Ruanda Soykırımı 20'nci yüzyılın en tüyler ürpertici katliamlarından biri olarak tarihe büyük bir kara leke olarak ka...



tutsili anne

   Ruanda Soykırımı 20'nci yüzyılın en tüyler ürpertici katliamlarından biri olarak tarihe büyük bir kara leke olarak kazınmıştır. Orta Afrika'da küçük bir ülke olan Ruanda'daki  olayların temeli ortak dil, gelenek ve kültürlere sahip, yüzyıllardır barış içinde yaşayan Tutsi ve Hutu kabileleri arasında çıkarılan suni bir ırksal ayrılıktan kaynaklanmaktadır. Birçok insanın ismini bile duymadığı bu ülke bugün soykırımla eş anlamlı tutulmaktadır. Bu ayrımın yıllarca toplum üzerinde oluşturduğu travmalar tarihin en büyük katliamlarından birine sebep olmuştur. Peki aynı kültürel değerlere sahip bir toplumda bu süreç nasıl meydana geldi?


vücut yapıları

  1890 Brüksel Konferansında, bölgede hiç Alman bulunmamasına rağmen Ruanda'nın yönetimi sömürgeci güçlerce Almanlara verilmiştir. I.Dünya Savaşına kadar Almanya idaresinde kalan Ruanda, savaş sonrası dönemde Almanya sömürgeliğinden çıkıp Belçika egemenliğine girmiştir. Belçika'nın Ruanda toplumu üzerinde yarattığı sınıfsal, ekonomik ve siyasal ayrışma,  parçalı bir toplum yapısının oluşmasına neden olmuştur. Tarih boyunca huzur içinde yaşayan Tutsi ve Hutu kabileleri Belçikalılar tarafından tekrar sınıflandırılmış ve bu sınıflamaya uygun olarak farklı kimlik kartları verilmiştir. Bu ayrımı yaparken ince, narin ve güzel görünümlü olan, ekonomik şartları iyi (10 inekten fazlası olan) ve eğitimli  olan bireyleri Tutsi geri kalan kesimi ise Hutu olarak sınıflandırılmıştır. Bu süreçten sonra azınlığın çoğunluğu yönettiği bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Buna göre Tutsiler gerek devlet yönetiminde, gerek devlet kadrolarında en iyi mevkileri ele geçirmişlerdir. Buna karşın Hutular ise devletin bütün sosyal olanaklarından mahrum bırakılmışlardır.


100 bin Tutsi katledilmiştir

 II.Dünya savaşından sonra yayılan özgürlükçü akımların etkisiyle Belçika Hutular üzerindeki baskıyı azaltmıştır. Birleşmiş Milletlerin kontrolünde yapılan seçimi Hutuların milliyetçi partisi PARMEHUTU'nun kazanmasından sonraki süreçte, yılların verdiği intikam duygusuyla Tutsilere yönelik ayrımcılık ve katliamlara başlanmıştır. Bu süreçte yaşanan çatışmalarda,  100 bine yakın Tutsi katledilmiş, 200 bine yakın Tutsi komşu ülkeler olan Tanzanya ve Uganda'ya sığınmıştır. Bundan sonraki süreçte aşamalı olarak birçok Tutsi öldürülmüş ve göçe maruz bırakılmıştır. 1973'te meydana gelen darbe ile PARMEHUTU hükümeti düşürülmüş, ancak yerine gelen  Juvenal Habyarimana'nın da bir Hutu milliyetçisi olması sebebiyle Tutsiler açısından bir değişiklik olmamıştır.


tutsi gerillaları
Ruanda Yurtseverler Cephesi

 
1980'lere kadar gördükleri eziyetler ve katliamlar sebebiyle göç eden Tutsilerin çevre ülkelerdeki nüfusu 500 bini aşmıştır. Bu ülkelerde önemli konumlara gelen Tutsiler, ülkelerine tekrar dönebilmek için örgütlemiş ve Ruanda Yurtseverler Birliğini kurmuştur. Öncelikle diplomasi yoluyla anlaşmaya çalışan bu organizasyon, başarılı sağlayamayınca askeri mücadele yolunu seçmiştir. Bundan dolayı, 1990 'lara kadar aşama aşama iç savaşa sürüklenen bir süreç ortaya çıkmıştır. 1992 yılında Birleşmiş Milletlerin araya girmesiyle bir ateşkes anlaşması imzalanmıştır.


palalar

  Bu anlaşmayı tanımayan radikal Hutular'dan oluşan Interahamwe Hareketi Tutsiler'in tümüyle yokedilmesi için çalışmalara başlamıştır. Bu kapsamda Tutsiler ve ılımlı Hutular fişlenmiştir. Ülkedeki ekonomik kriz nedeniyle silah alamayan bu gruplar, Çin'den tonlarca satır ve pala siparişi vermiştir. Bu süreçte Interahamwe'ye bağlı radyolarda 'Hamam böceklerini öldürün' anonslara yapılmaya başlanmış ve maalesef beklenen kıvılcım 6 Nisan 1994'te Ruanda Devlet Başkanının uçağının düşürülmesiyle alevlenmiştir.

soykırım

   6 Nisan 1994 ve sonrası süreçte radikal Hutular harekete geçmiş ve öncelikle fişledikleri insanları öldürmeye başlamıştır. Bu süreçte ABD, 11 BM askerinin öldürülmesini bahane ederek bölgeden askerlerin çekilmesini istemiş ve bu kabul edilmiştir. Artık çoğunluk olan radikal Hutular'ın azınlık olan Tutsiler üzerinde katliamı başlamıştır. Hatta o dönem Ruanda'ın ılımlı bir Hutu olan kadın Başbakanı Agathe Uyuling uçağın düşürülmesinden 1 gün sonra Ruanda ordusundaki işbirlikçiler tarafından öldürülmüştür. Yıllardır komşuluk ilişkisi içinde bulunan insanlar birbirlerini satır ve palalarla doğramaya başlamıştır. Eskiden ülkeyi terketmelerine izin verilen Tutsilerin kaçmasını engellemek amacıyla tüm sınırlar tutulmuştur. Katliamı haber alan Ruanda Yurtseverler Birliği harekete geçmiş ve başkent Kigari'ye kadar gelerek, Hutulu milislerle savaşmaya başlamıştır. Bunu bir terörist eylem olarak gören ve önceki süreçte kılını kıpırdatmayan Fransa Hutu hükümetine yardım etmeye karar vermiştir.


suçlu fransa

  Bunun yanı sıra, BM katliam gerçekleştikten sonra Ruanda'da Turkuaz operasyonunu başlatmıştır. Bu operasyonda en büyük rolü üstlenen Fransa, Ruanda Yurtseverler Birliğinin çatışma bölgelerine girmesini engellemiş ve yaklaşık 200 bin Tutsilinin daha ölmesine seyirci kalmıştir. Kısacası Turkuaz operasyonu katliamı engellemekten çok Hutu milislerinin katliamlarını rahat bir şekilde devam etmelerine önayak olmuştur. Hutu milislerine istihbarat ve silah desteği sağlayan Fransızlar bölgeden çekildikten sonra, Ruanda Yurtseverler Birliğinin ve kalan Tutsilerin intikam almasında korkan katliamcı Hutu milisleri ve yaklaşık 2 milyon Hutu çevre ülkelere sığınmışlardır. Ruanda Yurtseverler Birliği askerleri başkent Kigaliyi ele geçirdiğinde artık herşey için çok geç olduğu anlaşılmıştır. 


ölen tutsi anne

   Tarihin en büyük soykırımlarından biri olarak görülen Ruanda Katliamının acı bilançosu tüyler ürperticidir. 100 gün süren çatışmalarda pala ve çivili sopalarla Tutsilerden ve ılımlı Hutulardan yaklaşık 800 bin insan öldürülmüş sadece 300 bin insan sağ olarak kurtulabilmiştir. Soykırımın sonunda 250 – 500 bin arası kadına tecavüz edilmiştir. Halka hizmet veren bütün kurumları işlemez hale gelmiş ve üzerinden yıllar geçmiş olsa dahi tam anlamıyla toparlanamamıştır. Yine aynı dönemde baş gösteren açlık sebebiyle 1 milyona yakın köpek katledilmiştir.

en az 3 kişi öldürmek

  Savaş sonrası süreçte sorumluların bulunup cezalandırılmasına çalışılmış olsa da, sorumlu kişilerin fazlalığı ve katliamın meydana getirdiği etki sebebiyle yargı sistemi işlemez hale gelmiştir. Kendi mahkemelerini kuran yerel halk, katliamın büyüklüğü sebebiyle sadece 3'ten fazla insan öldüren kişileri (!) yargılayabilmiştir. Daha büyük suçlular için Birleşmiş Milletler gözetiminde Arusha Tanzanya'da bir uluslararası suç mahkemesi kurulmuştur. Tek elle tutulur ceza Ruanda Silahlı Kuvvetleri generali Augustin Bizimungu'ya verilen 30 yıllık(?) ceza olmuştur.

Ruanda soykırımı

  Sonuç olarak, yüzbinlerce masum insanın hayatını kaybettiği bu katliamın kazananı olmamış ve Ruanda toplumunda bir daha asla onarılmayacak yaralar açmıştır. Ruanda katliamı, özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan toplumlar için büyük bir ders niteliğindedir. İnsanları ötekileştirmenin  ve etnik kimlik ayrımcılığı ile siyaset yapılmasının ne tür kanlı olaylara yol açabileceğinin en bariz örneğidir. Küresel güçlerin kendine menfaat sağlamayacağını düşündüğü yerlerde insan hakları ihlallerine, katliamlara hatta soykırımlara nasıl sessiz kaldıklarının en açık göstergesi olmuştur. Ruanda'da böyle olduğu gibi Bosna'da da aynısı olmuş ve gelecekte de aynısı olacaktır. Ayrıca dikkat edildiğinde bu süreçlerin öyle bir anda olmadığını, geçmişten günümüze aşama aşama geliştiğini görmekteyiz Ülkemiz açısından değerlendirildiğinde; Alevi-Sünni, Sağ-Sol ve Türk-Kürt olmak üzere dış güçler tarafından tetiklenebilecek tehlikeli kırılma noktaları bulunmakta olup, zaman zaman küresel güçler tarafından harekete geçirilmeye çalışılmıştır. Bu sebeple insanların duyarlı olması ve hükümetlerin etnik, dini ve ideolojik olmayan ve tüm halkı kucaklayan siyaset yapmaları ülkemiz açışından en büyük zorunluluktur. 

İranlı sanatçı Farid Farjad'ın dediği gibi 'Dünyada yüzlerce millet,dil,din,mezhep olabilir.Ama sadece iki çeşit insan var;vicdanı olan ve vicdanı olmayan.

KAYNAKÇA:

2. Ruanda Katliamı ve Küresel Güçler, Serhat ORAKÇI

3. Ruanda Soykırımının Değerlendirilmesi, Semih NARGÜL

  Nasreddin Hoca birgün eşeğiyle beraber oğlunu okuldan almaya gider. Okuldan oğlunu alıp birlikte eşeğe binerler. Yolda giderken bir...

Nasreddin Hoca ve eşeği
 Nasreddin Hoca birgün eşeğiyle beraber oğlunu okuldan almaya gider. Okuldan oğlunu alıp birlikte eşeğe binerler. Yolda giderken bir grup kendilerine 'Hoca hoca zavallı eşeğe hiç acımaz mısın iki kişi binmişsiniz ' der. Bunun üzerine Nasreddin Hoca gruba hak verir ve oğlunu indirip ilerlemeye devam ederler. Yolda karşılarına çıkan bir diğer grup 'Hoca Hoca ayıp değil mi çocuğu yürütüyorsun kendin rahatını düşünüp eşşeğe binmişsin' der. Nasreddin Hoca bu gruba da hak verir. Kendisi iner çocuğunu eşşeğe bindirir ve yola kaldıkları yerden devam ederken yine bir grupla karşılaşırlar. Grup kendi arasında ' Görüyorsunuz dimi zamane çocukları böyle büyüğe hiç saygı kalmamış kendi eşeğe binerken babasını yürütüyor' derler. Bu söz oğlunun ağırına gider ve o da eşekten iner. Eşek önde Nasreddin Hoca ve oğlu arkada yollarına devam ederler. Yeni bir grupla karşılaşırlar. Bu grupta 'Şu enayilere bak, eşek boşken arkadan yayan gidiyorlar' der. Bunu duyan Nasreddin Hoca oğluna dönerek 'Görüyorsun ya oğlum elalem böyledir, ağızları torba değil ki büzesin' der.


El alem ne der

  Bu fıkra aslında birçoğumuzun yaşamının bir özetidir. Hayatımız ile ilgili alacağımız kararlarda, yapacağımız işlerde hep çevrenin hakkımızdaki düşüncelerini fazlasıyla önemseriz. El alem ne der algısı çocukluktan itibaren özellikle aile tarafından bizlere empoze edilmektedir. Eğer sürekli üstünüzde bu baskıyı hissediyorsanız ve yaptığınız iş ve eylemlerde çevrenin tepkisine göre hareket ediyorsanız el alem ne der hapishanesine hoşgeldiniz. Toplumsal bir kontrol mekanızması olan 'el alem ne der hapishanesi' zaman zaman sizi siz olmaktan alıkoyabilmektedir. Diğer insanların ne düşündüğü ya da ne şekilde tepki vereceğini düşünerek onlardan onay almadan karar veremeyen ve kendini kısıtlayan bireyler bir açıdan kendi hayatlarından çok çevresindeki insanların hayatlarını yaşamaktadır.


maldivlerde balayı
   Konuya ilişkin basit bir örnek verelim. Meşhur düğünlerimiz... Türk örf ve adetlerinde düğünün ayrı bir önemi vardır. Düğünün gösterişli olması aileler için herşeyden elzemdir. Düğün gösterişli olmaz ise aileler kendilerinin rezil olacağına inanırlar ve bu yüzden büyük bir koşuşturma içine girerler. Sözü, nişanı, kınası, düğün salonu hepsi aile ve çift açısından büyük stres yaratır. İşin maddi boyutuna gelirsek birkaç saat sürecek bir düğün için çiftler ve aileler büyük bir masrafın ağırlığı altında ezilir ve önceden birikimleri yoksa bu süreç yıllar sürebilir. Oysa sade bir nikah töreni ya da düğün yapılsa bu çiftler hem bu yükün altında ezilmez hatta harcadıkları paranın çok küçük bir kısmına örnek veriyorum Maldivler'de unutulmayacak rüya gibi bir balayı gerçekleştirebilirler. Mantıklı düşündüğümüzde 3 4 saat sürecek düğünü şatafatlı bir şekilde yapmak mı yoksa  Maldivler'de rüya gibi bir hafta tatil mi? Birçok insana ikinci seçenek daha mantıklı gelsede, bu noktada el alem ne der baskısı devreye girer ve insanların çoğunluğu birinci seçenekte hapsolur.


mahalle baskısı
 El alem ne der hapishanesi çocukluktan itibaren hayatımızda yer etmeye başlar. Özellikle aileler çocuklarını yetiştirken toplumsal kalıplara sokmaya başlarlar. Küçüklükten itibaren  meslek seçimlerinde aileler baskı kurmaya başlar. Bireyler toplumlarca değer gören meslekler dışında alanlara yönelindiğinde aile ve çevrelerinden tepki görmeye başlarlar ve kendilerini mutlu etmeyecek meslek seçimleri yapabilirler. İlerleyen süreçte bu seçtikleri meslekte mutlu olmadıklarını gördüklerinde radikal kararlar almaya çalışabilirler ancak bu noktada el alem ne der baskısı tekrar devreye girer ve ömürlerini kendilerini tatmin etmeyecek bir iş hayatında harcarlar. 


kadın şiddeti

 Türk toplumunda özellikle kadınlar bu baskıyı çok daha derinden hissetmektedir. Giyiminden, üniversite okuyacağı şehire kadar, meslek seçiminden aile hayatına kadar her aşamada el alem ne der baskısını derinden hisseder. Bu baskıya karşı koyduğunda zaman zaman şiddet görmekte ve olmadık şekillerde yaftalanmaktadırlar. Bu durumu içselleştirmeye başlayan kadın kendi benliğini kaybederek ömrünü bu hapishanede çürütmektedir. Örneğin kocası tarafından şiddet gören eşler sırf toplum baskısı sebebiyle bu eziyetlere katlanmaktadır. Çünkü toplumun kocasından ayrılmış kadına olan yanlış bakış açısı hepimizin malumudur.


başkalarına göre yaşama

   Özellikle eğitim seviyesi yüksek ve bireyselliğin ön planda olduğu toplumlarda kişiler daha özgür ve radikal kararlar alabilmektedir. Bu toplumlarda  kişiler istedikleri çok farklı alanlarda kendilerini geliştirmekte ve bu sürece aileleri destek olmaktadır. Bunun dışında gelenekselci ve kapalı toplumlarda bireyler, kararlarını toplumca kabul edilebilirlik süzgeçlerinden geçirme zorunluluğu hissetmektedir ve aileler destek olmak bir yana dursun en büyük süzgeç görevi görebilmekte ve el alem ne der hapishanesinin sözcülüğünü yapabilmektedir. Türkiye'de 'sırtını devlete daya rahatına bak' mantığı özellikle orta kuşak kesimin meslek seçimlerinde yanlış kararlar vermesine yol açmıştır.


baskıdan kurtulma

  Sonuç olarak, bireylerin tutuklu oldukları bu hapishaneden kurtulmasının yolu, yine kendilerinin göstereceği radikal değişimlerden geçmektedir. Öncelikle bireyler kendilerine etki edecek çevreyi sınırlandırmalıdır. Kararlarını alırken kendi mutluluğunu ve tatminini düşünmek herşeyden önemlidir. Bireylerde ben algısı oluşmalı, sahip olduğu özgüvenle hayatına yönelik kararlarını  kendisi vermeye çocukluktan itibaren alışmalı ve başkalarına göre yaşamamalıdır. Bu noktada aileler çocuklarının önünde bir engel değil en büyük destekçi olmalı,çocuklarının kararlarına saygı duymayı öğrenmelidir. Bireyler bu özgüveni göstermedikleri sürece, tutukluluk halleri hükümlülüğe, cezaları da müebbet hapise dönecek ve kendilerinin olmayan bir ömür yaşayacaklardır. Ünlü sinema sanatçısı Bill Cosby'in dediği gibi;

Başarının sırrını bilmiyorum ama başarısızlığın yolu herkesi memnun etmeye çalışmaktan geçer.

  Birçoğumuz günlük hayatımızda birçok plan yapmakta ve bunları gerçekleştirmeye çalışmaktayız. Bu planları gerçekleştirme aşamasında b...


Murphy ve hayat

 Birçoğumuz günlük hayatımızda birçok plan yapmakta ve bunları gerçekleştirmeye çalışmaktayız. Bu planları gerçekleştirme aşamasında birçok engelle karşı karşıya kalırız ve planlarımız suya düşer. Çevrenizdeki insanlara iş, aşk ve sosyal hayatlarında şanslı olup olmadıklarını sorduğunuzda çok büyük bir kesimden olumsuz cevap alırsınız. Aslında insanlar kısmen de olsa bu noktada haklılar. Çünkü günümüz dünyasında çok az insan hayallerini gerçekleştirmektedir. Hatta bu uzun vadeli hayalleri bir kenara bırakın günlük hayatta karşılaştığımız birçok engel ve olumsuzluk insanların hayata olan pozitif enerjilerini düşürmektedir. Birçok insandan şu lafları sıkça duyarız 'Bende şans olsa zaten, birşey istedim de ne zaman oldu ki, tüm aksilikler beni buluyor'. Peki gerçekten işler çoğu zaman ters mi gider? Murphy Kanunlarına göre evet...


Şanssız insan

  Murphy Kanunlarının fikir babası ABD'li mühendis Edward A. Murphy büyük bir roket projesi üzerinde çalışmaktaydı. Usaf Proje Mx981 ismindeki bu projede insan üzerine ivmelenmenin etkilerini incelemekteydi. Yaptığı deneylerin birinde, seçilen deneğin vücudunun 16 noktasına akselometre takılması gerekmekteydi. Bu akselometreler sensör bir yapıştırıcı ile 2 farklı şekilde takılabilmekteydi. Bu iş için yardımcı olarak bir teknisyen görevlendirilmişti. Rastgele taktığında bile %50 şansı olan bu tekniker nasıl başarabildiyse 16 akselometrenin hepsini  yanlış bağlamış ve milyon dolarlık deney büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bunun üzerine Edward Murphy bu kanunun temelini teşkil edecek o sözleri söylemiştir; '"Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa; kesinlikle bu olasılık gerçekleşecektir." 

kısakollu adam

  Her ne kadar bilimsel bir alt yapısı olmasa da Murphy Kanunları'nın temeli genel olarak şu hipotezlere dayanır; Bir işin ters gitme olasılığı varsa, o iş ters gider. Bir şeyi ne kadar çok isterseniz ortaya çıkacak aksilikler o kadar fazla olur. Siz aksilik oluşturan durumları ortadan kaldırsanız bile hemen yeni bir aksilikler doğacaktır. Bir işin birden fazla ters gitme olasılığı varsa en kötüsü gerçekleşir. Herşey yolunda gidiyorsa keşin bir terslik vardır. Bu düşüncelerden yola çıkarak insanların günlük hayatında sık karşılaştıkları aksilikler Murphy yasalarına atfedilmeye başlanmıştır. İşte birçoğumuzun tecrübe ettiği o aksilikler;

patron gazabı
  • Tüm gün çalışmanıza rağmen patronunuz mola verdiğiniz anda dibinizde biter.
  • Bir yere ne kadar çok gitmek istediğimzle trafiğin yoğunluğu doğru orantılıdır
  • Çok etkileyici bir hareket yaptığınızda mutlaka yalnız olursunuz ama salak bir hareketinize birçok kişi şahit olur.
  • Sigara dumanı arkadaş grubunda en çok sigara içmeyenlere doğru gider.
  • Öğretmen, sınav sırasında sadece aptalca bir şey yazdığınız esnada başınıza gelip yazdıklarınızı okur.
  • Beğendiğin ve ilgi duyduğun insanlar senin en bakımsız ve salaş olduğun zamanlar karşında belirir.
  • Otomobil tamiri sırasında düşürdüğünüz alet en ulaşılmadık yerlere girer.
  • Çok sıkıştığınız zamanlarda tuvaletler kesin doludur.

taksiye binen sansız
·    
  • Uzun süre otobüs beklersiniz gelmez bir sigara yaktığınızda daha içmeden otobüs gelir.
  • Hayattaki en güzel şeyler; ya kanun dışı, ya ahlak dışı ya da şişmanlatıcıdır.
  • Sınavda risk alıp çalışmadığın konudan kesin soru çıkar.
  • Araba satarken çok nadir arıza veren kısımlar o anda kesinlikle çalışmaz.
  • En çok beğendiğin kıyafetin sana uygun olanı yeni tükenmiştir.
  • Kız ya da erkek arkadaşın yokken kimse senle ilgilenmez, ancak biriyle sevgili olduğunda birçok talibin çıkar.
  • Arabada müzik açtığınızda en sevdiğiniz şarkının hep sonuna yetişirsiniz
  • Ehliyetiniz yokken kesin polis çevirmesine takılırsınız
  • Yırtık bir çorap giydiğinizde kesin bir eve girmek zorunda kalırsınız.

açık olan kapı

  • Elinizde birden fazla anahtar varsa en son denediğiniz kapıyı açar.
  • Sinema başlarken salonun ortasında oturanlar hep en son girip insanlara rahatsızlık verirler.
  • Beklediğiniz telefon her zaman banyoya girdiğinizde çalar.
  • Çok güzel bir kare yakaladığınızda telefonunuz ya da kameranızın ya şarjı yoktur yada yeterli hafızası yoktur.
  • Aranılan birşey her zaman en son bakılan yerdedir.
  • Arabayı yıkattığınız gün büyük ihtimal  yağmur yağar.
  • Bir işe kalkıştığınızda sessiz kalan insanlar, başarısız olduğunuzda konuşmaya başlarlar.
  • Siyah kıyafet giydiğinde hiçbir şey olmazken, beyaz kıyafet giydiğinde kesin üstüne birşeyler dökülür.
  • Boş diye girdiğiniz şerit her zaman tıkanır boşalttığınız şerit daha hızlı akar.


bardağın boş tarafını görmek

  Aslında bakıldığında Murphy kanunları aksiliklerin her zaman olacağını düşünüp buna göre önlem almamız gerektiğini söyleyen bir tedbir stratejisidir. Yapacağanız işlerde ve alacağınız kararlarda her zaman en kötü ihtimali düşünmek, üzerinizdeki stresi azaltacak ve daha fazla sonuçlara hazırlıklı olmanızı sağlayacaktır. Olası bütün negatif senoryalara önceden  hazır olmak daha az hata yapmanıza büyük katkı sağlar. Bardağın dolu tarafından baktığımız gibi boş tarafını da unutmamak gerekir. İşte Murphy yasaları bizde bu algının oluşmasını sağlar. Bardağın dolu tarafından bakanlar bunla yetinebilirken, boş tarafından bakanlar her zaman kalan kısmını doldurmaya çalışacaklardır. Yani kısacası, her zaman en kötü ihtimali düşünüp ona göre hazırlık yapmak daha az hata yapmamızı ve daha başarılı olmamızı sağlayacaktır.  

   Uzay çağını yaşadığımız günümüz dünyasında, hayatımızın her aşamasında teknolojiyi etkin şekilde kullanmaktayız. İnsanların ...



atlı arabada Amiş ailesi


  Uzay çağını yaşadığımız günümüz dünyasında, hayatımızın her aşamasında teknolojiyi etkin şekilde kullanmaktayız. İnsanların ellerinden telefonlarını, altlarından arabalarını aldığımızda ne yapacaklarını şaşıracakları bir dönemi yaşıyoruz. Peki insan teknolojisiz yaşayabilir mi? İşte bunun en güzel örneğini günümüzde çoğunlukla Amerika ve Kanada'da yaşayan bir toplum ispatlamıştır, hem de kapitalizmin ve teknolojinin anavatanında. Tarihin onlar için 1700'lerden sonra durduğu toplum Amişler....


Amiş çocukları

  Amişler, ABD ve Kanada'nın bazı eyaletlerine dağılmış şekilde yaşamlarını sürdüren sayıları 350 bini bulan hristiyan bir toplumdur. Kökenleri 16'ıncı yüzyıla kadar dayanan bu hristiyan mezhebi, Tanrı'nın insanları sade ve basit bir yaşam için yarattığı felsefesine dayanarak ortaçağ dönemindeki hayatı esas almışlardır. 17 ve 18'nci yüzyıllarda Almanya ve İsviçre çevresinde yaşayan bu toplum farklı inanışları nedeniyle dönemin Evangelist Katolik ve Protestanlarının büyük baskı ve saldırılarına maruz kalmış ve çareyi yeni dünya olan Amerika'ya göç etmekte bulmuşlardır. Çünkü Amişler, kişilerin doğuştan vaftiz edilmesine karşı çıkmışlar, bireylerin belli bir olgunluğa ulaştıklarında bu kararı hür iradeleriyle vermelerinin uygun olduğunu savunmuşlardır. Bu yüzden Ortaçağın reformistleri olarak görülürler.

  Teknolojik yeniliklere tamamen kapalı ve basit bir yaşama sahip olan Amişler bu felsefesini matta incilinin 6'ncı bölümüne dayandırmaktadır. Söz konusu bölümde; 'Kaygılarınızı atın,  nerden yemek bulacağız ne giyeceğiz diye endişelenmeyin, Tanrının hükümranlığını ve doğruluğunu kabul edin, giyeceğinizi, yemeğinizi Tanrı size sonra sağlayacaktır. Bu dünya için çok çaba sarfetmeden, doğru düzgün temiz insanlar olarak kavgasız, dövüşsüz barış içinde yaşadıktan sonra Tanrı size her türlü nimeti  verecektir' yazmaktadır. Seçilmiş bir toplum olarak kendilerini gören Amişler, sadeliği ve yardımseverliği kendilerine rehber edinmişlerdir.


   AMİŞLERİN SOSYAL HAYATI  


kar yağınca Amiş çocukları

  Amişler teknolojinin insanı bu dünya hayatında azgınlaştıracağını düşünerek tamamen reddederler. Evlerinde elektrik dahi kullanmayan bu toplum geceleri gaz lambalarını ve mum ışığını kullanmaktadır. Köylerinde sadece acil durumlar için bir telefon bulunmaktadır. Kadınlar çamaşır ve bulaşıklarını elde yıkarlar. Ulaşım ise tamamen at arabaları ve bisikletler üzerinden sağlanmaktadır. Hiçbir sağlık sigortaları bulunmayan Amişler hastalandıklarında bunu doğal yöntemlerle atlatmaya çalışmakta, yalnızca çok ciddi hastalık durumlarında kendi aralarında belirli bir miktar para toplayıp hastaneye gitmektedir.

amişler bahçede

   Modern toplumdan kendine izole etmiş bu insanlar teknolojinin tüm nimetlerini ve modern devlet kurumlarını reddetmektedir. Savaş kelimesine bile tahammülü olmayan Amişler devlet hizmetlerinde çalışmamakta, oy vermemekte, siyasetten tamamen uzak durmakta ve vergi vermemektedir. Amerikan hükümeti zaman zaman kendilerinden vergi almaya çalışmışsa da, halkın kendilerine gösterdikleri desteği görünce geri adım atmışlardır. Amişlerin yaşadığı yerlerde polis, belediye gibi en temel devlet kurumları bulunmamaktadır. Hiçbir Amiş bireyi silah taşımaz. Onların tek silahı ellerindeki kürekleridir. 

tarım ve Amişler

  Tüm yaşamlarını tarım ve hayvancılık üzerine inşa etmişlerdir. Çalışkan ve disiplinli olan Amişler zamanlarının büyük kısmını çalışarak geçirmektedir. Çalışmadıklarında şeytani duyguların onları esir alacağını düşünürler. Bütün işleri imece usulu yaparlar. Elde ettikleri organik ürünleri değerinin altında fiyatlarla aracılara satmaktadırlar. Çünkü gereğinden fazla karla mal satılmasını çok büyük günah sayarlar. Tarım ve hayvancılık yaparken de yine en ilkel tarım aletlerini kullanırlar. Tarım ve hayvancılıkta profesyonelleşen bu toplumun elde ettiği hiçbir katkı maddesi olmayan ürünler (peynir, reçel,  yumurta vb. organik gıdalar) Amerika'nın en ünlü marketlerinde sergilenmektedir. Bunun dışında Hz. İsa'nın mesleği olan  marangozculuğa  ayrı bir önem gösterirler.Tek bir çivi yada civata kullanmadan tamamen birbirlerinin üzerine geçirerek yaptıkları mobilyalar günümüzde dünyanın en nadide mobilyaları olarak görülmektedir.

Amiş kadını çamaşır yıkıyor

   Amişler, yaşamlarını ‘Ordung’ adı verilen ve yazılı olmayan bir kurallar silsilesi çervesinde şekillendirmektedir. Kadın ve erkeklerin kıyafetleri olabildiğince sade ve basittir. Kadınlar genelde ortaçağ Avrupası'nda giyilen tek parça koyu kıyafetleri tercih etmektedir. Makyaj yapmaz ve mücevher kullanmazlar. Evli kadınlar beyaz, bekar kadınlar ise siyah başörtüsü kullanmaktadır. Gösteriş açısından tek kullandıkları şey kafalarına taktıkları çiçekli başlıklardır. Erkekler ise, sade, uzun kollu yakasız gömlekler giyerken; kışın siyah fötr şapka yazın ise hasır şapka kullanırlar. Evli erkekler bıyık bırakmadan sakal uzatırlar.


çok çocuklu amişler

  18-20 yaş aralığında Amiş gençleri evlilğe yönlendirilmektedir. Evlilkler genellikle görücü usulu yada pazar ayinlerinde biraraya gelen gençlerin aralarında anlaşması şeklinde olur. Bunun dışında kadın ve erkeklerin gönül ilişkisi yasaktır. Düğün törenleri hasat sonrası olan kasım ayında gayet sade bir törenle gerçekleştirilir. Kadının temel görevi çocuk yapıp ev işlerine bakmak, erkeğin görevi ise tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktır. Bir Amiş kadını ortalama 8 çocuk dünyaya getirmektedir. Bu yüzden Amişlerin sayısı gitgide artmaktadır. Çünkü bol çocuk bereketi simgelemektedir. Amiş kadınlarının dışarıdan evlenmesi yasaktır. Evliliklerde ailelerin onayı önem arzeder. 


Genç Amiş Öğretmenler

  Amişler eğitim konusunda tamamen katı bir tutuma sahiptirler. Sadece 8 yıllık bir eğitim verilen okullarında, lise eğitimi almanın dünyevi zevklere sürüklüyeceğini düşündükleri için sıcak bakmazlar. Bu 8 yıllık süreçte, okuma yazma ve dini eğitim alırlar. Ancak çocuklarının lise eğitimi almasını isteyenlere karşı çıkmazlar. Öğretmenler ise daha çok bu 8 yıllık eğitimi bitirmiş 17-18 yaşlarında gençlerden seçilmektedir. 

teknolojiye karşı

   Amişler, 18 yaşına gelen gençlerinin Amiş olup olmayacakları konusunda hür iradeleriyle karar vermelerini isterler. Dış dünyayı keşfetmek isteyen bireylere baskı kurmazlar. Ama sonuçlara bakıldığında gençlerin yaklaşık %90'ının Amiş mezhebini kabul ettiğini görmekteyiz. Amiş mezhebine girmek isteyen bireylere sıcak bakmamalarına rağmen, kişileri  istekliliklerine göre birtakım testlere tabi tutarlar. Kişi bu testlerden geçtiği takdirde, ihtiyar heyetinin onayıyla Amiş mezhebine kabul edilir. 

haremlik selamlık

   Amişlerde diğer hristiyan tarikatlarının aksine, misyonerlik ve dini yayma faaliyetleri yoktur. Tersine, kişinin dinini değiştirmeye çalışmayı büyük bir saygısızlık olarak görürler.Tanrı’nın insanı sade bir yaşam için yarattığına inanan Amişler, Tanrı'nın kendilerini özel olarak dış dünyadan koruduğuna da inanırlar. İnanışları gereği fotoğraf çektirmeyi hiç sevmezler.Onlara göre kişinin portresinin çizilmesi günahtır ve Hz.İsa fotografının çizilmesine izin vermemiştir. Bu yüzden çocukları için yaptıkları bebeklerin dahi yüz kısmı görünmemektedir.

Amiş huzuru

  Sonuç olarak, Amişlerin yukarıda bahsedilen yaşam tarzı günümüz dünyasında çok zor gözükse de birçoğumuz tarafından özlenen bir hayattır. Teknolojinin canavarlaşıp bizleri esir aldığı bu çağda, hayatın koşturmacasını bir kenara bırakıp, kendini doğanın kollarına bırakmak herkesçe istenen bir durumdur. Bu açıdan bakıldığında buna bir din gerekliliği gibi bakmak zorunda da değiliz. Elimizden geldiğince doğayla bütünleşmeli, kendimizi teknoloji hapishanesinden kurtarmalı ve ruhumuzu dinlendirmeliyiz. Bunu yaptığımız sürece daha özgür bireyler oluruz.