Toplum ve Din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
3/03/2019
“Çöl bizim yurdumuzdur, o bizim yaşamak için seçtiğimiz ve her köşesini bildiğimiz ülkemizdir. Çöl bizim için özgürlük, ...
KADIN EGEMEN MÜSLÜMAN TOPLUM: TUAREGLER
“Çöl bizim yurdumuzdur, o bizim yaşamak için
seçtiğimiz ve her köşesini bildiğimiz ülkemizdir. Çöl bizim için özgürlük,
kimliktir. Çöl bizim evimizdir”
Tuaregler... Kuzey Afrika bölgesinde; Nijer, Mali, Burkine Faso,
Cezayir ve Libya arasında bulunan ve kıtanın simgelerinden biri olan Sahra
Çölünde yaşayan müslüman bir topluluk... Kendilerini Mihuar (özgür adam) olarak
isimlendiren bu toplum, bin yılı aşkın süredir örf ve geleneklerine bağlı
olarak bu sahipsiz toprakları yurt edinmiştir. Berberilerin bir kolu
olan Tuaregleri diğer toplumlardan ayıran en önemli özellik ise, anaerkil bir
toplum olarak kadınların egemen olduğu ve son sözü söylediği bir kültürel
yapıdan oluşmalarıdır. Bir teoriye göre, Afrika'nın gelmiş geçmiş en
büyük krallığını kuran Garamantelerin torunları olarak bilinirler. Nüfusları
bir milyonu aşan veTifinang alfabesini kullanan bu kabilenin yaşam tarzı,
birçok antropologunun ilgisini bu bölgeye çekmiştir.
TUAREGLERİN KISA TARİHİ
Kuzey Afrika kıyılarında yaşayan Tuaregler, İslamiyetin yayılması
amacıyla bölgeye gelen Beni-Hilal kabilesinin (Arabistan'dan Afrika'ya
İslamiyeti yaymak için giden Arap Fatihleri) etkisinde kalarak milattan sonra
7'nci yüzyılda müslümanlığa geçmişlerdir. Ancak daha sonra İslamiyetle
bağdaşmadığı düşünülen örf ve adetleri sebebiyle, Beni-Hilal ile aralarında
çatışmalar çıkmış ve bunun sonucunda günümüzde de yaşamlarını sürdürdükleri
Büyük Sahra Çölüne yerleşmişlerdir. Bu uçsuz bucaksız topraklarda göçebe
olarak yaşayan Tuaregler, yıllar boyunca doğu batı istikametinde ticaret
kervanlarının emniyetini sağlamışlardır.
19'ncu yüzyıla gelindiğinde bölgede Fransızların sömürgecilik faaliyetleri
başlamıştır. 1830 yılında Cezayir'in işgaliyle başlayan süreçte, çölünde
avantajını kullanarak Fransızlara baş kaldırmışlardır. Uzun yıllar süren
sömürgecilik faaliyetleri sırasında, kültür ve tarihlerini anlatan el yazması
eserleri ve kitapları çölde kurdukları basit bir kütüphanede muhafaza
etmişlerdir. 19'ncu yüzyılın sonlarına gelindiğinde Tunus'un da işgaliyle
beraber, bölgedeki çatışmalara paralel olarak müslüman dünyasının halifesi olan
II'nci Abdülhamit'e mektup göndermişlerdir. Söz konusu mektupta;
'Her ne kadar biz sizin saraylarınızda
bilinmesekte, Biz Tuaregleriz. Şu an, Fransızlarla büyük bir mücadele
içerisindeyiz. Biliyoruz ki siz İslam dünyasının halifesi olarak bizlere yardım
etmek istersiniz, ama şartlarınızın bize silah yardımı yapamayacak durumda
olduğunu biliyoruz, sizden tek bir isteğimiz var; Bu Fransızlar size gelecekler
ve bizim için insan yiyorlar, yamyamdır diyecekler sakın ama sakın onlara
inanmayın sizden tek isteğimiz bu'
Bunun üzerine 1906 yılında Tuagrelerin yaşadığı topraklara bir Osmanlı
idaresi gönderilmiş, ancak imparatorluğunun mevcut durumu ve yaklaşan savaş
tehdidine paralel olarak bölgede varlık gösterememiştir. Yine 1895'te Mali'nin
Fransa tarafında işgal edilmesiyle başlayan süreçte, Tuaregler'in bu işgale
direnişi, 23 yıl boyunca devam etmiştir. Mali'de kontrolü sağlayan Fransızlar,
Tuaregleri kötü ve isyancı olarak nitelendirmiş, ağır vergilerle cezalandırmış
ve tüm eğitim haklarını engellemiştir. İlerleyen süreçte ise, Fransa'nın bölge
üzerindeki etkisine bağlı olarak, Tuareg toplumu mevcut Mali Hükümütleri
tarafından her zaman dışlanmış ve ayrımcılığa maruz kalmıştır. Hiçbir zaman
haklarından ödün vermeyen Tuarenglerin bu direnişi; 1963, 1990 ve 2012 Tuareg
ayaklanmaları olarak kendini göstermiştir. Günümüzde dahi, Tuaregler
temsilcileri aracılığıyla hak arayışlarına devam etmektedirler.
SOSYAL YAŞAM VE KADININ ÖNEMİ
Günümüzde çoğunlukla Sahra Çölü ve çevresinde yaşayan Tuaregler
geçimlerini tarım ve hayvancılıkla sağlamaktadır. Geleneksel Tuareg toplumu,
soylular, din adamları, vasallar, zanaatçılar ve eskiden köle emekçilerinden
oluşan katmanlara bölünmüştür. Tarih boyunca kırmızı renge boyadıkları
çadırlarda yaşamını sürdüren Tuaregler, 20 'nci yüzyıldan itibaren kendi
yaptıkları küçük toprak evlerde yaşamaya başlamıştır. Deve ve eşek en büyük
ulaşım araçları olarak kullanılmaktadır.
Tarım, hayvancılık ve avcılıkla uğraşan Tuareg erkeleri yüzlerini siyam
adı verilen mavi peçelerle kapatırlar. Çöl şartlarında ani kum fırtınalarından
korunmak için yaptıkları düşünülse de, bu davranış bir gelenek haline
gelmiştir. Tuareg adetlerine göre bir peçe ile yüzü kapatılmasının amacı,
kişilerin görünüşten kaynaklanan önyargılarını engellemek ve ve sadece
konuştuklarıyla değerlendirmektir. Kadınların ise güzel olduğu için yüzlerini
göstermeleri gerektiğine inanılır. Bu yüzden kadınlardan çok erkeklerde
örtünmeye önem gösterilmiştir. Mavi rengin kutsandığı Tuareg erkekleri 'Sahranın
mavi adamları' olarak isimlendirilmiştir.
Tuareg kabilelerinde ise kadının yeri çok değerli ve farklıdır. Tek
eşliliğin yaygın olduğu bu toplulukta kadınlar kutsanmıştır. Medeniyetlerini,
öncelikle kadının onurunun korunması üzerine inşa eden Tuaregler, kadını
ailenin temel dayanağı olarak görürler. Doğan çocuklara annenin soyunun devamı
olarak bakılan bu toplumda, annenin soyadı kullanılmaktadır. İkamet edilen tüm
mülkler o evde oturan kadına ait olarak görülmekte, boşanıldığı durumlarda
develer hariç tüm mülk kadına bırakılmakta ve tüm kararlar kadınların onayından
geçmektedir. Kadınlar izin verdiği müddetçe, erkekler evlerde
kalabilmektedir.
Aileler kız çocuklarının yaşamlarına karışmamakta, kızlar özgürce
dilediği kişiyle görüşebilmektedir. Mülkün sahibi olan kadınların geceyi
istedikleri erkekle geçirmesine karışılmamaktadır. Adet ve geleneklerine göre;
gece beraber olunan erkek sabah olmadan devesiyle beraber evi terketmelidir.
Erkeklerin bir çadırda yemek yiyebilmesi için, o evde bulunan kadını cinsel
yönden tatmin etmesi gerekmektedir. Evlilik kararı kadının hür iradesine
aittir. Bir kadın boşanma kararı aldığında ataerkil toplumların aksine,
aileleri tarafından desteklenmekte hatta bir parti eşliğinde kutlanmakta ve
kadının artık bekar olduğu herkese duyurulmaktadır. Kocasından ayrılan kadınlar
ile hiç evlenmemiş olanlara toplumun bakış açısı tamamen aynıdır. Toplumun
kalbi olarak görülen anneler aynı zamanda çocuklarına okuma-yazma öğretmekle
görevlidir. İlkel Afrika kabilelerinin kıyasla, Tuareglerde okuma yazma oranı
yüksektir. Diğer birçok topluluk ve kabilenin aksine, kadının ve
özellikle annenin toplumun temel dayanağı olarak görülmesi, günümüz modern
toplumları tarafından örnek alınması gereken büyük bir zenginliktir.
Tuareg toplumuyla özdeşleşen bir diğer önemli husus, misafirperver
olmalarıdır. Sahip oldukları çocuklar dışında en değerli gördükleri öğe
misafirdir. Evlerine gelen insanlara öncelikle su içip içmeyecekleri sorulur.
Misafir tarafından kendisine teklif edilmeden su istenmesi çok büyük
saygısızlık olarak görülmektedir. Çöl bitkileri ile hazırladıkları çaylar Kuzey
Afrika'nın en lezzetli çayı olarak bilinmektedir. İslamiyetin maliki mezhebini
benimsedikleri belirtilmelerine rağmen, sıkı sıkıya bağlı oldukları islamiyet
öncesi örf ve adetleri sebebiyle, Ortadoğu dünyası tarafından müslüman bir
topluluk olarak görülmemektedir. Çölün zor şartlarında yetişen ve sabır,
bağlılık ve doğruluk gibi kavramlara büyük önem veren Tuaregler kendilerini
savaşçı olarak nitelendirmiştir.
Sonuç olarak, birçoğumuzun adını bile duymadığımız Tuaregler, Osmanlı
İmparatorluğunun Orta ve Kuzey Afrika'daki tarihinin önemli bir parçası olan
kadim bir topluluktur. Bu topluluk kadına verdiği önemin yanında, sömürgeci
devletlere karşı gösterdiği dik duruş takdire şayandır. Bugün Osmanlı
arşivlerinde Tuareglere ait birçok belge ve kayıta ulaşılmıştır. Buna rağmen,
bir kaç araştırmacı dışında, bu konuya gerekli önem verilmemiştir. Özellikle
tarihimizi ele alırken sadece Anadolu ile sınırlandırmamız, Asya ve Afrika'da
yüzyıllar boyunca sürdürdüğümüz varlığımızı gözardı etmemiz ve geçmişimizi bile
yabancı kaynaklardan öğrenmeye çalışmamız köklü tarihimize karşı yaptığımız en
büyük saygısızlıktır.
2/18/2019
Jonestown Katliamı tarihin gördüğü en büyük toplu intihar olayıdır. İnsanların zaafları suistimal edildiğinde ve beyinleri yıkandı...
918 KİŞİNİN TOPLU İNTİHARI: JONESTOWN KATLİAMI
Jonestown Katliamı tarihin gördüğü en büyük toplu
intihar olayıdır. İnsanların zaafları suistimal edildiğinde ve beyinleri
yıkandığında ne tür çılgınlıklar yapabileceğinin en çarpıcı örneğidir. Hasta
ruhlu bir insanın peşinden koşan ve ona büyülenmişcesine inanan bir topluluğun
acı hikayesidir. İşte katliamın fitilini ateşleyen Jim Jones denen sapkının ve
onun müridlerinin hikayesi...
Jim Jones, 1931 yılında
İndiana'da sorunlu bir ailede dünyaya gelmiştir. O doğduğunda annesi bir mesih
doğurduğunu çevresine söylemekten çekinmemiştir. Irkçı söylemleriyle
tanınan babası ise, Amerika’da yaşayan siyahi insanları hedef alan Ku Klux Klan örgütünün üyesi olarak
bilinmektedir. Jim Jones 'un küçüklükten itibaren din ve ölüm kavramlarına çok
büyük ilgi göstermiştir. Özellikle, ölüm üzerindeki bu arzusunu hayvanlar
üzerinde denemeye başlamış ve birçok hayvan öldürmüştür. Bunun yanında çok iyi
bir okuyucu olan Jim Jones Karl Max, Stalin, Hitler gibi liderlerin
yaşamlarından etkilenmiştir.
1951 yılına gelindiğinde
Indiana Komünist Partisi toplantılarına katılmaya başlayan Jones, partinin
komünizmi yanlış aksettirdiğini ve halkı komünizme karşı kışkırttığını
düşünmekteydi. Bu düşünceden hareketle çok etkilendiği Karl Max'ı gerçek bir
şekilde kitlelere anlatmak için kilisenin etkisini kullanmayı kafasına
koymuştur. Hitabet yeteneğine de güvenerek kilisede vaiz olarak işe başlayan
Jones, kiliseye para toplamak için kapı kapı dolaşıp yavru maymun satmıştır.
Özellikle, küçükken
babasının siyahi insanlara karşı tutumunu gören Jones, o zaman ırkçı ayrımlar
sebebiyle ağır travmalar yaşayan Afrika kökenli vatandaşları kendine hedef
seçmiştir. Bir beyaz din adamı tarafından hoşgörüyle karşılaşan bu vatandaşlar
Jim Jones'a karşı büyük bir bağlılık ve sevgi beslemeye başlamıştır. Kendisine
inanan ve destekleyen insanların sayısı çığ gibi büyümüştür. Bunu yeterli görmeyen
Jim Jones kitleleri etkilemek için mucizeler göstermesi gerektiğine inanmıştır.
Bu amaçla, önceden anlaştığı sekreterini tekerlekli sandalyeye bağlı
olarak gösterip müridlerin önünde ayağa kaldırmıştır. Kısa sürede ününe ün
katan Jim Jones taraftarlarının artmasını ve varını yoğunu kiliseye
bağışlamasını fırsat bilerek, 1955 yılında 'Halkın Tapınağı' tarikatını
kurmuştur ve yaptığı toplantılar müridlerine özel olarak kapalı biçimde
gerçekleştirilmeye başlanmıştır.
Sayıları gün geçtikçe
artan tarikatın popülaritesi, medyanın ilgisini çekmeye başlamıştır.
Medyanın sürekli kendilerini takip etmesinden, uyuşturucu madde kullandığına ve
genç kadın-erkek müridleriyle sex partileri yapıp ilişkiye girdiğine dair
ortaya çıkan iddialardan (Bu iddialar daha sonra oğlu tarafından
doğrulanmıştır) bunalan Jim Jones kendine sıkı sıkıya bağlı
müridlerini alarak, 1974 yılında San Francisco'nun Guyana bölgesindeki ormanlık
bir arazi kesimine taşınmıştır. Halkın Tapınağı müridlerinin yaşadığı bu yere Jonestown adı
verilmiştir. Buraya yerleşen ve çoğu siyahilerden oluşan halk tarım ve
hayvancılık yapmaya başlamıştır. Müridleri tarafından 'Baba' olarak hitap
edilen Jim Jones'un ilettiği emirlerinin duyulması amacıyla heryere hoparlörler
yerleştirilmiştir. Jim Jones bu sayede çocukluktan beri hayal ettiği Sosyalist
Cennetini kurmuştur. İlerleyen süreçte müridlerine Jonestown'u
terketmelerinin çok büyük günah olduğu yönünde vaazlar vermiştir. Bununla da
yetinmeyen Jim Jones kırmızı tugaylar adını verdiği birlikleriyle şehrin giriş
ve çıkışlarını kontrol etmeye başlamıştır.
Herşey Jim Jones'ın istediği şekilde giderken, bazı
tarikat üyelerinin yakınları Jonestown'da insan haklarının ihlal edildiğini
iddia edip bölgenin bu açıdan incelenmesini istemiştir. Kuzey California'da kongre üyesi Leo Ryan ve basın ekibi söz
konusu iddiaları araştırmak üzere, 17 Kasım 1978'de Jonestown'a hareket
etmişlerdir. Jonestown'a ulaştıklarında 15 kişilik bir grup, heyetle birlikte
dönmek istediklerini belirtmişlerdir. Buna
sert bir dille karşı çıkan Jim Jones, gidecek grubu ölümle tehdit etmiştir.
Bir sonuç alamayınca, heyetle beraber gitmeye çalışan ekibe bir suikast
düzenlenmesi talimatını vermiş ve kongre üyesi Leo Ryan ile birlikte 4 tarikat
üyesi öldürülmüştür.
Önceki süreçte de intiharı özendiren
vaazlar veren Jim Jones, olayın olduğu gün hapise girme korkusu ve
yaşadığı paniğe paralel olarak tüm müridlerini toplayıp, yıllarca kafasında
kurduğu sapkın planı gerçekleştirmek üzere konuşmasına başlamıştır. Söz konusu konuşmada;
"Biz
intihar etmiyoruz, biz insanlık dışı dünya şartlarını devrimci bir protestoyla
kınıyoruz" demiştir. Bu konuşmadan sonra, kendisi için seve
seve ölüme gideceklerini belirten birçok mürid olmuştur. İntihar konusunda
tereddüt yaşayanların birçoğunu ise, kampı Sovyet askerlerinin basacağını ve
herkesin öldürüleceğini söyleyerek ikna etmeye çalışmıştır.
"Evlatlarım, ölümde büyük
bir şeref vardır. Bu, ölecek olan herkes için büyük bir gösteri. Ölümden
korkmayın, ölüm yalnızca farklı bir boyuta adım atmak gibi."
Bu konuşmaya
itiraz eden ve hristiyanlıkta intiharın büyük günah olduğunu dile getiren
müridlerine ise;
Bu konuşmadan sonra
müridlerine daha önce hazırlattığı siyanürü içmelerini emretmiştir. Müridlerin
büyük çoğunluğu tereddüt bile etmeden, önce çocuklarına siyanürü enjekte
ettikten sonra, emri yerine getirmişlerdir. İçmeyi kabul etmeyen ve kaçmaya
çalışan kişiler ise silahla vurulmuştur. Jim
Jones ise kendi tabancasıyla intihar etmiştir. Olaydan sonra, bölgeyi
çekmek için gelen ve durumdan haberdar olmayan basın mensupları korkunç
manzarayla karşılaşmışlardır. Yapılan incelemede, 304'ü çocuk, 918 kişinin
cesedi bulunmuş, ölenlerin büyük çoğunluğunun emre uyarak siyanür içmekten
dolayı öldüğü ve yaklaşık %68'inin siyahi vatandaşlardan olduğu tespit
edilmiştir. Olaydan sadece 79 yaşında sağır bir adam ile güvenliği atlatıp
ormana kaçan bir mürid kurtulmuştur.
Sonuç olarak, sapkın, hasta ruhlu, narsist ve
uyuşturucu bağımlısı bir adam büyük bir katliama sebebiyet vermiştir. Bu olay;
zayıf, toplumdan dışlanmış ve travmalarla büyüyen toplulukların ne denli kolay
bir şekilde yönlendirilebileceğinin en dramatik örneğidir. Çocukluktan itibaren
ırkçı davranışlara maruz kalan, ikinci sınıf insan muamelesi bile görmeyen
cahil Afrika vatandaşlarının bu zayıflığı, ruh hastası bir zihniyet tarafından
suistimal edilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, kişilerin ahmaklığının ve
cahilliğinin yanında, vatandaşlara hür ve eşit şekilde yaşama imkanı vermeyen,
toplumun belli bir kısmını dışlayan devlette suçludur. Tarih, insanların
zaaflarının ve travmalarının suistimal edildiği örneklerle doludur. 1000
yıl önce Hasan Sabbah ne ise Jim Jones odur. Bundan dolayı, bireylerin huzur
içinde yaşadığı, kaliteli bir eğitim sisteminin olduğu ve herkese eşit
davranılan, belli grupların egemenliğinde olmayan bir toplum yapısı inşa etmek
devletin en önemli görevidir.
2/17/2019
Türklerin İslamiyetten önce çok uzun bir süre bağlı kaldığı Şamanizm İnancının birçok teamülü halen toplumumuzda yaşatılmaktadır. İslam kültüründen geldiğini düşündüğümüz bu teamüllerin başlıcaları;
Sonuç olarak Şamanizm, insanlık tarihi kadar eski, ruhsal yolculuğu esas alan ve ritüelleriyle birçok toplum ve dini etkilemiş kadim bir inanç sistemidir. Ruhsal ve metafizik süreçlerle ilgilenen ve teknoloji hapishanesinden kurtulmak isteyen birçok insan, bu inanç sistemini öğrenmeye ve uygulamaya merak sarmıştır. Günümüzdeki adıyla Neo Şamanizm, insanın ruhuna işleyen doğasıyla dünyanın dört bir yanından insanları Sibirya ve Orta Asya bozkırlarına çekmiştir. Şamanizm inanç sistemi, diğer dinlere gösterdiği saygı, kadına gösterdiği önem, canlılara ve doğaya verdiği değer ile evrensel bir nitelik taşımaktadır.
3.Şamanizm Nedir? Şaman
Kime Denir? , Nesrin Bayraktar
İnsanlık tarihi kadar eski olan Şamanizm, tüm dinlerin çıkış kaynağı olarak kabul edilen bir inanç sistemidir. Temelinde...
ŞAMANİZM GERÇEĞİ
İnsanlık tarihi kadar eski
olan Şamanizm, tüm dinlerin çıkış kaynağı olarak kabul edilen bir inanç
sistemidir. Temelinde Gök Tanrı inancı bulunan bu sistemde, ata ruhlar ve doğal
varlıklar (canlılar, ateş ,su vb.) kutsal sayılmıştır. Şamanizm, başta Sibirya
ve Asya kıtasının büyük çoğunluğunda
etkisini göstermiş, Moğol ve İslamiyet öncesi Türklerde din olarak
benimsenmiştir. Ayrıca benzerlikleri sebebiyle Kızılderelilerin, Aborjinlerin,
Amazon kabilelerinin ve bazı Afrika ilkel toplumlarının inanç sistemlerinde
Şamanizm etkileri görülmektedir. Günümüzde Anadolu'da İslamiyetle geldiğini düşündüğümüz birçok
adet ve teamüllerimiz bu inancın birer kalıntısı ve mirasıdır. Şamanizmi diğer
dinlerden ayıran en büyük özelliği, bütün dinleri ve ibadetleri kutsal
saymasıdır. Çünkü diğer dinlerde yapılan ibadet ve dualar, Gök Tanrıya ve doğaya şükrün bir ifadesidir.
Peki günümüzde de Neo-Şamanizm olarak varlığını sürdüren ve her geçen gün
inananlarının sayısının arttığı bu inanç sisteminin özellikleri nelerdir?
İNANÇ SİSTEMLERİ
Şaman inanç sisteminin temelinde, Gök Tanrı'nın yarattığı herşeye sonsuz
bir sevgi ve saygı vardır. Bitkiler ve hayvanların tıpkı insanlar gibi ruhu
olduğuna inanırlar. Örneğin bir yerde büyük bir ağaç gördüklerinde yada bir
hayvana denk geldiklerinde selam verirler. Güneş, ateş, su ve atalarının
ruhları kutsanmıştır. İnsan soyunun sonsuz şekilde devam edeceğine inanılır.
Şaman inancında herhangi bir kutsal kitap yoktur. Bir ağacı sevmek yada güzel
sözler söylemek bile ibadet sayılır. Doğaya karşı sonsuz bir sevgi beslerler.
Şamanlık inancında amaç, transa geçerek doğa üstü varlıklar ve ata ruhlarla
iletişim kurmak ve onları toplum yararına kullanmaktır. Şamanizm, çeşitli din
ve dünya görüşlerini birleştiren dinsel ve büyüsel bir inanç sistemidir.
Şamanizmde bireyler ile onun yıllar önce ölmüş ataları arasında kuvvetli bağlar
olduğuna inanılır.
Şamanlarda, yer, gök ve yeraltı olmak üzere üç alem bulunmaktadır. Yer,
insanların yaşadığı yeryüzünü, Gök iyiliği ve güzelliği temsil eden ruhların
bulunduğu semayı, yeraltı ise insanlara zarar veren habis ruhların bulunduğu
alemi simgeler. Eski Türklerde iyi ruh "Ülgen", kötü ruh
"Erlik" olarak adlandırılmıştır. Şamanlar bu alemlere geçiş yapabilen
ve aynı zamanda geçiş noktasında aracı rolü üstlenen kişilerdir. Gök Tanrı
semanın en üst tabakasında yer alır. Tanrı insan şeklinde tasvir edilen en yüce ruhtur ve dünyadaki herşey
onun kontrolündedir.
Bu üç alem birbirine bağlıdır ve aralarında geçitler bulunmaktadır.
Ölenlerin ruhları bu alemleri kullanarak geçiş yaparlar. Yine şamanizm
inancında, semaya yükselmeden önce yeraltı alemine inmek şarttır. Yani, önce
dibi görmek sonra semaya yükselmek felsefefi benimsenmiştir. Gök aleminin diğer
adı gölgeler diyarıdır. Gök dokuz, yeraltı yedi tabakadan oluşur. Hastalarını
iyileştirmek isteyen bir Şaman, transa geçerek göğe yükselmeye çalışır.
İslamiyetteki cennet cehennem inancı gibi, kişi öldüğünde ya gölgeler diyarına
ya da yer altına gider. Bazı Şaman topluluklarında kişilerin üç canı olduğuna,
öldüğünde birinin mezarda kaldığına, birinin yeraltına diğerinin ise semaya
yükseldiğine inanılır.
ŞAMANLAR
Şamanizmin öğretisinin en önemli figürü, Türk kaynaklarında Kam olarak
belirtilen şamanlardır.Birçok batılı kaynaklarda, Sibirya sihirbazı, büyücü ve
şifacı olarak geçmektedir. Şamanlar, genellikle diğer alemlere geçmek ve geçişe
aracı olmak, insanları kötü ruhlardan korumak, dini törenler düzenlemek,
hastalıklara şifa bulmak gibi görevler üstlenirler. Şaman inanışında kadınlar ayrı bir öneme
sahiptir ve Şamanlar genellikle kadınlardan seçilmektedir.
Şaman olacak kişilerin, bir
şamanın soyundan gelmesi şarttır. Şaman adayları, sıkı ve yaklaşık 15 yıl süren
uzun bir eğitimden geçerler. Şamanlar eğitim verecekleri bireyleri seçtikleri
gibi adaylarda şamanı seçebilir. Şaman adayları ergenlik döneminden itibaren
kendini toplumdan soyutlamaya başlar ve doğa üstü varlıklarla iletişim kurmaya
ve diğer alemlere geçiş yapmaya odaklanır. Bu soyutlama tüm hayatı boyunca devam
eder. Şaman olacak kişilerde ortaya çıkan belirtiler ise şaşırtıcıdır.
Adaylarda titreme, baş dönmesi, haberci rüyalar görme, yüksek sesle bağırma ve
epilepsiye benzer krizler başlamışsa bu diğer alemlerle iletişime geçtiğinin
ilk işaretleri olarak sayılır. Bu süreçte, sırra erme, cehenneme iniş, göğe
yükselme deneyimlerini yaşarlar.
Şaman ritüellerinin en
önemli özelliklerinden biri, üzerinde hayvan kalıntılarının bulunduğu
kıyafetlerdir. Çünkü şamanlar diğer alemlere geçiş sırasında bazı hayvanların
suretine girmenin geçişi kolaylaştırdığına inanır. Bu kıyafetlere manyak adı
verilir. Dini ayinlerde davul ve insan sesinin önemli bir yeri vardır. Yapılan
müziklerin şamanın yer altına iniş ya da gökyüzüne yükselişinde önemli rolü
olduğu düşünülür. Şamanların geleceği bilme, şifacılık, çift bedenleme ve büyü
yapma gibi birçok yeteneği olduğuna inanılır. Şaman soyundan gelen ve hakkında
işaretler ortaya çıkan ancak şaman olmayı kabul etmeyen kişinin hastalanarak ya
da delirerek hayatını kaybedeceği inancı yaygındır.
Peki ilk şaman olan kişi kimdir? Buryat Efsanesine göre, Gök Tanrı
insanı yarattıktan sonra kötü ruhları yaratmıştır.Bu kötü ruhlar insanlara
hastalık ve ölüm getirmeye başlayınca insanları kurtarması için, Gök Tanrı bir
kartal yaratır. Bu kartal insanların dilini bilmediği için iletişime geçemez.
Bunun üzerine kartal Gök Tanrı'dan kendisine insanlarla aynı dili konuşma
yeteneği ya da onlara şaman göndermesini ister. Gök Tanrı, kartalın ikinci
dileğini kabul ederek kendisini insan suretinde tekrar dünyaya gönderir.
Dünya'ya dönen kartal ağacın altında gördüğü bir kadınla beraber olur ve ilk
şaman dünyaya gelir.
ŞAMAN ADETLERİNİN ANADOLUYA YANSIMALARI
Türklerin İslamiyetten önce çok uzun bir süre bağlı kaldığı Şamanizm İnancının birçok teamülü halen toplumumuzda yaşatılmaktadır. İslam kültüründen geldiğini düşündüğümüz bu teamüllerin başlıcaları;
- Kurşun dökmek: Şamanizmde kut dökme ismiyle alınır. Amaç musallat olan kötü ruhların kovulmasıdır.
- Su dökerek uğurlama: Gidenin arkasından su dökmek şamanizmde su kültünün doğurduğu bir adettir.
- Türbelere ağaçlara çaput bağlamak: Şamanizmde dilek dileme şeklidir. Çünkü ağaçlar yaşamın sembolüdür.
- Nazar Boncuğu: Kötü ruhları kovmak ve kem gözlerden sakınmak için kullanılan Eski bir Şaman adetidir. İslamiyette ise, tam tersine nazar boncuğunun kötü ruhları topladığına inanılır.
- Tahtaya vurmak: Şamanlar, ormana girdiklerinde ağaçlara vurup, gürültü çıkararak kötü ruhları kaçırdıklarına inanırlar. Bu adet Hristiyan toplumlarda da yer etmiştir.
- Kırmızı Kurdele: Şamanizmde, lohusa döneminde anne ve çocuğunu Alkarısı denen şeytandan korumak için kullanılır.
- Mezar Taşı ve mezarlarda bulunan küçük suluklar: İslamiyette ve Arap toplumlarında mezar taşı kültürü yoktur. Mezarın toprakla bütünleşmesi ve kaybolması istenir. Küçük suluklar da yine susayan ruhların su içmesi inancına dayanır.
- Mevlit, İlahiler ve 40 sayısı: İslam dininde ölünün arkasından mevlit okunması diye bir uygulama yoktur. Müzik eşliğinde Kuran okunması ve dua edilmesi günah sayılmıştır. Yine Şamanizm ve totemcilik inancına göre ruh bedeni 40'ıncı gün terk etmektedir. Bu adet günümüzde ölünün kırkı çıkmasının beklenmesi ve kırkı çıktıktan sonra mevlit okunması gibi adetlere dönüşmüştür.
- Ölünün üzerine bıçak konulması: Ölen kişinin ruhunun habis ruhlardan korumak maksadıyla yapılan bir şaman adetidir.
Sonuç olarak Şamanizm, insanlık tarihi kadar eski, ruhsal yolculuğu esas alan ve ritüelleriyle birçok toplum ve dini etkilemiş kadim bir inanç sistemidir. Ruhsal ve metafizik süreçlerle ilgilenen ve teknoloji hapishanesinden kurtulmak isteyen birçok insan, bu inanç sistemini öğrenmeye ve uygulamaya merak sarmıştır. Günümüzdeki adıyla Neo Şamanizm, insanın ruhuna işleyen doğasıyla dünyanın dört bir yanından insanları Sibirya ve Orta Asya bozkırlarına çekmiştir. Şamanizm inanç sistemi, diğer dinlere gösterdiği saygı, kadına gösterdiği önem, canlılara ve doğaya verdiği değer ile evrensel bir nitelik taşımaktadır.
KAYNAKÇA:
1. Şamanizm Nedir? Şamanizmin Mistik Doğa Kültürü Sizi
Bekliyor!, Cansu YUMUŞAK
2/01/2019
Uzay çağını yaşadığımız günümüz dünyasında, hayatımızın her aşamasında teknolojiyi etkin şekilde kullanmaktayız. İnsanların ...
MODERN DÜNYAYI REDDEDEN AMİŞLER
Uzay çağını yaşadığımız
günümüz dünyasında, hayatımızın her aşamasında teknolojiyi etkin şekilde
kullanmaktayız. İnsanların ellerinden telefonlarını, altlarından arabalarını
aldığımızda ne yapacaklarını şaşıracakları bir dönemi yaşıyoruz. Peki insan
teknolojisiz yaşayabilir mi? İşte bunun en güzel örneğini günümüzde çoğunlukla
Amerika ve Kanada'da yaşayan bir toplum ispatlamıştır, hem de kapitalizmin ve
teknolojinin anavatanında. Tarihin onlar için 1700'lerden sonra durduğu toplum
Amişler....
Amişler, ABD ve Kanada'nın
bazı eyaletlerine dağılmış şekilde yaşamlarını sürdüren sayıları 350 bini bulan
hristiyan bir toplumdur. Kökenleri 16'ıncı yüzyıla kadar dayanan bu hristiyan
mezhebi, Tanrı'nın insanları sade ve basit bir yaşam için yarattığı felsefesine
dayanarak ortaçağ dönemindeki hayatı esas almışlardır. 17 ve 18'nci yüzyıllarda
Almanya ve İsviçre çevresinde yaşayan bu toplum farklı inanışları nedeniyle
dönemin Evangelist Katolik ve Protestanlarının büyük baskı ve saldırılarına
maruz kalmış ve çareyi yeni dünya olan Amerika'ya göç etmekte bulmuşlardır.
Çünkü Amişler, kişilerin doğuştan vaftiz edilmesine karşı çıkmışlar, bireylerin
belli bir olgunluğa ulaştıklarında bu kararı hür iradeleriyle vermelerinin
uygun olduğunu savunmuşlardır. Bu yüzden Ortaçağın reformistleri olarak
görülürler.
Teknolojik yeniliklere tamamen kapalı ve basit bir yaşama sahip olan
Amişler bu felsefesini matta incilinin 6'ncı bölümüne dayandırmaktadır. Söz
konusu bölümde; 'Kaygılarınızı atın,
nerden yemek bulacağız ne giyeceğiz diye endişelenmeyin, Tanrının
hükümranlığını ve doğruluğunu kabul edin, giyeceğinizi, yemeğinizi Tanrı size
sonra sağlayacaktır. Bu dünya için çok çaba sarfetmeden, doğru düzgün temiz
insanlar olarak kavgasız, dövüşsüz barış içinde yaşadıktan sonra Tanrı size her
türlü nimeti verecektir' yazmaktadır.
Seçilmiş bir toplum olarak kendilerini gören Amişler, sadeliği ve
yardımseverliği kendilerine rehber edinmişlerdir.
AMİŞLERİN SOSYAL HAYATI
Amişler teknolojinin insanı
bu dünya hayatında azgınlaştıracağını düşünerek tamamen reddederler. Evlerinde
elektrik dahi kullanmayan bu toplum geceleri gaz lambalarını ve mum ışığını
kullanmaktadır. Köylerinde sadece acil durumlar için bir telefon bulunmaktadır.
Kadınlar çamaşır ve bulaşıklarını elde yıkarlar. Ulaşım ise tamamen at
arabaları ve bisikletler üzerinden sağlanmaktadır. Hiçbir sağlık sigortaları
bulunmayan Amişler hastalandıklarında bunu doğal yöntemlerle atlatmaya
çalışmakta, yalnızca çok ciddi hastalık durumlarında kendi aralarında belirli
bir miktar para toplayıp hastaneye gitmektedir.
Modern toplumdan kendine izole etmiş bu insanlar teknolojinin tüm
nimetlerini ve modern devlet kurumlarını reddetmektedir. Savaş kelimesine bile
tahammülü olmayan Amişler devlet hizmetlerinde çalışmamakta, oy vermemekte, siyasetten
tamamen uzak durmakta ve vergi vermemektedir. Amerikan hükümeti zaman zaman
kendilerinden vergi almaya çalışmışsa da, halkın kendilerine gösterdikleri
desteği görünce geri adım atmışlardır. Amişlerin yaşadığı yerlerde polis,
belediye gibi en temel devlet kurumları bulunmamaktadır. Hiçbir Amiş bireyi
silah taşımaz. Onların tek silahı ellerindeki kürekleridir.
Tüm yaşamlarını tarım ve hayvancılık üzerine inşa etmişlerdir. Çalışkan
ve disiplinli olan Amişler zamanlarının büyük kısmını çalışarak geçirmektedir.
Çalışmadıklarında şeytani duyguların onları esir alacağını düşünürler. Bütün
işleri imece usulu yaparlar. Elde ettikleri organik ürünleri değerinin altında
fiyatlarla aracılara satmaktadırlar. Çünkü gereğinden fazla karla mal
satılmasını çok büyük günah sayarlar. Tarım ve hayvancılık yaparken de yine en
ilkel tarım aletlerini kullanırlar. Tarım ve hayvancılıkta profesyonelleşen bu
toplumun elde ettiği hiçbir katkı maddesi olmayan ürünler (peynir, reçel, yumurta vb. organik gıdalar) Amerika'nın en
ünlü marketlerinde sergilenmektedir. Bunun dışında Hz. İsa'nın mesleği
olan marangozculuğa ayrı bir önem gösterirler.Tek bir çivi yada
civata kullanmadan tamamen birbirlerinin üzerine geçirerek yaptıkları
mobilyalar günümüzde dünyanın en nadide mobilyaları olarak görülmektedir.
Amişler, yaşamlarını ‘Ordung’ adı verilen ve yazılı olmayan bir kurallar
silsilesi çervesinde şekillendirmektedir. Kadın ve erkeklerin kıyafetleri
olabildiğince sade ve basittir. Kadınlar genelde ortaçağ Avrupası'nda giyilen
tek parça koyu kıyafetleri tercih etmektedir. Makyaj yapmaz ve mücevher
kullanmazlar. Evli kadınlar beyaz, bekar kadınlar ise siyah başörtüsü
kullanmaktadır. Gösteriş açısından tek kullandıkları şey kafalarına taktıkları
çiçekli başlıklardır. Erkekler ise, sade, uzun kollu yakasız gömlekler
giyerken; kışın siyah fötr şapka yazın ise hasır şapka kullanırlar. Evli
erkekler bıyık bırakmadan sakal uzatırlar.
18-20 yaş aralığında Amiş
gençleri evlilğe yönlendirilmektedir. Evlilkler genellikle görücü usulu yada pazar
ayinlerinde biraraya gelen gençlerin aralarında anlaşması şeklinde olur. Bunun
dışında kadın ve erkeklerin gönül ilişkisi yasaktır. Düğün törenleri hasat
sonrası olan kasım ayında gayet sade bir törenle gerçekleştirilir. Kadının
temel görevi çocuk yapıp ev işlerine bakmak, erkeğin görevi ise tarım ve
hayvancılıkla uğraşmaktır. Bir Amiş kadını ortalama 8 çocuk dünyaya
getirmektedir. Bu yüzden Amişlerin sayısı gitgide artmaktadır. Çünkü bol çocuk
bereketi simgelemektedir. Amiş kadınlarının dışarıdan evlenmesi yasaktır.
Evliliklerde ailelerin onayı önem arzeder.
Amişler eğitim konusunda
tamamen katı bir tutuma sahiptirler. Sadece 8 yıllık bir eğitim verilen
okullarında, lise eğitimi almanın dünyevi zevklere sürüklüyeceğini düşündükleri
için sıcak bakmazlar. Bu 8 yıllık süreçte, okuma yazma ve dini eğitim alırlar.
Ancak çocuklarının lise eğitimi almasını isteyenlere karşı çıkmazlar.
Öğretmenler ise daha çok bu 8 yıllık eğitimi bitirmiş 17-18 yaşlarında
gençlerden seçilmektedir.
Amişler, 18 yaşına gelen gençlerinin Amiş olup olmayacakları konusunda
hür iradeleriyle karar vermelerini isterler. Dış dünyayı keşfetmek isteyen
bireylere baskı kurmazlar. Ama sonuçlara bakıldığında gençlerin yaklaşık
%90'ının Amiş mezhebini kabul ettiğini görmekteyiz. Amiş mezhebine girmek
isteyen bireylere sıcak bakmamalarına rağmen, kişileri istekliliklerine göre birtakım testlere tabi
tutarlar. Kişi bu testlerden geçtiği takdirde, ihtiyar heyetinin onayıyla Amiş
mezhebine kabul edilir.
Amişlerde diğer hristiyan tarikatlarının aksine, misyonerlik ve dini
yayma faaliyetleri yoktur. Tersine, kişinin dinini değiştirmeye çalışmayı büyük
bir saygısızlık olarak görürler.Tanrı’nın insanı sade bir yaşam için
yarattığına inanan Amişler, Tanrı'nın kendilerini özel olarak dış dünyadan
koruduğuna da inanırlar. İnanışları gereği fotoğraf çektirmeyi hiç
sevmezler.Onlara göre kişinin portresinin çizilmesi günahtır ve Hz.İsa
fotografının çizilmesine izin vermemiştir. Bu yüzden çocukları için yaptıkları
bebeklerin dahi yüz kısmı görünmemektedir.
Sonuç olarak, Amişlerin yukarıda bahsedilen yaşam tarzı günümüz
dünyasında çok zor gözükse de birçoğumuz tarafından özlenen bir hayattır.
Teknolojinin canavarlaşıp bizleri esir aldığı bu çağda, hayatın koşturmacasını
bir kenara bırakıp, kendini doğanın kollarına bırakmak herkesçe istenen bir
durumdur. Bu açıdan bakıldığında buna bir din gerekliliği gibi bakmak zorunda
da değiliz. Elimizden geldiğince doğayla bütünleşmeli, kendimizi teknoloji
hapishanesinden kurtarmalı ve ruhumuzu dinlendirmeliyiz. Bunu yaptığımız sürece
daha özgür bireyler oluruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
POPÜLER YAZILAR
SON YAZILAR
Popüler Yayınlar
-
Kalaşlar, krizin ve çatışmaların kol gezdiği Afganistan ve Pakistan ülkelerinin sınırında, üç bin metre yükseklikteki ...
-
Nuh Tufanının dünya üzerinde yarattığı büyük yıkımdan sonra tekrar biraraya gelen ve yükselişe geçen insanoğlunun bir sembolü olan Bab...
-
Hristiyan temelli olan Mormon Dini, bugün sayıları 15 milyonu bulan taraftarlarıyla hristiyanlığın yeniden yorumlanmış halidir. Semavi...