2/04/2019
Birçoğumuz günlük hayatımızda birçok plan yapmakta ve bunları gerçekleştirmeye çalışmaktayız. Bu planları gerçekleştirme aşamasında b...
MURPHY KANUNLARI VE HAYATA BAKIŞ
Birçoğumuz günlük hayatımızda birçok plan yapmakta ve bunları
gerçekleştirmeye çalışmaktayız. Bu planları gerçekleştirme aşamasında birçok
engelle karşı karşıya kalırız ve planlarımız suya düşer. Çevrenizdeki insanlara
iş, aşk ve sosyal hayatlarında şanslı olup olmadıklarını sorduğunuzda çok büyük
bir kesimden olumsuz cevap alırsınız. Aslında insanlar kısmen de olsa bu
noktada haklılar. Çünkü günümüz dünyasında çok az insan hayallerini
gerçekleştirmektedir. Hatta bu uzun vadeli hayalleri bir kenara bırakın günlük
hayatta karşılaştığımız birçok engel ve olumsuzluk insanların hayata olan
pozitif enerjilerini düşürmektedir. Birçok insandan şu lafları sıkça duyarız
'Bende şans olsa zaten, birşey istedim de ne zaman oldu ki, tüm aksilikler beni
buluyor'. Peki gerçekten işler çoğu zaman ters mi gider? Murphy Kanunlarına
göre evet...
Murphy Kanunlarının fikir babası ABD'li mühendis Edward A. Murphy büyük
bir roket projesi üzerinde çalışmaktaydı. Usaf Proje Mx981 ismindeki bu
projede insan üzerine ivmelenmenin etkilerini incelemekteydi. Yaptığı
deneylerin birinde, seçilen deneğin vücudunun 16 noktasına akselometre
takılması gerekmekteydi. Bu akselometreler sensör bir yapıştırıcı ile 2 farklı
şekilde takılabilmekteydi. Bu iş için yardımcı olarak bir teknisyen görevlendirilmişti.
Rastgele taktığında bile %50 şansı olan bu tekniker nasıl başarabildiyse 16
akselometrenin hepsini yanlış bağlamış ve milyon dolarlık deney büyük bir
başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bunun üzerine Edward Murphy bu kanunun temelini
teşkil edecek o sözleri söylemiştir; '"Eğer bir işi halletmek için
birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya
felaket doğuracaksa; kesinlikle bu olasılık gerçekleşecektir."
Her ne kadar bilimsel bir alt yapısı olmasa da Murphy Kanunları'nın
temeli genel olarak şu hipotezlere dayanır; Bir işin ters gitme olasılığı
varsa, o iş ters gider. Bir şeyi ne kadar çok isterseniz ortaya çıkacak
aksilikler o kadar fazla olur. Siz aksilik oluşturan durumları ortadan
kaldırsanız bile hemen yeni bir aksilikler doğacaktır. Bir işin birden fazla
ters gitme olasılığı varsa en kötüsü gerçekleşir. Herşey yolunda gidiyorsa
keşin bir terslik vardır. Bu düşüncelerden yola çıkarak insanların günlük
hayatında sık karşılaştıkları aksilikler Murphy yasalarına atfedilmeye
başlanmıştır. İşte birçoğumuzun tecrübe ettiği o aksilikler;
- Tüm gün çalışmanıza rağmen patronunuz mola verdiğiniz anda dibinizde biter.
- Bir yere ne kadar çok gitmek istediğimzle trafiğin yoğunluğu doğru orantılıdır
- Çok etkileyici bir hareket yaptığınızda mutlaka yalnız olursunuz ama salak bir hareketinize birçok kişi şahit olur.
- Sigara dumanı arkadaş grubunda en çok sigara içmeyenlere doğru gider.
- Öğretmen, sınav sırasında sadece aptalca bir şey yazdığınız esnada başınıza gelip yazdıklarınızı okur.
- Beğendiğin ve ilgi duyduğun insanlar senin en bakımsız ve salaş olduğun zamanlar karşında belirir.
- Otomobil tamiri sırasında düşürdüğünüz alet en ulaşılmadık yerlere girer.
- Çok sıkıştığınız zamanlarda tuvaletler kesin doludur.
·
- Uzun süre otobüs beklersiniz gelmez bir sigara yaktığınızda daha içmeden otobüs gelir.
- Hayattaki en güzel şeyler; ya kanun dışı, ya ahlak dışı ya da şişmanlatıcıdır.
- Sınavda risk alıp çalışmadığın konudan kesin soru çıkar.
- Araba satarken çok nadir arıza veren kısımlar o anda kesinlikle çalışmaz.
- En çok beğendiğin kıyafetin sana uygun olanı yeni tükenmiştir.
- Kız ya da erkek arkadaşın yokken kimse senle ilgilenmez, ancak biriyle sevgili olduğunda birçok talibin çıkar.
- Arabada müzik açtığınızda en sevdiğiniz şarkının hep sonuna yetişirsiniz
- Ehliyetiniz yokken kesin polis çevirmesine takılırsınız
- Yırtık bir çorap giydiğinizde kesin bir eve girmek zorunda kalırsınız.
- Elinizde birden fazla anahtar varsa en son denediğiniz kapıyı açar.
- Sinema başlarken salonun ortasında oturanlar hep en son girip insanlara rahatsızlık verirler.
- Beklediğiniz telefon her zaman banyoya girdiğinizde çalar.
- Çok güzel bir kare yakaladığınızda telefonunuz ya da kameranızın ya şarjı yoktur yada yeterli hafızası yoktur.
- Aranılan birşey her zaman en son bakılan yerdedir.
- Arabayı yıkattığınız gün büyük ihtimal yağmur yağar.
- Bir işe kalkıştığınızda sessiz kalan insanlar, başarısız olduğunuzda konuşmaya başlarlar.
- Siyah kıyafet giydiğinde hiçbir şey olmazken, beyaz kıyafet giydiğinde kesin üstüne birşeyler dökülür.
- Boş diye girdiğiniz şerit her zaman tıkanır boşalttığınız şerit daha hızlı akar.
Aslında bakıldığında Murphy kanunları aksiliklerin her zaman olacağını
düşünüp buna göre önlem almamız gerektiğini söyleyen bir tedbir stratejisidir. Yapacağanız
işlerde ve alacağınız kararlarda her zaman en kötü ihtimali düşünmek,
üzerinizdeki stresi azaltacak ve daha fazla sonuçlara hazırlıklı olmanızı
sağlayacaktır. Olası bütün negatif senoryalara önceden hazır olmak daha
az hata yapmanıza büyük katkı sağlar. Bardağın dolu tarafından baktığımız gibi
boş tarafını da unutmamak gerekir. İşte Murphy yasaları bizde bu algının
oluşmasını sağlar. Bardağın dolu tarafından bakanlar bunla yetinebilirken, boş
tarafından bakanlar her zaman kalan kısmını doldurmaya çalışacaklardır. Yani
kısacası, her zaman en kötü ihtimali düşünüp ona göre hazırlık yapmak daha az
hata yapmamızı ve daha başarılı olmamızı sağlayacaktır.
2/01/2019
Uzay çağını yaşadığımız günümüz dünyasında, hayatımızın her aşamasında teknolojiyi etkin şekilde kullanmaktayız. İnsanların ...
MODERN DÜNYAYI REDDEDEN AMİŞLER
Uzay çağını yaşadığımız
günümüz dünyasında, hayatımızın her aşamasında teknolojiyi etkin şekilde
kullanmaktayız. İnsanların ellerinden telefonlarını, altlarından arabalarını
aldığımızda ne yapacaklarını şaşıracakları bir dönemi yaşıyoruz. Peki insan
teknolojisiz yaşayabilir mi? İşte bunun en güzel örneğini günümüzde çoğunlukla
Amerika ve Kanada'da yaşayan bir toplum ispatlamıştır, hem de kapitalizmin ve
teknolojinin anavatanında. Tarihin onlar için 1700'lerden sonra durduğu toplum
Amişler....
Amişler, ABD ve Kanada'nın
bazı eyaletlerine dağılmış şekilde yaşamlarını sürdüren sayıları 350 bini bulan
hristiyan bir toplumdur. Kökenleri 16'ıncı yüzyıla kadar dayanan bu hristiyan
mezhebi, Tanrı'nın insanları sade ve basit bir yaşam için yarattığı felsefesine
dayanarak ortaçağ dönemindeki hayatı esas almışlardır. 17 ve 18'nci yüzyıllarda
Almanya ve İsviçre çevresinde yaşayan bu toplum farklı inanışları nedeniyle
dönemin Evangelist Katolik ve Protestanlarının büyük baskı ve saldırılarına
maruz kalmış ve çareyi yeni dünya olan Amerika'ya göç etmekte bulmuşlardır.
Çünkü Amişler, kişilerin doğuştan vaftiz edilmesine karşı çıkmışlar, bireylerin
belli bir olgunluğa ulaştıklarında bu kararı hür iradeleriyle vermelerinin
uygun olduğunu savunmuşlardır. Bu yüzden Ortaçağın reformistleri olarak
görülürler.
Teknolojik yeniliklere tamamen kapalı ve basit bir yaşama sahip olan
Amişler bu felsefesini matta incilinin 6'ncı bölümüne dayandırmaktadır. Söz
konusu bölümde; 'Kaygılarınızı atın,
nerden yemek bulacağız ne giyeceğiz diye endişelenmeyin, Tanrının
hükümranlığını ve doğruluğunu kabul edin, giyeceğinizi, yemeğinizi Tanrı size
sonra sağlayacaktır. Bu dünya için çok çaba sarfetmeden, doğru düzgün temiz
insanlar olarak kavgasız, dövüşsüz barış içinde yaşadıktan sonra Tanrı size her
türlü nimeti verecektir' yazmaktadır.
Seçilmiş bir toplum olarak kendilerini gören Amişler, sadeliği ve
yardımseverliği kendilerine rehber edinmişlerdir.
AMİŞLERİN SOSYAL HAYATI
Amişler teknolojinin insanı
bu dünya hayatında azgınlaştıracağını düşünerek tamamen reddederler. Evlerinde
elektrik dahi kullanmayan bu toplum geceleri gaz lambalarını ve mum ışığını
kullanmaktadır. Köylerinde sadece acil durumlar için bir telefon bulunmaktadır.
Kadınlar çamaşır ve bulaşıklarını elde yıkarlar. Ulaşım ise tamamen at
arabaları ve bisikletler üzerinden sağlanmaktadır. Hiçbir sağlık sigortaları
bulunmayan Amişler hastalandıklarında bunu doğal yöntemlerle atlatmaya
çalışmakta, yalnızca çok ciddi hastalık durumlarında kendi aralarında belirli
bir miktar para toplayıp hastaneye gitmektedir.
Modern toplumdan kendine izole etmiş bu insanlar teknolojinin tüm
nimetlerini ve modern devlet kurumlarını reddetmektedir. Savaş kelimesine bile
tahammülü olmayan Amişler devlet hizmetlerinde çalışmamakta, oy vermemekte, siyasetten
tamamen uzak durmakta ve vergi vermemektedir. Amerikan hükümeti zaman zaman
kendilerinden vergi almaya çalışmışsa da, halkın kendilerine gösterdikleri
desteği görünce geri adım atmışlardır. Amişlerin yaşadığı yerlerde polis,
belediye gibi en temel devlet kurumları bulunmamaktadır. Hiçbir Amiş bireyi
silah taşımaz. Onların tek silahı ellerindeki kürekleridir.
Tüm yaşamlarını tarım ve hayvancılık üzerine inşa etmişlerdir. Çalışkan
ve disiplinli olan Amişler zamanlarının büyük kısmını çalışarak geçirmektedir.
Çalışmadıklarında şeytani duyguların onları esir alacağını düşünürler. Bütün
işleri imece usulu yaparlar. Elde ettikleri organik ürünleri değerinin altında
fiyatlarla aracılara satmaktadırlar. Çünkü gereğinden fazla karla mal
satılmasını çok büyük günah sayarlar. Tarım ve hayvancılık yaparken de yine en
ilkel tarım aletlerini kullanırlar. Tarım ve hayvancılıkta profesyonelleşen bu
toplumun elde ettiği hiçbir katkı maddesi olmayan ürünler (peynir, reçel, yumurta vb. organik gıdalar) Amerika'nın en
ünlü marketlerinde sergilenmektedir. Bunun dışında Hz. İsa'nın mesleği
olan marangozculuğa ayrı bir önem gösterirler.Tek bir çivi yada
civata kullanmadan tamamen birbirlerinin üzerine geçirerek yaptıkları
mobilyalar günümüzde dünyanın en nadide mobilyaları olarak görülmektedir.
Amişler, yaşamlarını ‘Ordung’ adı verilen ve yazılı olmayan bir kurallar
silsilesi çervesinde şekillendirmektedir. Kadın ve erkeklerin kıyafetleri
olabildiğince sade ve basittir. Kadınlar genelde ortaçağ Avrupası'nda giyilen
tek parça koyu kıyafetleri tercih etmektedir. Makyaj yapmaz ve mücevher
kullanmazlar. Evli kadınlar beyaz, bekar kadınlar ise siyah başörtüsü
kullanmaktadır. Gösteriş açısından tek kullandıkları şey kafalarına taktıkları
çiçekli başlıklardır. Erkekler ise, sade, uzun kollu yakasız gömlekler
giyerken; kışın siyah fötr şapka yazın ise hasır şapka kullanırlar. Evli
erkekler bıyık bırakmadan sakal uzatırlar.
18-20 yaş aralığında Amiş
gençleri evlilğe yönlendirilmektedir. Evlilkler genellikle görücü usulu yada pazar
ayinlerinde biraraya gelen gençlerin aralarında anlaşması şeklinde olur. Bunun
dışında kadın ve erkeklerin gönül ilişkisi yasaktır. Düğün törenleri hasat
sonrası olan kasım ayında gayet sade bir törenle gerçekleştirilir. Kadının
temel görevi çocuk yapıp ev işlerine bakmak, erkeğin görevi ise tarım ve
hayvancılıkla uğraşmaktır. Bir Amiş kadını ortalama 8 çocuk dünyaya
getirmektedir. Bu yüzden Amişlerin sayısı gitgide artmaktadır. Çünkü bol çocuk
bereketi simgelemektedir. Amiş kadınlarının dışarıdan evlenmesi yasaktır.
Evliliklerde ailelerin onayı önem arzeder.
Amişler eğitim konusunda
tamamen katı bir tutuma sahiptirler. Sadece 8 yıllık bir eğitim verilen
okullarında, lise eğitimi almanın dünyevi zevklere sürüklüyeceğini düşündükleri
için sıcak bakmazlar. Bu 8 yıllık süreçte, okuma yazma ve dini eğitim alırlar.
Ancak çocuklarının lise eğitimi almasını isteyenlere karşı çıkmazlar.
Öğretmenler ise daha çok bu 8 yıllık eğitimi bitirmiş 17-18 yaşlarında
gençlerden seçilmektedir.
Amişler, 18 yaşına gelen gençlerinin Amiş olup olmayacakları konusunda
hür iradeleriyle karar vermelerini isterler. Dış dünyayı keşfetmek isteyen
bireylere baskı kurmazlar. Ama sonuçlara bakıldığında gençlerin yaklaşık
%90'ının Amiş mezhebini kabul ettiğini görmekteyiz. Amiş mezhebine girmek
isteyen bireylere sıcak bakmamalarına rağmen, kişileri istekliliklerine göre birtakım testlere tabi
tutarlar. Kişi bu testlerden geçtiği takdirde, ihtiyar heyetinin onayıyla Amiş
mezhebine kabul edilir.
Amişlerde diğer hristiyan tarikatlarının aksine, misyonerlik ve dini
yayma faaliyetleri yoktur. Tersine, kişinin dinini değiştirmeye çalışmayı büyük
bir saygısızlık olarak görürler.Tanrı’nın insanı sade bir yaşam için
yarattığına inanan Amişler, Tanrı'nın kendilerini özel olarak dış dünyadan
koruduğuna da inanırlar. İnanışları gereği fotoğraf çektirmeyi hiç
sevmezler.Onlara göre kişinin portresinin çizilmesi günahtır ve Hz.İsa
fotografının çizilmesine izin vermemiştir. Bu yüzden çocukları için yaptıkları
bebeklerin dahi yüz kısmı görünmemektedir.
Sonuç olarak, Amişlerin yukarıda bahsedilen yaşam tarzı günümüz
dünyasında çok zor gözükse de birçoğumuz tarafından özlenen bir hayattır.
Teknolojinin canavarlaşıp bizleri esir aldığı bu çağda, hayatın koşturmacasını
bir kenara bırakıp, kendini doğanın kollarına bırakmak herkesçe istenen bir
durumdur. Bu açıdan bakıldığında buna bir din gerekliliği gibi bakmak zorunda
da değiliz. Elimizden geldiğince doğayla bütünleşmeli, kendimizi teknoloji
hapishanesinden kurtarmalı ve ruhumuzu dinlendirmeliyiz. Bunu yaptığımız sürece
daha özgür bireyler oluruz.
1/31/2019
Melek Tavus Ezidilik dininde hem iyiliğin hem de kötülüğün temsilcisi olarak görülmüştür. Bu yüzden Ezidiler Melek Tavus'a büyük bir saygı beslemekle beraber ondan korkmaktadırlar. Bu inanışta Tanrı özünde iyi niyetli olduğu için ondan korkmanın gereksiz olduğunu düşünmektedirler. Onun yerine Azda tarafından görevlendirilen ve dünyanın kontrolü kendine verilen Melek Tavus'a itaat etmek daha önemlidir. Çünkü Melek Tavus çift yönlüdür. Ateşiyle sizi ısıtabildiği gibi yakabilir de...Bu yüzden şeytan, mel-un, şar, şat, nar gibi kelimelerin kullanılması yasaktır. Ezidiler için Azda'nın secde buyruğuna itaat etmeyen Tavus Melek'in bu hareketi aslında onun ne kadar seçkin olduğunu göstermektedir. Tavus Melek Azda'nın yaptığı bu imtihandan başarıyla geçerek dünyayı yönetme hakkına sahip olmuştur.
Ezidiler...Mezapotamyanın en çok zulme uğramış en kapalı dinlerinden biri. Günümüzde çoğunlukla Kürtçe konuşan ve Ira...
EZİDİLER GERÇEĞİ
Ezidiler...Mezapotamyanın en
çok zulme uğramış en kapalı dinlerinden biri. Günümüzde çoğunlukla Kürtçe
konuşan ve Irak'ın kuzeyi ile Musul arasında kalan bölgede yaşayan bu halkın
inanışı, yaşam biçimi ve ritüelleri alışılmışın çok dışındadır. IŞİD
saldırılarına kadar sınırımıza yakın yerde böyle bir topluluğun bulunduğunu
bilmiyorduk. IŞİD'in Şengal'i ele geçirmesiyle yurtlarını terk etmek zorunda
kalan, binlercesi de IŞİD'e esir düşen Ezidiler, kendilerini bir anda dünya
gündeminin odağında bulmuşlardır. Sürekli korkutulan, eziyet gören kendi
deyimleriyle tarihte haklarında 72 tane ferman yayınlanan ve tarih boyunca
umutsuzluğa mahkum bırakılan bir toplum. Peki kimdir bu Ezidiler?
Ezidi Cografyası
Ezidilerin kaynakları incelendiğinde bugün dünya üzerinde sayıları 900 bini bulan bir Ezidi nüfusundan bahsedilmektedir. Bu nüfusun yaklaşık 500 bini Şengal ile Musul çevrelerinde yaşamaktadır.Bunun yanında Rusya'da 200 bin, Avrupa'da 100 bine yakın Ezidinin yaşadığı değerlendirilmektedir. Ezidiler, temel olarak târihte Asurluların bir parçası olan Irak’ın Ninova bölgesinde yaşamışlardır. Türkiye'de yaşayan Ezidilerin büyük çoğunluğu yurtdışına göç etmiştir. 80'li yıllardan önce Urfa Viranşehir'de sayıları 85 binleri bulan ezidi nüfusu 2007 seçimlerinde 377'ye kadar gerilemiştir. Günümüzde Mardin Midyat, Urfa Viranşehir Siirt Kurtalan ve Beşiri ile Batman ve Hakkari çevresinde yaşamaktadırlar. Yezidilerin Avrupa parlementosunda 2 üyesi bulunmaktadır.
Ezidilerin kaynakları incelendiğinde bugün dünya üzerinde sayıları 900 bini bulan bir Ezidi nüfusundan bahsedilmektedir. Bu nüfusun yaklaşık 500 bini Şengal ile Musul çevrelerinde yaşamaktadır.Bunun yanında Rusya'da 200 bin, Avrupa'da 100 bine yakın Ezidinin yaşadığı değerlendirilmektedir. Ezidiler, temel olarak târihte Asurluların bir parçası olan Irak’ın Ninova bölgesinde yaşamışlardır. Türkiye'de yaşayan Ezidilerin büyük çoğunluğu yurtdışına göç etmiştir. 80'li yıllardan önce Urfa Viranşehir'de sayıları 85 binleri bulan ezidi nüfusu 2007 seçimlerinde 377'ye kadar gerilemiştir. Günümüzde Mardin Midyat, Urfa Viranşehir Siirt Kurtalan ve Beşiri ile Batman ve Hakkari çevresinde yaşamaktadırlar. Yezidilerin Avrupa parlementosunda 2 üyesi bulunmaktadır.
Öncelikle şunu net bir
şekilde belirtmek gerekir ki Ezidilerin ne Hz.Hüseyin'i şehit eden Yezid ile ne
de İran'da bulunan Yezid şehriyle bir alakaları yoktur. Bazı tarihçiler
Hz.Yezid'in Ezidilerce kutsandığından bahsetmektedir. Ancak bu husus Ezidiler tarafından
yalanlanmıştır. İsimleri Farsça'da Tanrı ve melek anlamına gelen 'ized' kelimesinden
türemiştir. Ezidi ise 'Tanrıya inanan' anlamına gelmektedir. Bazı kaynaklarda
ise 'Azda' ve 'Huda' kelimelerinden türediğinden bahsedilmektedir. Ezda
Kürtçede yaradan, vareden; huda ise kendiliğinden varolan anlamlarına
gelmektedir.
Ezidilik dininin birçok dinden etkilendiğini
görmekteyiz. Karanlık ve aydınlık ikilemi, ateş ile güneşi kutsama ritüelleri
açısından Zerdüştlüğü, namaz, hac, zekat, kurban kesme ve oruç gibi
ibadetleriyle islamiyeti, çocukların vaktiz edilmesiyle Hristiyanlığı, bazı
dansları ve adetleri açısından bakıldığında Şamanizmi, kendilerini seçkin
millet olarak görmeleriyle Yahudiliği andıran öğeleri içinde
barındırmaktadırlar. Kısacası belirli dinlerin bir potada eritildiği sentez bir
din olarak göze çarpmaktadır. Yine bazı din tarihçileri Moğol İstilasından
sonra Sincar Dağlarına kaçan Harranlı Sabiler'in Ezidiliğin oluşmasına büyük
katkı sağladığından bahsetmektedir.
Ezidilik dinini
incelediğimizde, söylenenlerin aksine tek Tanrı inancına sahip olduklarını
görmekteyiz. Ezidi dininde Tanrı'ya ulaşma noktasında peygambere ihtiyaç
duyulmamıştır. Ezidilik inancının
kurucusu ve önderi olarak Şeyh Adi bin Musafir'i görürler ve ona muazzam bir
saygı beslerler. Kaynaklarda Hakkari'den Lübnan'a göçen bir ailenin çocuğu
olarak 1075 yılında doğduğu, El Gazali ve diğer Sufi müderrislerden ders aldığı
belirtilmektedir. Eğitimini tamamladıktan sonra günümüzde Irak'ın Kuzeyinde
bulunan Dohak iline bağlı Şeyhan köyü yakınlarında bulunan Laliş yaylasına
gittiği ve ömrünün sonuna dek burada yaşadığı belirtilmektedir. Laliş
bölgesinde cemaatini kuran ve eski bir manastırı dergaha çeviren Adi bin
Musafir tamamen dışa kapalı, çevrede olup bitenle ilgilenmeyen sufi bir tarikat
lideri rolünü üstlenmiştir.
Kutsal Kitapları ve Melek-i Tavus (Azazil) İnancı
Şeyh Adi'nin Ölümünden sonra
Laliş vadisinde bulunan cemaat Adi'nin adından türeyen Adaviler olarak
tanınmıştır.Cemaatinin başına oğlu Hasan bin Adi geçmiş, Eyyübi Devletinin
Musul'u ele geçirmesiyle beraber, Musul'a vali olarak atanan Bedrettin Lulu'nun
emriyle yakalanıp infaz edilmiştir. Ezidilerce Şeyh Adi hoşgörü ve ilim sahibi,
din ayırt etmeksizin herkese kuçak açan bir alim olarak görülür. Moğol
istiasından kaçan halkların korunmak amacıyla Hakkari Dağlarına sığınmasıyla
beraber, Nastri Araplar ve Sabiler'inde katılmasıyla Adavi tarikatı güçlenmiş
ve yeni bir din olarak 15'nci yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Ezidilerin iki adet kutsal
kitabı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Kitab el Cilve/Tanrısal Açıklama
Kitabı olarak bilinen ve bizim şeytan olarak bildiğimiz ezidilerin Melek Tavus
olarak bildikleri ve kutsadıkları meleğin bütün varlıklardan önce
yaratıldığından bahsederek başlamaktadır. Bizim günümüzde korku filmlerinde
kullanılan 'Azazil' kelimesi onlarda Melek Tavus'u simgelemektedir. Melek Tavus
seçilmiş olan Ezidi halkına yön göstermek ve onları yanlışlardan uzak tutmak
için dünyaya gönderildiği Kitab El Cilve'de yer almaktadır.
İkinci Kitap ise 'Kitab el-Asvad/Meshaf
Reş/Siyah Kitap olarak bilinen ve ezidi mitolojisini esas alan kutsal
kitaplarıdır. Bu kitapta, Azda olarak bilinen Tanrı kendi özünden Melek Tavusu
yaratmış ve ona evreni biçimlendirme ve insanı yaratma görevi vermiştir.Yani
iyi niyetli olan Azda dünya işleri ile ilgilenmemektedir, dünyanın esas ve
yegane sorumlusu Melek Tavustur ( Tavus Azda'nın yeryüzündeki gölgesidir) Melek
Tavusa yardımcı olması için 6 melek daha yaratmış ve bir avuç dolusu toz göndermiştir. Bu tozla
erkek ve kadını yaratan Tavus daha sonra kalanıyla dünyayı yaratmış ve bunu
Azda'ya takdim etmiştir.
Bunun üzerine Azda Melek Tavus'u test etmek
için bir sınavdan geçirmiş ve bundan sonra insana itaat etmesini istemiştir.
Melek Tavus buna itiraz ederek 'ben
yalnız sana itaat ederim', çünkü beni yaratan sensin şekilnde cevap vermiştir.
Bunun üzerine cennetten kovulan Melek Tavus gururundan 40 bin sene cehennemde
yanmış sonunda döktüğü gözyaşları ile bu ateşi söndürmüştür. Bundan dolayı Azda
tarafından affedilmiş ve cehennemden çıkarılmıştır. Azda ile Tavus artık
barışıktır. Şeytan olarak bilinen Melek Tavusun Ezidilerce kutsanması birçok
semavi din temsilcileri tarafından şeytana tapan kavim olarak lanetlenmiştir.
Melek Tavus Ezidilik dininde hem iyiliğin hem de kötülüğün temsilcisi olarak görülmüştür. Bu yüzden Ezidiler Melek Tavus'a büyük bir saygı beslemekle beraber ondan korkmaktadırlar. Bu inanışta Tanrı özünde iyi niyetli olduğu için ondan korkmanın gereksiz olduğunu düşünmektedirler. Onun yerine Azda tarafından görevlendirilen ve dünyanın kontrolü kendine verilen Melek Tavus'a itaat etmek daha önemlidir. Çünkü Melek Tavus çift yönlüdür. Ateşiyle sizi ısıtabildiği gibi yakabilir de...Bu yüzden şeytan, mel-un, şar, şat, nar gibi kelimelerin kullanılması yasaktır. Ezidiler için Azda'nın secde buyruğuna itaat etmeyen Tavus Melek'in bu hareketi aslında onun ne kadar seçkin olduğunu göstermektedir. Tavus Melek Azda'nın yaptığı bu imtihandan başarıyla geçerek dünyayı yönetme hakkına sahip olmuştur.
Yine bu kitapta Adem ve Havva yaratıldıktan
sonra, Adem'in belinden Şehr bin Cebir'in yaratıldığı, Adem'in en sevdiği oğlu
olduğu ve ondan türeyen halkın seçkin
Ezidi halkını oluşturacağı ve bu toplumun Melek Tavus'un toplumu olacağı
belirtilmektedir. Ezidiler bu yüzden kendilerini özel ve seçilmiş hissederler.
Yahudilikteki gibi kendini üstün ırk olarak gören Ezidiler için bu soydan
olmayanların dine kabulü söz konusu değildir. Ezidi soyundan gelmeyenlerin bu
dinin mensubu olamayacağı, her bir Ezidinin yalnızca başka bir Ezidiyle
evlenebileceği, dışarıdan biriyle evlenmesi durumunda dinden çıkmış sayılacağı
belirtilmektedir. Bu yüzden tamamen kapalı bir toplum olarak yaşamaktadırlar.
Yazılan iki kitapta Adi bin Musafir'e isnat edilse de, araştırmalar bunların
çok daha sonra yazıldığını ortaya koymaktadır. Ezidilikte her 1000 yılda bir
meleğin gelip dünyayı yeniden doğru yola koyduğuna inanılır. Ezidilere göre
Melek Tavusun yeryüzündeki gölgesi olan Şeyh Adi bu meleklerden birisidir. Bu
Tanrı Azda ile Melek Tavus arasındaki antlaşmanın bir sonucudur.
Şeyh Adi bin Musafir ve
kardeşinin naaşlarının bulunduğu Nurani dergahı Ezidilerce kutsal olarak kabul
edilmekte ve hac vazifesinin eda edildiği yer olarak görülmektedir. Tapınakta
herkes çıplak ayakla gezer ve bu birliği sembolize eder. Tapınağın bakımı ve
temizliği en üst tabakadan alt tabakaya herkes tarafından yapılır.
Dergahtan akan su kutsal kabul edilip
hac ziyareti sırasında içilmekte ve yeni doğan çocuklar burada vaftiz
edilmektedir. İnanışlarında güneş, Tanrı'nın yeryüzüne gönderdiği nur ve
yaşamın kaynağıdır. Bu yüzden kıble olarak kendilerine güneşi belirlemişlerdir.
Tavus Meleğe olan saygılarından dolayı başta dergah olmak üzere birçok yerde
tavuskuşu figürleri vardır. Özel ve milli günlerde tapınak ve çevresinde
toplanıp kutlamalar yapar ve dilekte bulunurlar.
İbadetleri ve Gelenekleri
Hac ibadetlerini 15- 20 Eylül tarihlerinde laliş yaylasında bulunan dergahta icra ederler. Şeyh Adi'nin mezarını 3 kez tavaf eden el süren kişi hacı olmuş sayılır. Hac ziyareti sırasında dut ağaçlarını ziyaret ederler. Tek ağaç dalı kesmek bile yasaklanmıştır. Çünkü Ezidilerde doğaya saygı önemli bir özellik olarak dikkat çekmektedir.
Toplumsal Yaşayışları: Kast Sistemi
Sonuç olarak, Ezidilik, belli bir cografyaya sıkışmış, semavi dinlerin bazı gerçekleriyle ters düştüğü için yılllarca birçok katliam ( tarihi kayıtlar son IŞİD saldırılarının Ezidilerin tarihte maruz kaldıkları 77'nci katliam olduğunu belirtmektedirler) yaşamış bir kavim dinidir. Haçlı seferlerinden Moğol istilasına, Eyyübi ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından gerçekleştirilen saldırılara kadar birçok zulüme uğramıştır. Bu toplumun son 20 yılına bakmak bile hadisenin ne kadar içler acısı olduğunu göstermektedir. Saddam yönetimi sırasında çoğu kez köyleri boşaltılan, başta eğitim olmak üzere birçok sosyal haktan yoksun bırakılan Ezidiler iki kez Saddam'ın katliamlarıyla yüzyüze gelmişlerdir. Saddam devrildikten sonra bir nebze olsun rahat nefes alan Ezidiler 2007 yılında El-Kaide saldırılarına maruz kalmışlardır. 2011 yılında yine canlı bombalı araç saldırısında Şengal bölgesinde 500 Ezidi hayatını kaybetmiştir. 2014 yılında ise IŞİD'in Şengal'i işgal etmesiyle başlayan süreçte 3000 Ezininin öldüğü, 290 bin Ezidinin göçe zorlandığı, kadınların cariye olarak satıldığı ve 50 bin Ezidinin Şengal Dağlarına sığındığı belirtilmektedir. Huzur içinde yaşayan, dinlerini yayma gibi bir dertleri olmayan bu kadim topluluğun sırf inançları gereği bunca katliama uğramış olması insanoğlunun kötülüğünün en büyük göstergesidir ve bu durumun en kötü yanı zaman ve kişiler değişse de, bu saldırıların yaklaşık 1000 yıl boyunca belli aralıklarla yaşanmış olması ve insanoğlunun farklı dinlere saygı noktasında sınıfta kalmış olmasıdır.
İbadetleri ve Gelenekleri
Ezidilerin dini görevleri
oruç, namaz, hac ve zekattan oluşmaktadır. Namazdan önce yalnız el ve yüz
yıkanarak abdest alırlar. Senede bir defa Şeyh Adi'nin türbesinde yapılan namaz
dışında toplu şekilde namaz kılmazlar. Namaz vakitleri sabah ve akşamdır.
Namazlarını ayakta durup güneşe karşı 3 defa eğilerek kılarlar. Duaları genelde
Kürtçe olarak okurlar. Namazlarını gizlilik içerisinde eda ederler ve
başkalarının yanında namaz kılmak zorunda kalırlarsa, eller güneşe çevrilip,
daha sonra yüze sürmek şeklinde ifa edilir.
Özel ve genel olmak üzere 2 oruç şekli
vardır. Özel oruç sadece din adamları tarafından senede toplam 80 gün olarak
tutulmaktadır. Genel oruç ise herkes tarafından aralık ayının başında tutulur
ve toplam 3 gündür. Tutulan bu orucun bizim orucumuzdan en büyük farkı birşey
ikram edildiğinde geri çevrilmemesi şeklinde olur. Zekat toplama ve dağıtma işi
başlarındaki Şeyh denen din adamları tarafından yapılmaktadır. Ezidilerde zekat
müridlerin gelirlerinin %10'unu şeyhlere, % 5'ini pirlere ve %2.5'unu fakire
vermekten oluşmaktadır.
Hac ibadetlerini 15- 20 Eylül tarihlerinde laliş yaylasında bulunan dergahta icra ederler. Şeyh Adi'nin mezarını 3 kez tavaf eden el süren kişi hacı olmuş sayılır. Hac ziyareti sırasında dut ağaçlarını ziyaret ederler. Tek ağaç dalı kesmek bile yasaklanmıştır. Çünkü Ezidilerde doğaya saygı önemli bir özellik olarak dikkat çekmektedir.
Yeni doğan çocuklar 7 gün içerisinde sünnet
ettirirler. Melek Tavusun ve ilk 2 insanın yaratıldığı gün olan Çarşamba kutsal
gün olarak kabul edilir. Bir Ezidinin rüyasında Tavus Melek'in girdiğini ve
mavi renkten hoşlanmadığını beyan etmesi üzerine mavi ve lacivert renkleri
uğursuz sayılmıştır. Ahiret inancı bulunmamaktadır.Insanın cezası da mükafatı
da bu dünyada verilmektedir. Onun yerine ruh göçü olarak bilinen Reenkarnasyona
inanırlar. Marul, lahana, börülce, kabak, bakla, fasulye ve balık haram
kılındığı için yenmez. Yeni doğan çocuklar 40 'ıncı günden sonra Şeyh ve
pirlerin katılımıyla Şeyh Adinin mabedindeki zemzem suyunda vaktiz edilirler.
Özellikle Nisan ayının ilk
çarşambası Yeni Yıl kutlanır. O gece
meleklerin bereket dağıttığına inanılır. Yine 6-13 Ekim tarihlerinde Şeyh
Adi'nin biraraya getirdiği cemaatin adına Cemaat Bayramı kutlanmaktadır. Bu
bayrama katılmak hac ibadetine eşdeğer görülür ve her Ezidi için farzdır. Yine
Ezidiler de özellikle ülkemizde alevi mezhebinde de bulunan ahiren kardeşliği
görülür. Her Ezidinin bir ahiren kardeşi ve bacısı bulunmaktadır. Ahiren
kardeşliği karşılıklı sevgiyi ve ölümde yardım etmeyi emreder. Yine Ezidi
toplumunda fakirlere yardım etmeyi dinlerinin gerekli bir hususu olarak
görmektedirler.
Cenazelerde ölünün en kıymetli elbisesini bir
ağaç parçasına giydirdikten sonra etrafında dönerler.Ağlayarak diz dövmek,
zılgıt çekmek ölen kişiyi övücü ağıtlar yakmak geleneklerindendir. Ölüler
şeyhler tarafından yıkanırlar.Ölüye dergahtan getirilen toprak sürülür.
Ölülerine 3'ünde, 7'sinde ve 40'ında anma törenleri düzenlenir. Bugün ülkemizde
de birçok yerde uygulanan bu adetin Ezidilikten Anadoluya yayıldığı
düşünülmektedir.
Ezidi toplumunda kast
sistemi mevcuttur. Bunlar din adamları ve müridlerden oluşur. Din adamları
genel olarak Mirler, Şeyhler, Pirler, Kavallar, Fakirler, Koçaklar ve Çömezler
olarak ayrılırlar. Kadınlarda din adamı olabilirler. Emir, Ezidilerin her
anlamda sözcüsü, temsilcisidir. Veraset sistemiyle başa gelmektedirler. Birini
Ezidilikten çıkarma sadece Mir’in isteğiyle olabilir. Şeyhlerin Şeyh Adi'nin
soyundan geldiğini inanılır. Şeyhlerin altında Pirler yer almaktadır. Görevleri
müridlere yol göstermek ve Şeyhe dini görevlerde yardım etmektir. Ayrıca
tapınağın genel sorumluluğu görevini yürütürler. Dini önderler Şeyhler ve
Pirleri izleyen, Kavallar, yılda bir defa tüm Ezidi cemaatlerini dolaşırlar.
Böylece birbirinden uzak Ezidi bölgelerinde bile birliğin canlı tutulmasını
sağlarlar. Fakirler yılda 92 gün oruç tutar, sert kumaşlar üzerinde yatarlar.
Tıraş olmaları, silah taşımaları ve kan dökmeleri de yasaktır. Sadaka ile
yaşamlarını sürdüren Fakirler toplumda barışı sağlayıcı kişilerdir. Çömezler,
Şeyh Adi türbesinin bakımından sorumludur. Müritler, dini bağlamda en düşük kastta
olmalarına rağmen çiftçilik, hayvancılık, toprak sahipliği, çobanlık,
rençberlik veya yevmiyeli işçilik yaparak toplumun ana direğini
oluşturmaktadırlar. Ana görevleri Şeyhlerine itaat etmek ve vergi vermektir.
Kastlar arası geçiş tamamiyle yasaktır. Din adamları çok eşlilik yapabilirken
müritlere bu yasaktır. Ezidi birisinin Ezidi dışında biriyle evlenmesi yasaktır
ve dinden çıkma sebebidir. yine her mürid bağlı olduğu Şeyh tabakasından
biriyle evlenebilmektedir. Nisan ayından evlilik yasaktır.
Ezidi Olmanın BedeliSonuç olarak, Ezidilik, belli bir cografyaya sıkışmış, semavi dinlerin bazı gerçekleriyle ters düştüğü için yılllarca birçok katliam ( tarihi kayıtlar son IŞİD saldırılarının Ezidilerin tarihte maruz kaldıkları 77'nci katliam olduğunu belirtmektedirler) yaşamış bir kavim dinidir. Haçlı seferlerinden Moğol istilasına, Eyyübi ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından gerçekleştirilen saldırılara kadar birçok zulüme uğramıştır. Bu toplumun son 20 yılına bakmak bile hadisenin ne kadar içler acısı olduğunu göstermektedir. Saddam yönetimi sırasında çoğu kez köyleri boşaltılan, başta eğitim olmak üzere birçok sosyal haktan yoksun bırakılan Ezidiler iki kez Saddam'ın katliamlarıyla yüzyüze gelmişlerdir. Saddam devrildikten sonra bir nebze olsun rahat nefes alan Ezidiler 2007 yılında El-Kaide saldırılarına maruz kalmışlardır. 2011 yılında yine canlı bombalı araç saldırısında Şengal bölgesinde 500 Ezidi hayatını kaybetmiştir. 2014 yılında ise IŞİD'in Şengal'i işgal etmesiyle başlayan süreçte 3000 Ezininin öldüğü, 290 bin Ezidinin göçe zorlandığı, kadınların cariye olarak satıldığı ve 50 bin Ezidinin Şengal Dağlarına sığındığı belirtilmektedir. Huzur içinde yaşayan, dinlerini yayma gibi bir dertleri olmayan bu kadim topluluğun sırf inançları gereği bunca katliama uğramış olması insanoğlunun kötülüğünün en büyük göstergesidir ve bu durumun en kötü yanı zaman ve kişiler değişse de, bu saldırıların yaklaşık 1000 yıl boyunca belli aralıklarla yaşanmış olması ve insanoğlunun farklı dinlere saygı noktasında sınıfta kalmış olmasıdır.
1/24/2019
Söz konusu teoride 'Cehalet gerçek bilginin aksine kişinin kendine olan güvenini arttırır' hipotezinden hareketle yola çıkılmıştır. Bu kapsamda Cornell Üniversitesinde yapılan sosyal deneyde öğrencilerin sınavdan bekledikleri notlar sorulmuştur. Soruların %10'unu bile yanıtlayamayan birçok denek 60 ve üzeri not beklerken, soruların %90'dan fazlasını yanıtlayan denekler 70 ve üzeri beklediklerini söyleyerek en alçakgönüllü grubu oluşturmuşlardır
Birçoğumuz sosyal hayatımızda karşılaştığımız özellikle yönetici ve amir pozisyonundaki bazı bireylerin mevcut kapasiteleriyle nasıl bulundukları konumda olduklarını tartışırız. Hiçbir vasıfa sahip olmayan bu bireylerin kariyerlerinde nasıl bu denli yükseldiklerini merak ederiz. Yetersiz vasıflara sahip bireyler bu durumdan haberdar olmadıkları için karşılarına çıkan fırsatlara bilgi ve tecrübe sahibi olmamalarına karşın büyük bir özgüvenle talip olurlar. Teori bu cesaretin bireylerin cehaletinden kaynaklandığını iddia etmektedir.
Bu tip bireylerle sadece iş dünyasında karşılaşmayız. Sosyal ortamlarda da bu sendromun etkisinde olan birçok insan görürüz. Bu kişiler sözde bilimden felsefeye hukuktan insan ilişkilerine her konuda bilgi sahibidirler. Siz bir konuda ne kadar uzman olursanız olun onlar kadar bilmeniz mümkün değildir. En küçük bir donesi olmamasına rağmen sürekli gelecekle ilgili net tahminlerde bulunurlar. Lugatlarında bilmiyorum kelimesi yoktur. Hiçbir şekilde haklılığınızı kabul etmezler. Elde ettikleri en küçük bir başarıyı ya da yaptıkları en küçük bir iyiliği sürekli abartarak anlatmaktan çekinmezler. Aslında baktığımızda bu kişiler büyük bir psikolojik rahatsızlık içindedirler ve bu dengesiz davranışlarının farkında olmadan hayatlarına devam ederler. Bu rahatsızlık memurundan, sanatçısına, siyasetçisinden bilim adamına kadar çok geniş bir kesimi etkilemektedir.
Justin Kruger ve David Dunning tarafından geliştirilen bu teori günümüz iş ve siyaset dünyasının en büyük problemlerinden...
DUNNING KRUGER SENDROMU (CAHİL CESARETİ)
Justin Kruger ve David
Dunning tarafından geliştirilen bu teori günümüz iş ve siyaset dünyasının en
büyük problemlerinden birini çok açık şekilde gözler önüne sermektedir. Bu
probleme halk tabiriyle Cahil Cesareti diyoruz. Aslında hepimiz tarafından
bilinen bu gerçek çok güzel örneklemelerle bilimsel bir araştırmanın konusu
olmuş ve 2000 yılında araştırmacılarına Nobel Ödülü kazandırmıştır. Peki nedir
bu cahil cesareti?
Söz konusu teoride 'Cehalet gerçek bilginin aksine kişinin kendine olan güvenini arttırır' hipotezinden hareketle yola çıkılmıştır. Bu kapsamda Cornell Üniversitesinde yapılan sosyal deneyde öğrencilerin sınavdan bekledikleri notlar sorulmuştur. Soruların %10'unu bile yanıtlayamayan birçok denek 60 ve üzeri not beklerken, soruların %90'dan fazlasını yanıtlayan denekler 70 ve üzeri beklediklerini söyleyerek en alçakgönüllü grubu oluşturmuşlardır
Birçoğumuz sosyal hayatımızda karşılaştığımız özellikle yönetici ve amir pozisyonundaki bazı bireylerin mevcut kapasiteleriyle nasıl bulundukları konumda olduklarını tartışırız. Hiçbir vasıfa sahip olmayan bu bireylerin kariyerlerinde nasıl bu denli yükseldiklerini merak ederiz. Yetersiz vasıflara sahip bireyler bu durumdan haberdar olmadıkları için karşılarına çıkan fırsatlara bilgi ve tecrübe sahibi olmamalarına karşın büyük bir özgüvenle talip olurlar. Teori bu cesaretin bireylerin cehaletinden kaynaklandığını iddia etmektedir.
Özellikle iş hayatında çok
bilgili olduğuna inanan bu yetersiz kişilerin sürekli kendilerini ön plana
çıkarmaya çalıştıklarını, yaptıkları küçük ve değersiz işleri büyük bir
başarıymış gibi gösterdiklerini, hiçbir endişe yaşamadan en ufak bilgi ve
tecrübelerinin olmadığı işlere talip olduklarını ve böylece kolaylıkla amir
pozisyonundaki kişilerin kendilerine bakış açılarını olumlu yönde
etkilediklerini görürüz. Kısacası bu cahil cesareti bireyde inanılmaz bir
özgüven itici güç oluşturur. Böyle kişiler için toplumda kifayetsiz muhteris
tabiri kullanılmaktadır.
Diğer yandan gerçek anlamda bilgi birikimi ve tecrübeye sahip bireylerin daha mütevazi olduklarına ve yaptıkları önemli işleri sıradan görme eğilimi gösterdiklerine şahit oluruz. Üstlerince takdir edilmeyi bekleyen bu bireyler zamanla değer görmediklerini düşünür ve iş motivasyonunu kaybederler. Bundan dolayı amirleri tarafından işin üstesinden gelecek bireyler olarak görülmediklerinden önemli görevlere layık görülmezler ve teoriye göre amirleri tarafından ihtiras eksikliği ile suçlanırlar.
Diğer yandan gerçek anlamda bilgi birikimi ve tecrübeye sahip bireylerin daha mütevazi olduklarına ve yaptıkları önemli işleri sıradan görme eğilimi gösterdiklerine şahit oluruz. Üstlerince takdir edilmeyi bekleyen bu bireyler zamanla değer görmediklerini düşünür ve iş motivasyonunu kaybederler. Bundan dolayı amirleri tarafından işin üstesinden gelecek bireyler olarak görülmediklerinden önemli görevlere layık görülmezler ve teoriye göre amirleri tarafından ihtiras eksikliği ile suçlanırlar.
Yapılan araştırmalarda bu sendromun etkisinde
kalan bireylerin ortak özellikleri
sıralanmıştır.
- Niteliksiz olduklarının farkında değillerdir.
- Niteliklerini sürekli olarak abartırlar.
- Nitelikli insanları farketmede zayıf kalırlar.
- Eğitim almaya başladıklarında niteliksiz olduklarını farketmeye başlarlar.
- Bilgiye ve eğitime önem vermezler.
- Herşeyin en iyisini kendilerinin bildiklerini iddia ederler.
- Çok fazla gürültü çıkararak stress yaratırlar.
- Fikir alışverişi ve kendilerine yardım edilmesine karşıdırlar.
- Her ihtimali hesaplamış gibi davranırlar.
- Çok kolay yalan söyler ve söylediklerini inkar ederler.
- Başarısız oldukları zaman hemen bir günah keçisi bulurlar ve suçu kabullenmezler.
- Üstlerine dalkavukça astlarına zalimce davranırlar
Bu tip bireylerle sadece iş dünyasında karşılaşmayız. Sosyal ortamlarda da bu sendromun etkisinde olan birçok insan görürüz. Bu kişiler sözde bilimden felsefeye hukuktan insan ilişkilerine her konuda bilgi sahibidirler. Siz bir konuda ne kadar uzman olursanız olun onlar kadar bilmeniz mümkün değildir. En küçük bir donesi olmamasına rağmen sürekli gelecekle ilgili net tahminlerde bulunurlar. Lugatlarında bilmiyorum kelimesi yoktur. Hiçbir şekilde haklılığınızı kabul etmezler. Elde ettikleri en küçük bir başarıyı ya da yaptıkları en küçük bir iyiliği sürekli abartarak anlatmaktan çekinmezler. Aslında baktığımızda bu kişiler büyük bir psikolojik rahatsızlık içindedirler ve bu dengesiz davranışlarının farkında olmadan hayatlarına devam ederler. Bu rahatsızlık memurundan, sanatçısına, siyasetçisinden bilim adamına kadar çok geniş bir kesimi etkilemektedir.
Sonuç olarak, bu sendromun
etkisindeki insanların elde ettikleri konumlar ve çıktıkları kariyer
basamakları, yaratıcılık ve verimlilik anlamında bulundukları çevreye büyük
zararlar vermektedir. Az okuyan ve eğitim seviyesi düşük toplumlarda bu
sendromun görülme olasılığı daha yüksektir. Özellikle siyaset alanında önemli
makamlara gelen yetersiz bireylerin ülkelerine ne denli zarar verdikleri net
şekilde görülmektedir. Şuan mevcut Venezuella'da yaşanan süreç bu hususa iyi
bir örnek teşkil etmektedir. Malesef geçmişten günümüze ülkemiz açısından değerlendirildiğinde
de durum pek parlak gözükmemektedir. Bu açıdan kaliteli eğitime gerekli özenin
gösterilmesi, liyakat kriterlerinin net çizgilerle belirlenmesi, bireylerin
yeterli olduğu konularda gerekli özgüvene sahip olması noktasında motive edilmesi
ve yeterliliklerine istinaden ön planda olma gayretleri bu sendromun etkilerini
büyük oranda azaltacaktır. Ünlü düşünür Bertrand RusselI'ın sözü bu konuyu net
bir şekilde özetlemektedir;
"Dünyanın en büyük
problemi, akılsız ve fanatik kişilerin kendilerinden son derece emin olması,
buna karşılık zeki insanların sürekli şüpheler içinde olmasıdır."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
POPÜLER YAZILAR
SON YAZILAR
Popüler Yayınlar
-
Kalaşlar, krizin ve çatışmaların kol gezdiği Afganistan ve Pakistan ülkelerinin sınırında, üç bin metre yükseklikteki ...
-
Rüyanızda tehlikeler içindeyseniz, dönün ve onunla yüzleşin. Eğer rüyanızda size zevk sunuluyorsa , durmayın kabul edin. Eğer biri s...
-
Nuh Tufanının dünya üzerinde yarattığı büyük yıkımdan sonra tekrar biraraya gelen ve yükselişe geçen insanoğlunun bir sembolü olan Bab...