia çok dikkat çekicidir. Kuranda yeri olan ve enerji oldukları belirtilen cinlerin insanların vücuduna girerek birçok ruhsal ve bedensel hastalıklara sebep oldukları bilinmektedir. Panik atak, gögüs daralması, epilepsi, şizofren, migren ve alzaymır gibi pek çok önemli hastalıkların cinlerin insanlara verdikleri başlıca zararlar olduğu iddia edilmektedir. Yani, özellikle sinirsel rahatsızlıkların birçoğunun cin kaynaklı olduğu hususuna inananların sayısı yadsınamayacak seviyededir. Ülkemizde de özellikle ruhsal problemlerine tıpta çare bulamayan birçok insan rukye ve medyum olan kişilerden çare aramaktadır. Yine cinleri kullanarak insanlara zarar vermeye çalışan, büyü yaptıran ve onları kontrol etmeye ve iletişime geçmeye çalışan birçok insan bulunmaktadır.


cocukların zihnine girme

   Cinlerin enerjiden meydana geldikleri, çok kolay ve hızlı mekan değiştirebildikleri ve çok uzun süre yaşadıklarına inanılır. Cinlerle iletişime geçen insanlar, kimi cinlerin binlerce yıl yaşadığını ve tarihe tanıklık ettiklerini belirtirler. Reenkarnasyon olayının da cinlerin bir eseri olduğunu iddia edilmektedir. İnsanların tüm yaptıklarını izleyebilen ve zihinlerine giren cinler, kişi öldükten sonra özellikle anne karnından itibaren başka çocukların vücuduna girip onlarla yaşamaya başlarlar. Çocuğun aklı başına gelmeye başladığında bilincine etki eden cinlerin 'Sen yeni bir bedendesin, önceki hayatında aslında şuydun, şurada yaşıyordun' gibi telkinlerde bulunduğu ve rüyalarını bu yönden etkilediğinden bahsedilir. Yani reenkarnasyonla yeniden doğduğunu iddia edenlere veri akışı ona etki eden cinler tarafından sağlanmaktadır. Özellikle şizofren hastalıklarında kişinin kendini tarihteki  ünlü biri (Atatürk, Hitler, Hz İsa vb.) olarak görmesinin de yine cinlerin insanlar üzerindeki etkilerinin bir sonucu olduğuna inanılmaktadır. Kişinin bilinç ve bilinçaltını ele geçiren cinlerin kişiyi istediği kişinin profiline sokabileceği iddia edilmektedir.


reenkarnasyon gizemi

  Sonuç olarak, Reenkarnasyon olgusu gerek yaşanmış vakalar üzerinde gerçekleştirilen incelemeler, gerek bu konuda yapılan bilimsel çalışmaların bir sonucu olarak insanlarda en çok merak uyandıran gizemlerden birisi olarak popülaritesini korumaktadır. Öyle ki, ruhların sürekli yeni bedenlerde tekrar doğduğuna inanan insanlar, bir önceki yaşamlarında kim ve ne konumda olduklarını hipnoz ve regresyon terapileri ile aracılığıyla öğrenmeye çalışmaktadır. Yine reenkarnasyona şüphe bırakmayacak şekilde inanan kimi insanlar, ruhunun tekrar doğacağına olan inançları sebebiyle mutsuz olduklarını düşündükleri hayatlarına son verebilmektedir. Reenkarnasyonla geldiğine inanılan yara ve lekeler, öldükten sonra bilinç ve ruhun yolculuğu, ölüm deneyimleri, dünyaya birden fazla kez geldiğini iddia edenler kişiler, metafizik öğelerin, bilinçaltının ve rüyaların etkisi, dinlerin reddetmesine rağmen yaşanan tüyler ürpertici vakalar, olayın deneysel olarak test edilememesi, bütün bu olayların tamamen kurgu olduğunu düşünenler... Kısacası, reenkarnasyon daha uzun bir süre insanların kafasında büyük bir bilmece olarak yer etmeye devam edecektir.
  

3 Comments:

   Kelebek Etkisi, bir sitemin başlangıç verilerinde yapılan küçük değişikliklerin beklenmeyen büyük sonuçlara neden olabileceğin...

KELEBEK ETKİSİ

4/14/2019 2 Comments


kelebeğin kanat çırpışları

  Kelebek Etkisi, bir sitemin başlangıç verilerinde yapılan küçük değişikliklerin beklenmeyen büyük sonuçlara neden olabileceğini öngören bir teoridir. İnsan açısından düşündüğümüzde ise; karşılaştığımız süreçlerin ne kadar hassas dengelerle birbirine zincirleme şekilde bağlı olduğunu, hayatımızda aldığımız küçük ve önemsiz gibi görülen kararların  ve yaptığımız seçimlerin geleceğimizi ne denli büyük etkiler bıraktığını ortaya koyan bir olgudur. Bu değişimlerde  bizim seçimlerimiz dışında  çevresel etmenlerin de çok büyük payı vardır. Küçüçük bir kar topunun büyüyerek nasıl büyük bir çığa dönüşebileceğini, küçük bir domino taşının aşama aşama büyüdüğünde yüzlerce kiloluk bir diğer taşı nasıl yıktığını birçoğumuz izlemiştir. Tartışmasız insanların büyük bir bölümünün yaşamında önemli değişikliklere neden olan küçük kelebek etkileri tecrübe edinilmiştir. İşte keşkelerimizin en büyük sebeplerinden biri olan Kelebek Etkisi...


kelebek etkisi teorisi

    Kelebek etkisi kavramı ilk olarak Amerikalı bilim adamı  Edward Lorenz tarafından ortaya konulmuştur. Meteolorog olan Edward Lorenz rüzgarın şiddeti ile ilgili hava durumu  hesaplamaları yaparken ilginç birşey farketmiştir. Bu hesaplamalarda ilk olarak 0,506127 değerini başlangıç olarak kullanan Lorenz işlem kolaylığı için ise, 2'nci hesaplamada 0,506 değerini kullanmıştır. Bu fark başlangıç açısından bakıldığında çok küçük bir fark  olarak görülmesine rağmen, sonuçlarda büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Oluşan farklılığı çizimlerine yansıttığında ise bir kelebek figürünün ortaya çıktığını görmüştür. Oluşan bu farklılıktan dolayı şaşkına dönen Edward Lorenz çalışmalarını bu konu üzerine yoğunlaştırmış ve sonuç olarak Kelebek Etkisi teorisini ortaya koymuştur. Edward Lorenz bu durumu şu şekilde açıklamıştır;

       “Amazon Ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir. Farklı bir örnekle bu, bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir.”


hayattaki seçimler

   Kelebek etkisi hayatımızın her aşamasında bizimledir. Çünkü hayat bizden sürekli tercihler yapmamızı ister ve tüm yaşamımız buna göre şekillenir. Doğuştan kabul ettiğiniz değerler dışında (isim, din vb.) hayat karşımıza sürekli yeni seçimler çıkarır. Bu süreçlerde bazen başrolü oynarken, bazen de figüran rolünü üstleniriz. Küçük ve önemsiz görülen birçok seçim ve karşılaştığımız olaylar gelecekteki hayatımızı tamamen değiştirebilir. Örneğin bindiğimiz bir otobüsün kaza yapması sonucu ölebilir yine aynı otobüste gelecekteki eşimiz olacak kişiyle tanışabiliriz. Yaptığımız tercihler sadece bizim hayatımızı değil zincirleme şekilde çevrenizdeki hatta tanımadığınız kişilerin hayatını etkiler. Bir anlamda tüm hayatlar birbirlerine zincirleme şekilde bağlıdır. Bizm için küçük görülen bir ayrıntı başkalarının yaşamında çok büyük değişikliklere neden olabilir. 


showing mercy

   Bazen bu etkiler o kadar büyük sonuçlara neden olabilir ki bireyden çok bir toplumun hatta dünyanın bile kaderini değiştirebilir. Tarih küçük ayrıntılarla başlayıp çok büyük sonuçlara neden olan sayısız kelebek etkileri ile doludur. Örneğin, Birinci Dünya Savaşında İngiliz ordusunda görev yapan bir asker olan Henry Tandey savunmasız ve bitkin bir Alman askerini görmüş ancak durumuna acıyarak onu öldürmemiştir. Öldürmediği asker ise daha sonra 60 milyon insanın ölümüne neden olacak İkinci Dünya Savaşı'nın meydana gelmesinde en büyük pay sahibi olan Adolf Hitlerdir. Yine Çanakkale Savaşında şarapnel parçası bir Türk komutanına isabet etmiş ancak gögüs cebinde bulunan saat hayatını kurtarmıştır. O gün ölümden dönen o asker milli mücadeleyi başlatan ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'tür. 


1'nci dünya savası baslıyor

  Arşimet'in suyun kaldırma kuvvetini hamamda yıkanırken bulması, Newton'un başına düşen elma, Einstein ve mekaniğin babası Bohr'un gördüğü rüyalar, Flemining'in unuttuğu petri kabı (penisilinin icadı) ve buna benzer insanlık tarihinde çığır açan birçok keşif küçük ayrıntıların yarattığı büyük sonuçlara örnek gösterilebilir. 1914 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliahtı olan Arşidük Ferdinand'ın, şoförünün yanlış yoldan gitmesi yüzünden bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi, Birinci Dünya Savaşının başlamasına neden olmuş ve bu İkinci Dünya Savaşının gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır. Milyonlarca insanın ölümüne ve büyük tahribata sebep olan bu savaşlar bir diğer açıdan bakıldığında savaş teknolojisinin yanı sıra, birçok teknolojinin gelişmesine neden olmuştur. Hatta günümüz dünyasını esareti altına alan internetin gelişimi de, yine bu savaş teknolojisinin bir getirisi olduğu savunulur. Dolayısıyla, insanlık tarihinin birçok küçük kelebek etkisine paralel olarak şekillendiği söylenebilir.


hayattaki tercihlerimiz

  Hayatımızdaki kelebek etkileri çocukluğumuzda başlar ve ölene kadar bizi takip eder. Bu yüzden birçoğumuzun hayatları keşkelerle doludur. Çünkü insan her zaman farklı durumlarda nasıl bir hayat yaşayabileceğini hayal eder. Üniversite sınavında yapamadığınız bir kaç soru sebebiyle, hayalinizdeki bölümü kazanamayıp farklı bir mesleğe adım atabilirsiniz. Bu sonuçlar kimi zaman bizleri yıpratsa da kimi zaman düşündüğümüzün aksine mutlu edebilir. Bazen başımıza gelen kötü olaylar, daha kötülerini engelleyebilecek bir kalkan görevi görebilir. Bize yavaş şekilde çarpan bir araba, bir sonraki yolda çarpacak olan bir kamyonu engellemiş olabilir.  Hayatımızdaki dengeler o kadar hassastır ki; ne kadar planlar yaparsak yapalım bazen gözardı ettiğimiz bu küçük ayrıntılar ve kelebek etkileri sebebiyle kendimizi hayal bile edemeyeceğimiz durumlarda ve ortamlarda bulabiliriz. Engelleyemeyeceğimiz ve öngöremeyeceğimiz koşullar dışında, küçükten büyüğe verdiğimiz her türlü kararın ve yaptığımız seçimlerin değerli olduğunu unutmamalıyız. Çünkü bu kararlar biz hiç farkında olmasak bile, çoğu zaman sadece bizim değil çevremizdeki insanların da hayatını derinden etkileyebilir. Bu yüzden temkinli olmak ve meydana gelebilecek kötü sonuçları da değerlendirerek mantıklı seçimler yapmak çok önemlidir. Bu teori ortaya konulmadan yıllar önce Büyük Moğol İmparatoru Cengiz Han kelebek etkisini en güzel şekilde açıklamıştır;

 Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir süvariyi, bir süvari bir bölüğü, bir bölük de bir ülkeyi kurtarabilir.  

Kelebek Etkisini en iyi anlatan efsane film sahnesi;













2 Comments:

    Bizanslı Philon ya da gerçek adıyla Philon Mekanikus, günümüzde pek tanınmasa da özellikle pnömatik sistemler (gaz basıncını mekanik ...

TARİHTEKİ İLK ROBOTUN MUCİDİ PHİLON

4/13/2019 0 Comments

philon ve matematik
   Bizanslı Philon ya da gerçek adıyla Philon Mekanikus, günümüzde pek tanınmasa da özellikle pnömatik sistemler (gaz basıncını mekanik harekete çevirme) konusunda ortaya koyduğu eserler ve sıradışı icatlarıyla tarihe adını altın harflerle yazdırmış bir bilim insanıdır. Yunanlı olmasına rağmen hayatının büyük kısmını o dönem dünya biliminin merkezi olan Mısır'ın İskenderiye'sinde geçiren ve bir askeri mühendis olan Philon, mekaniğin kolaylıklarının savaş meydanlarında kullanılmasını sağlayacak çalışmalar ortaya koymuştur. Surların savunulması, kaldıraçların kullanılması, limanların, surların ve balistik araçların inşası ve kuşatma teknikleri konularında birçok çalışma yapmıştır. Savaş meydanlarında büyük kolaylık sağlayacak bir otomatik tatar yayı icat eden Philon, mancınıklar üzerinde çalışmalar yapmıştır. Yine su değirmenlerinin çalışma prensiplerini bilimsel olarak ortaya koyan ilk bilim insanıdır. Bu yazımızda Philon'un askeri teknolojiler üzerinde yaptığı çalışmalardan çok, çağın çok ilerisinde olan iki icadından bahsedeceğiz. Bunlardan biri 8 delikli mürekkep hokkası diğeri ise tarihte ilk  olarak değerlendirebileceğimiz antik robot... 

  1. JİROSKOPUN ATASI: MÜREKKEP HOKKASI

jireskobun atası
  
  Bizanslı Philon'un en çığır açan icatlarından biri başlangıçta hepimize çok basit olarak gelecek olsa da mürekkep hokkasıdır. Birbirine bağlı, kendi kendine dönen halkalardan oluşan bu 8 delikli mürekkep hokkası nereye çevirirseniz çevirin yer çekiminin etkisiyle mürekkebin dökülmesini engelleyecek bir sisteme sahipti. Bu icadı bu kadar değerli kılan şey, günümüzde etkin şekilde kullanılan kardanın ve jiroskopun atası olmasından kaynaklanmaktadır. Evrenin dengeleyicisi olarak da bilinen jiroskop, gemi ve uçakların pusula ve otopilot sistemlerinde etkin bir şekilde kullanılan çok önemli bir bileşendir. 

jiroskopun kullanım alanları

  Doğrultu koruma özelliği sebebiyle, araçların rotalarını sabit tutmalarını sağlayan bu sistem, gemi ve uçakların yanında,  uzaya gönderilen araçlarda, balistik füzelerde, elektromanyetik sistemlerde, insansız hava araçlarında, madenlerde, akıllı telefon ve navigasyon cihazlarında (mini jiroskoplar) etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Özellikle geceleri ve görüş şartlarının azaldığı durumlarda hayati önem taşıyan ve uçak pilotlarının ufku düz görmesini sağlayan jiroskop sistemlerinin atası bu basit mürekkep hokkasıdır. Philon çağının çok ötesinde olan bu icadı, yaklaşık 2000 yıl sonra insanların aya ayak basmasına ve uzaya gönderilen araçların yörüngelerini kaybetmemelerini sağlayacak sistemlerin geliştirilmesine öncülük etmiştir.

    2. ANTİK ROBOT

antik robot un icadı

   Günümüz dünyasının en önemli teknolojik icatlarından birisi hiç şüphesiz robotlar olmuştur. Gelecekte birçok sektörde insanların yerine istihdam edileceği düşünülen robotlar üzerindeki çalışmalar birçok gelişmiş devlet ve teknoloji şirketleri arasında büyük bir rekabete neden olmuştur. Birçoğumuza göre 20'nci yüzyılda icat edildiği düşünülen robotların geçmişi aslında antik çağa kadar dayanmaktadır. Mekanik sistemler üzerinde çalışan Yunanlı Philon tarihin ilk robotunun da mucididir. O dönemin  diğer bir ünlü bilim insanı olan  Ktesibios'un su saati ve su pompası gibi icatlarını inceleyen Philon hidrolik ve sıkıştırılmış hava hakkında kendini geliştirmiş ve bunu tarihin ilk robotunun icadında kullanmıştır.

sarap veren robot

   Antik robot hizmetçiye benzeyen bir heykeldi ve otomatik olarak gelen misafirlerin kadehlerine şarap ve kutsal su dolduruyordu. Philon bunu heykelin içerisine yerleştirdiği hava basıncı ve valf sistemleri sayesinde başarmıştır. Heykelin kolunun hareket ettirilmesiyle sürahiden sarap dökülüyor ve sürahi belli bir açıya ulaştığında oluşturduğu ağırlıkla bu şarabın bulunduğu valfi kapatıyor ve su valfini harekete geçiriyordu (sürahinin içinde su ve şarap için ayrı kanallar bulunuyordu) böylece herkese eşit miktarda  su ve şarap veriyordu. Basit olarak değerlendirebileceğimiz bu icat, yaklaşık 2000 yıl öncesinin insanlarında büyük şaşkınlık yaratmış ve ayrıca kendinden sonraki birçok bilim insanına, otomatik alet ve araçların icat edilmesinde ilham kaynağı olmuştur. Bunlardan birisi de, robot teknolojisini çok ileri boyutlara ulaşmasını sağlayan ve sanayi devrimine zemin hazırlayan sibernitiğin babası  El Cezeredir. 

geleceğin ötesindeki icatlar
   
   Günümüz dünyasında çığır açan birçok icadın, eldeki kısıtlı kaynak ve imkanlara rağmen  antik çağın dehaları tarafından icat edildiğini söyleyebiliriz. Mekaniğin yaşanılan dönemdeki dört büyük ustasından (Arşimetİskenderiyeli Heron, Yunanlı Philon ve Ktesibios ) biri olan Philon bıraktığı eserler ve çağın çok ilerisindeki icatlarıyla insanlık tarihinin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Özellikle ilerleyen süreçte bölgeye hakim olan İslam İmparatorlukları bu kıymetli bilim insanlarının araştırmalarını ve eserlerini inceleyerek birçok bilimsel icadın geliştirilmesine öncülük etmişlerdir. Araştırmacıların bir çoğu, İskenderiye Kütüphanesinde çıkan yangın sonucunda, günümüze ışık tutabilecek birçok bilimsel eser ve çalışmaların yok olduğu konusunda hemfikirdir. O dönemdeki birçok deha gibi Yunanlı Philon'un da eserlerinin büyük bölümü gerek yangında, gerekse zaman içerisinde yok olmuş ve unutulmuştur. Çok az sayıda eseri ve çalışmasına şahit olduğumuz Philon'un başka ne tür konularda bilimsel çalışmalar ortaya koyduğu hususu büyük bir gizem olarak kalacaktır.

0 Comments:

      Kudüs, semavi dinlerin hepsinde önemli bir kutsallık atfedilen, kelime kökeni olarak barışın şehri olarak bilinse de, geçmişten gün...

KUDÜS SENDROMU

4/10/2019 0 Comments

kudüsün tarihi  
  Kudüs, semavi dinlerin hepsinde önemli bir kutsallık atfedilen, kelime kökeni olarak barışın şehri olarak bilinse de, geçmişten günümüze egemen olmak için dönemin büyük güçlerinin savaştığı ve halen bölgede çatışmaların devam ettiği tarihi bir şehirdir. Müslümanlar için Mescid-i Aksa, Yahudiler için Ağlama Duvarı ve Hristiyanlar için İsa peygamberin çarmağa gerildiği Kutsal Kabir Kilisesi Kudüs'te bulunan başlıca önemli yapılardır. Hz. Süleyman ve Davut Peygamberin yaşadığı Kudüs, Perslerden, Makedonlara; Romalılardan Memlüklülere; Osmanlı Devletinden Filistin ve israil Devletine kadar birçok kez el değiştirmiş, savaş ve katliamlara tanıklık etmiştir. Dinler tarihinin merkezinde yer alan bu şehir her sene hac görevinin ifası ve turistlik geziler kapsamında dünyanın birçok yerinden ziyaretçilerini bölgeye çekmektedir. 2018 yılı itibariyle Kudüs'e gelen turist sayısı üç milyonu geçmiştir. Kudüs'e gelen ziyaretçilerin büyük çoğunluğu ise, dindar insanlardan oluşmaktadır.

din merkezli halüsülasyonlar

 Kudüs sendromu ise; ülke dışından gelen ziyaretçilerin şehrin kutsal atmosferine kendilerini kaptırarak, din merkezli ve takıntılı halüsinasyonlar görmeleri ve psikozlar yaşaması sonucu oluşan mental bir rahatsızlık durumudur. İlk olarak 1930 yılında ünlü Alman psikiyatrist Heinz Herman tarafından ortaya konulan bu sendrom, zamanla birçok otorite tarafından doğrulanmıştır. 2000 yılında ingiliz Psikiyatri Dergisinde yayınlanan makalede; 1980 ile 1993 yılları arasında 1200 kişinin bu sendroma yakalandığı ve birçoğunun akıl hastanelerine yatırıldığı araştırmasına yer verilmiştir. Yine yakın zamanda şehri ziyarete eden bir İngiliz turistin  kaybolduğu haberinin öğrenilmesinden sonra, dronlarla yapılan aramada çölün ortasında kum ve taşlardan yaptığı bir kulübede tek başına bulunması ve gördüğü rüyalara paralel olarak bunu yaptığını belirtmesi bu sendromun etkilerini açıkca ortaya koymaktadır. Kudüs şehrini gezerken bir anda bağırarak sizi doğru yola davet ettiğini ve kendisine vahiy indiğini bildiren insanlarla karşılaşma ihtimaliniz olabilir. Peki normal ve sağlıklı insanları bile, bu denli etkileyebilen Kudüs Sendromunun belirtileri nelerdir?


Hz İsa'nın çarmağa gerilişi

   Bu sendromun etkisindeki bireylerde, ruhsal ve fiziki birçok rahatsızlık baş göstermektedir. Şehrin mistik yapısından yoğun şekilde etkilenenler; kendilerini dünyayı kurtaracak dini bir lider olarak görme, mesihlik iddiaları, yarım kalmış dini misyonu tamalama, kendini Tanrı tarafından seçilmiş üstün insan hatta peygamber olarak görme, din merkezli takıntılı rüyalar, halüsinasyonlar ve anksiyeti bozuklukları gibi pek çok psikolojik rahatsızlıklardan muzdarip olmaktadır. Özellikle kendilerini; kurtarıcı Mesih  Hz. İsa olarak gören, Musa Peygamber gibi denizi ortadan ikiye ayırabileceğini iddia eden ve vaftizci Yahya olduğunu hissedenler rahatsızlığın en ileri aşamasında olanlara verilebilecek örneklerdir.

ruhsal problemler

  Bunun yanında sendromun etkisine giren bireylerde; sürekli beyaz giyinme, aşırı temizlik düşkünlüğü, sürekli duş alma, günümüzde tercih edilen kıyafetleri redderek eski dönemlerde giyilen kıyafetleri tercih etme, saç sakal uzatma gibi aşırıya kaçan takıntılar ortaya çıkmaktadır. Ayrıca kendilerini tatmin etmek amacıyla, radikal tarikat ve oluşumlara üye olma, aile ve sosyal sorumluluklarını bir kenara bırakarak kendilerini herşeyden soyutlama, görülen diğer belirtilerdir. Sürekli takıntılarla yaşayan ve mutsuz olan bireylerin zamanla ruh sağlıkları bozulmakta, kendilerine ve çevrelerine zarar verecek davranış biçimleri sergilemektedirler.


modernizmin iflası

  Özellikle refah seviyesi yüksek olarak görülen ve modernizmin kuşattığı şehirlerde yaşayan bir çok insanı içinde bulunduğu hayat koşulları tatmin etmemektedir. Büyük hayal kırıklığı ve zihinsel bunalımlar yaşayan insanlar, kendi iç dünyalarındaki eksiklikleri doldurmak için yeni arayışlara girerler. (Özellikle Avrupa'dan gelip IŞİD'e katılanlar bunun çarpıcı bir örneğidir) Din merkezli yaklaşımlar ise, bu süreçte en çok tercih edilenler arasındadır. Bu psikoloji ile Kudüs'ü ziyaret eden kişilerin  sendromun etkisi altına girmesi çok daha kolay olmaktadır. Dini bir yaşam felsefesini benimseyen bu kişiler, gereken toplumsal dengeyi sağlayamadıkları için zamanla ruh sağlıklarını kaybetmekte ve kişilik kaybı gibi problemlerle yüz yüze gelmektedir. Bu da kişilerin kendini toplumdan soyutlamasına ve bir hayal dünyasında yaşamasına sebep olmaktadır. Kudüs sendromu belki de bunun en çarpıcı örneğidir. Birçok insan için; Sibirya eteklerinde halen yaşatılan Şamanizm inancının etkili olduğu bölgelerin, Budist tapınakların, kendini toplumdan tamamen soyutlamış ilkel kabilelerin yaşadığı dağlık kesimlerin ziyaret edilmesi ve o bölgelerde zaman geçirilmesi içinde oluşan eksikliği ve mutsuzluğu ortadan kaldırmak için yaptığı arayışların bir dışa vurumudur. Modernizmin insanları yeterince tatmin etmediği günümüzde, Kudüs sendromuna benzer, insanı etkisi altına alacak birçok sendromun ortaya çıkması kaçınılmaz bir gerçekliktir. 


0 Comments:

  Hayvanlarını otlatmak ve tarlasını sürmek için Şanlıurfa'nın 20 km kuzeybatısında bulunan Örencik Köyü bölgesine giden bir vata...

TARİHİ DEĞİŞTİREN BAŞYAPIT: GÖBEKLİTEPE

4/06/2019 3 Comments


tarihteki önemi

 Hayvanlarını otlatmak ve tarlasını sürmek için Şanlıurfa'nın 20 km kuzeybatısında bulunan Örencik Köyü bölgesine giden bir vatandaş, farkında olmadan bilinen tarihi değiştirecek ve günümüze kadar inanılan insanın gelişimini sorgulamamıza neden olacak çok büyük bir keşife neden olmuştur. İnsanlığı hayrete düşüren ve tüm dünyanın dikkatinin bu bölgeye çekilmesini sağlayan şey, keşfedilen yapıtın, yapılan karbon testleri sonucunda M.Ö 12000 yıl öncesine kadar dayanması olmuştur. Yani Taş Devrine...Peki elde edilen bu sonuç neden dünya tarihinin yeniden yazılmasına sebep olacak?

dramatik hikayesi

Öncelikle, son derece etkileyici ve bizim açımızdan dramatik olan Göbeklitaş'ın keşfinin hikayesinden bahsetmek gerekir. Aslında hikayenin geçmişi 1986'lara kadar dayanır. Göbeklitepe'de araziyi sürmeye ve hayvanlarını otlatmaya gelen  bir çoban, tarlayı sürerken birkaç heykel bulur ve para eder umuduyla at arabasına yükleyerek Şanlıurfa'daki Müze Müdürlüğüne götürür. Dönemin müze müdürü heykelin tarihi bir değerinin olmadığını ve kireç taşından olduğunu söyler. Bu duruma çok üzülen çoban heykelleri çöpe atmak ister. Bunu gören müze yetkilileri heykelleri alarak depoya yerleştirirler. Aradan uzun zaman geçer.  

schmidin azmi

  O dönemde Atatürk Barajı inşa edilmeden önce Şanlıurfa'da bulunan Nevali Çori yerleşim yerinde çalışmalar yapan Alman arkeolog Klaus Schmid o bölgede bulduğu tarihi eserleri teslim etmek üzere müze müdürlüğüne gider. Müzeye ait depoya inen Scmid'in gözü Göbeklitepe'de bulunan heykellere takılır. Bu heykellerin nereden geldiğini sorar. Görevli bir köylünün getirdiğini ve önemsiz olduğunu söyler. Schmid yetkililerden izin alarak heykelleri incelemek üzere alır. Yaptığı incelemeden sonra heykelin kimin getirdiğini ve nereden geldiğini öğrenmeye çalışır. Ancak müze yetkilileri tarafından pek umursanmaz. Ancak bu durum Schmid'in azmini kıramamıştır. Uzun araştırmalar sonucu, heykellerin Göbeklitepe bölgesinden getirildiği bilgisine ulaşır. Sahibinden de izin alarak bölgede çalışmalara başlar. Göbeklitepe, köylüler tarafından kutsal olarak görülmekte ve birçok alimin mezarının bulunduğu yer olarak bilinmektedir.  2 yıl süren çalışmalardan sonra Scmid toprak altında gömülü ilk yeraltı tapınağını bularak tarih sayfasına ismini altın harflerle yazdırır. Bugün birçok araştırmacı için Göbeklitepe son 25 yılın en önemli keşfi olarak görülmektedir. Peki Göbeklitepe insanlık tarihi için neden önemli? 


taş devri insanları

 Göbeklitepe'de keşfedilen yapıtların inşası; buzul çağının yeni sona erdiği, tarımın, tekerleğin ve yazının henüz icat edilmediği, Mısır Piramitleri ve İngiltere'de bulunan Stonehengen'in  inşa edilmesine daha 7000-7500 yıl olduğu bir zamana denk gelmektedir. Dünya tarihi anlatılırken, insanın öncelikle avcılıkla hayatını idame ettiğinden bahsedilir. İnsanlığın gelişiminin en önemli buluşu ise, tarımın keşfedilmesidir. Tarımın keşfedilmesiyle, insanlar yemek arama ve karın doyurma derdinden kurtulmuş, kendilerini tamamen kültürel zenginleşmeye ve gelişmeye adamıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak, insanlar bir arada yaşamaya başlamış ve yerleşik hayata geçmişlerdir. Temel ihtiyaçlarını  karşılayan insanlar daha sonra dini öğretiler geliştirmiş ve tapınaklar inşa etmeye başlamıştır. Oluşturulan bu küçük yerleşimler; şehirleri, şehirler ise uygarlıkların oluşmasına imkan sağlamıştır. Yani teoride sıralama ;

Tarımın Keşfi-Yerleşik Hayata Geçilmesi-Dini Öğretiler Geliştirilmesi-Tapınakların İnşa Edilmesi-Şehirlerin Kurulması-Uygalıkların Oluşması şeklinde olmuştur.


göbeklitepenin inşası

  Ancak Türkiye'nin Göbeklitepe bölgesindeki taş sütunlar ve üzerindeki kabartmalar kültürel gelişim tarihinde yeni bir sayfa açılmasına sebep olmuştur. Çünkü bu yapıtların tarihi tarımın icat edilmesinden bile önceye yani taş devrine dayanmaktadır. Taş devri denilince avcılıkla hayatını idame ettiren ve sadece taştan yaptıkları aletleri kullanan ilk insanlar akla gelir. Ancak, Göbeklitepe'deki yapıtların inşa edilmesi o dönemin şartlarıyla imkansız görülmektedir. Çünkü böyle bir yapının inşası için büyük bir örgütlenme (duvar ustaları, kazıcılar, taş ocağı işçileri vb.) gerektiği aşikardır. Devasa büyüklükteki bu taş sütunların nasıl ve ne ile bulundukları yere taşındıkları hususu büyük bir muamma olarak görülmüştür. Yani insanlar, birarada bile yaşamaya başlamamışken, bu mükemmel işçilik ve sanat gerektiren yapıları nasıl inşa ettiler? İnsanlar henüz kilden çömlek yapmaya bile başlamamışken bu kusursuz yapıları kim neden ve ne maksatla inşa etmiştir? Bu durum yukarıda bahsettiğimiz sıralamanın doğruluğunun sorgulanmasına neden olmuştur.

4 tapınak

 Göbeklitepe'de bulunan yapıtlar incelendiğinde beraberinde birçok gizemi ortaya çıkarmıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda her biri çember şeklinde taş duvarlardan oluşan dört büyük uygulama alanı gün yüzüne çıkarılmıştır. Her bir çember T şeklinde büyük sütunlarla ayrılmış yüksek taş duvarlardan oluşmaktadır. Çemberin ortasında ise 5 buçuk metre yüksekliğinde yine T şeklinde iki büyük dikili taş bulunmaktadır. Türkiye'deki diğer yeraltı şehirlerinde de çalışan Scmid bu uygulama alanlarının barınmak için yapılmadığı (alanların şekli ve su kaynaklarına olan uzaklığı) kanaatine varmıştır. Özellikle dikili taşlar üzerinde bulunan ve mükemmel işçilik gerektiren hayvan kabartmaları onların sıradan yapılar olmadığının göstergesidir. Birçok araştırmacı, sütunların şekli ve konumu ile üzerindeki sembollerden yola çıkarak bu yapıtların dünyanın ilk tapınağı olduğunu değerlendirmektedir. Bunun yanı sıra Göbeklitepeyi uzaylılar ve metafizik öğelerle ilişkilendiren ve cennete açılan bir kapı olduğunu iddia eden birçok teori bulunmaktadır.

hayvan kemikleri

  Ayrıca yapılan kazılarda birçok hayvan kemik ve kalıntılarına ulaşılmıştır. Bulunan bu kemiklerin en büyük ortak özelliği ise; tamamının yabani hayvanlara (ceylan, yaban domuzu, alageyikler ve yaban koyunları)  ait gıda atıkları olmasıdır. Bölgede besi hayvanlarına ait hiçbir kemiğe rastlanılmamıştır. Elde edilen bu bulgulardan yola çıkarak yapıtların; henüz hayvanların evcilleştirilemediği ve avcılıkla hayatın idame edildiği tarım öncesi dönemde inşa edildiği sonucuna varılmıştır. Bu durum birçok araştırmacıya göre, tarım öncesi dönemde yerleşik hayata geçildiğinin bir kanıtı olarak görülmektedir. 


Göbeklitepe ve Schmid

   Bu büyük keşif Alman arkeologun Klaus Schmid danışmanlığında 1995 yılında başlamış ve 2007 yılında ise Schmid kazı ekibinin başkanlığına getirilmesiyle devam etmiştir. Kazıların bu kadar uzun sürmesinin başlıca sebeplerinden biri, bu şahaserleri inşa eden topluluğun üstlerini bir tepe oluşturacak kadar tonlarca toprak ve taş yığınlarıyla kapatması olmuştur. Son teknolojilerin kullanıldığı Göbeklitepe'de 4 adet uygulama alanı bulunmuş ve uzay fotografları ve radar sistemleri  yardımıyla 16 tane  uygulama alanı daha olduğu tespit edilmiştir. Bu da yaklaşık 20 futbol sahası büyüklüğünde devasa bir alanı kapsamaktadır. Yani Göbeklitepe bölgesinin henüz çok küçük bir kısmı keşfedilebilmiştir. Ömrünü Göbeklitepe'ye adayan ve bir dönem Şanlıurfa'da yaşayan Klaus Scmid 2014 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu ölmüştür. 


ziyaretçiler

  Sonuç olarak, Göbeklitepe,  birçok gizli kalmış gerçeği ortaya çıkaran ve insanlık tarihini yeniden şekillendiren bir başyapıttır. Keşfedilen en eski kalıntılar olması sebebiyle tarih açısından bir sıfır noktasıdır. Ancak maalesef son dönemin en büyük keşfi olarak değerlendirilen Göbeklitepe'nin önemi, ülkemizce çok geç anlaşılmıştır. 2019 yılı itibariyle Üst Çatı Örtüsü Kaplama Projesi kapsamında keşfedilen kısımlar koruma altına alınmış ve ziyaretçilere açılmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığının liderliğinde ve Doğuş grubunun sponsorluğunda bölgedeki çalışmalar için 20 yıllık bir işbirliği anlaşması imzalanmış ve 2019 yılı Göbeklitepe Yılı olarak ilan edilmiştir. Ayrıca insanlığın ortak mirası olan Göbeklitepe'nin global finansmanı ve kazılarının desteklenmesi için 'Dünya Ekonomik Forumunda' tanıtımı yapılmıştır. Bugün itibariyle çok küçük bir kısmı keşfedilen insanlığın bu en eski şahaserinin tamamiyle ortaya çıkarıldığında, ne gibi gizemlere sahne olacağı büyük bir merak konusudur.

3 Comments:

   Kalaşlar, krizin ve çatışmaların kol gezdiği Afganistan ve Pakistan ülkelerinin sınırında,  üç bin metre yükseklikteki ...

KAFİRİSTAN HALKI: KALAŞLAR

4/02/2019 4 Comments


kalaş kız çocugu

  Kalaşlar, krizin ve çatışmaların kol gezdiği Afganistan ve Pakistan ülkelerinin sınırında,  üç bin metre yükseklikteki Kalaş vadisinde yaşayan kadim bir topluluktur. Dini inançları sebebiyle şeriatla yönetilen bu ülkelerce yaşadıkları bölge, Kafiristan olarak isimlendirilmiştir. Kalaşlar; dini inanışları, fiziki görünüşleri, toplumsal yapıları ve tarihsel geçmişleriyle birçok antropologun ve tarihçinin dikkatini çekmiştir. Peki, yaklaşık 4000-5000 nüfusa sahip Kalaşları yaşadıkları ülkelerin insanından ayıran özellikleri neler?

büyük iskender ve kalaşlar

   Kalaşların ortaya çıkışı ile ilgili ortaya atılan iddia çok dikkat çekicidir. Birçok araştırmacıya göre; Kalaşların kökeni tarihte en geniş topraklara ulaşan İskenderiye Devletine dayanmaktadır. Büyük İskender, milattan önce 200 yılında öncelikle Afganistan'ı işgal etmiş burada 2 yıl kaldıktan sonra Büyük Çin'in fethi için yola çıkmıştır. Özellikle  Hindikuş Dağlarının mevcut arazi şartlarının zorluğu İskender'in sonu olmuştur. İskenderin ölümü üzerine askerler geri dönmeye karar vermiştir. Ancak, İskender'in ünlü bir komutanı olan Şalakşah ordunun bir kısmı ile dönmekten vazgeçerek sarp vadilerin bulunduğu bu bölgede kendilerine yeni bir hayat kurmuşlardır. Çoğunlukla Kalaşlar'ın kökeni Büyük İskender'in bu ordusuna dayandırılmaktadır.

kalaşların yaşadığı ortam

  Tamamen kapalı ve izole bir hayat süren Kalaşlar, asimile olmadan örf ve inançlarını günümüze kadar yaşatmışlardır. Sadece fiziksel özellikleri değil, ayrıca yıllarca korudukları dilleri onları bulundukları bölgede benzersiz yapmıştır. Konuştukları Burrureşki Dili özellikleri sebebiyle, Hint Avrupa dil ailesine mensuptur ve günümüzde sadece 5000 kişi tarafından konuşulduğu için, UNESCO tarafından koruma altına alınmıştır. İnançları sebebiyle kara kafir olarak bilinen Kalaşların yaşadığı bölge, 1895 yılında Afganistan emiri Abdurrahman Han tarafından fethedilmiş ve bölgeye Nuristan (Işık Ülkesi) ismi verilmiştir ancak bu isimden çok Kafiristan ismi benimsenmiştir.


müslüman kalaşlar

   Kalaşlar, Şamanizmin ve Paganizmin izlerini taşıyan tek tanrılı bir inanç sistemine sahiptir. Onlara göre Tanrı Dizova evrenin ve nimetlerin yaratıcısıdır. Bazı kaynaklarda ise, çok tanrılı bir inanç sistemine sahip oldukları, Di Zaus (Doğa) ve Zau (Güneş) şeklinde isimlendirdikleri iki büyük tanrılarının bulunduğu belirtilmektedir. Ayrıca Kalaşlarda 12 peygamberin varlığı kabul edilmektedir. Bu peygamberlerden 4'ü mevsimleri, diğerleri ise sağlık, mutluluk ve bereketi simgelemektedir. Sadece önemli günlerde ziyaret ettikleri Çeştakhan isimli tapınakları bulunmaktadır. Tapınaklarının girişlerinde koç figürleri bulunur ve inanışlarına göre; gücü, sağlığı ve barışı simgelemektedir.

kalaş bayramı

  Yaz, kış ve baharda olmak üzere üç büyük bayramları vardır ve bu günlerde kurban keserek Tanrılarına adarlar. Baharın gelişini kutladıkları 'Çilam Çoşhi Bayramı' en coşkuyla kutladıkları bayramdır. Doğaya saygıya esas alan Kalaşlar, aministik düşüncenin bir özelliği olarak, nesnelerin ruhu olduğuna inanmaktadır. Kalaşlarda görülen en ilginç geleneklerden biri, cenazelerini açık tabutlarda bırakmalarıdır. Kalaşlarda, toprak altında kalan ruhların cennete gidemeyeceğine inanırlar. Ancak, cesetlerin çalınmasından ve zarar verilmesinden sonra bu adetten vazgeçilmiştir. Günümüzde yaşayan Kalaşlar'ın  bir kısmı İslamiyete geçmiştir. Kalaşlar ile müslümanlığı tercih edenler farklı köylerde yaşamalarına rağmen bayram ve festivalleri beraber kutlamaktadırlar.

kalaş kadınının zerafeti

   Bulundukların bölgenin coğrafi koşulları sebebiyle tamamen ilkel bir hayat süren Kalaşlar teknolojiden uzak bir şekilde, tarım ve hayvancılıkla geçinmektedir. Ekmeklerini değirmenlerde un öğüterek yapan ve bulaşıklarını nehirlerde yıkayan kadınların renkli kıyafetleri ve örgülü saçları bu toplululuğun dikkat çeken özelliklerinden birisidir. Kadınlar bu rengarenk kıyafetleri çoğunlukla kendileri örerler. Kıyafetlerini deniz kabuğu ve boncuklarla donatırlar. Saçlarını kutsal olarak gördükleri ırmaklarda yıkar ve bunun kötülüklerden uzak tuttuğuna inanırlar. Kadınlar örgülü saçları, rengarenk kıyafetleri ve doğal yollardan yaptıkları makyajlarla güzelliklerine çok önem verdiklerini göstermektedirler. Erkekler ise çoğunlukla, Pakistan'da giyilen geleneksel şalvarları tercih ederler. Erkekler için bir kıyafet zorunluluğu bulunmazken, teamüller gereği kadınların geleneksel kıyafetler dışında bir giysi giymezler. Kalaşlarda selamlaşma adeti de diğer toplumlardan çok farklıdır. İki kişi selamlaşırken birbirlerinin ellerini öperler. Bu açıdan bakıldığında Şamanizmden etkilendikleri düşünülmektedir.

kalaş kadın erkek eşitliği

  Kalaşlar'ın bulundukları bölgede en çok eleştirilmesine ve kafir olarak nitelendirilmesine sebep olan husus ise, kadın ve erkek ilişkileridir. Geleneklere göre ergenliğe ulaşmış erkekler bu durumu kutlamak için, uzakta bulunan yaylalara gitmektedir. Bu yaylalarda belli bir süre kalan erkekler, döndüklerinde ergenliğe ulaşmış bir kızla cinsel ilişki yaşamaktadır. Genel toplum yapısı incelendiğinde, kadının erkil olduğu bir toplum yapısı görülmektedir. Erkeklerin kadınlarını boşaması yasak iken, kadınlar istedikleri takdirde eş değiştirebilmektedir. Beğendikleri erkeğe mektup yazan kadınlar, kabul edilmesi durumunda,   başlık parası ödemek şartıyla yeniden evlenebilmektedir.

anaerkil toplum

 Kalaşlarda, evlilik öncesi cinsel münasebet konusunda bir toplumsal baskı bulunmmaktadır. Kişi istediği kişiyle beraberlik yaşayabilmektedir.Kadınlar evlenecekleri kişiyi kendi hür iradesiyle seçebilmektedir. Bir diğer gelenekte; adet gören kadınlar bu durum sona erene kadar başaleni denen köy içindeki binalarda kalmakta ve daha sonra tekrar kocalarının yanına dönmektedirler. Kalaşlar ile ilgili bir diğer eleştirisi konusu, içkiyi ve uyuşturucuyu serbest bırakmalarıdır. Üzümden yaptıkları şaraplar ve kenevirden elde ettikleri esrar hayatlarında önemli bir yere sahiptir. Alkol ve uyuşturucu özellikle özel günlerin vazgeçilmez öğeleridir. Bu festivallerde ellerinde tuttukları meşalelerle kız erkek karışık olarak dans ederler.

kalaşların nesli

   Yaklaşık 2300 yıllık bir tarihe sahip Kalaşlar, yaşadıkları coğrafi şartların bir sonucu olarak, bugün yok olmaya yüz tutmuş kadim bir topluluktur. Bölgedeki Taliban tehlikesine rağmen, müslüman Kalaşlarla huzur içinde yaşayan bu topluluk; farklı adet ve gelenekleriyle, kadına ve doğaya verdiği değerle içinde bulundukları coğrafyanın en renkli kültürlerinden birisidir. Teknolojinin ve imkanların bu kadar geliştiği ancak buna rağmen insanların sürekli şikayet ettiği ve mutsuz olduğu günümüz dünyasında, çevrelerindeki tehlikeler ve zorlu arazi şartlarına rağmen  mutlu bir dünya kuran Kalaşlar, bu açıdan tüm insanlığa iyi bir örnek teşkil etmektedir.

4 Comments: