4/24/2019
Reenkarnasyon, ya da ruh göçü olarak da bildiğimiz olay, öldükten sonra ruhumuzun başka bir bedende yeniden canlanması ve ha...
RUHUN ÖLÜMSÜZLÜĞÜ: REENKARNASYON
Reenkarnasyon, ya da ruh göçü olarak da bildiğimiz olay, öldükten sonra
ruhumuzun başka bir bedende yeniden canlanması ve hayatına devam etmesi
sürecidir. Semavi dinler tarafından reddedilen reenkarnasyon olgusu, bu
dinlerden ortaya çıkan bazı mezhep ve inanışlar ile birçok antik Asya
dinlerinde çok önemli bir yere sahiptir. Özellikle Şamanizm, Budizm ve Hinduizm
dinlerinde ruh göçü bu inançların dünya yaşamına bakış açısını yansıtmaktadır.
Yapılan araştırmalarda, dünya üzerinde bir milyardan fazla kişinin reenkarnasyon
sürecine inandığı belirtilmektedir. Ünlü filozoflardan Platon ve Pisagor'un
eserlerinde yer verdiği reenkarnasyon olgusunun geçmişi, Antik Mısır, Kent,
Maya ve İskandinavya gibi çok eski medeniyetlere kadar dayanmaktadır. Günümüzde
insanların reenkarnasyona karşı olan ilgileri öyle boyutlara ulaşmıştır ki,
özellikle meditasyon, regresyon ve hipnoz terapileri adı altında kişiler önceki
yaşamlarına ait izler bulmaya çalışmaktadır. Peki reenkarnasyondaki gibi ruh
ölümsüz mü? Yoksa bilinçaltımız tarafından uydurulan sahte hayaller mi?
Metafizik öğelerin etkisi var mı?
Dinlerin Reenkarnasyona Bakış Açısı
Öncelikle dinlerin ve inanç sistemlerinin reenkarnasyona bakış açısını inceleyelim. İslamiyete göre; insanların öldükten sonra tekrar kıyamet günü diriltileceği, bu dirilmenin bir defaya mahsus olacağı ve ölümden sonra kişinin tekrar dünyaya gelmesinin mümkün olmayacağı inancı yer alır. (Mümin Suresi 99-100) Ancak İslamiyeti ve ayetleri yeniden yorumlayan Batiniler mezhebi, bazı ayetlerde reenkarnasyonun inancının üstü kapalı ve şifreli olarak verildiğine inanırlar. (Vakıa 60-61) Yine Nusayriler, Dürziler ve Yezidiler ile birlikte azınlıkta olsa, islam tasavvufunda reenkarnasyona ait bir takım inanış ve izler bulunmaktadır.
Hristiyanlıkta da özellikle Katolik kiliseleri reenkarnasyon inancına karşı çıkarlar. Ruhun bir başka canlıya aktarılamayacağı, öldükten sonra hesap gününe kadar bekletileceği ve sonrasında yargılama olacağı görüşüne inanılır. Ancak özellikle 19'uncu yüzyıldan sonra ortaya çıkmış olan Hristiyan temelli tarikat ve mezheplerde (Hristiyan Ruhsal Hareketi, Liberal Katolik Kilisesi, New Age Hristiyanları) ruh göçü kavramı geniş kabul görmüştür. Onlara göre reenkarnasyon kavramı hristiyanlıkta var olmakla birlikte zamanla İncil'in değiştirilmesiyle kutsal metinlerden çıkarılmıştır. Yine gelenekselci Museviler reenkarnasyon olgusuna karşı çıkarlar. Ancak en eski Yahudi topluluklarından biri olan ve dağlarda kendilerini herkesten soyutlamış olarak yaşamış olan Essenilerin kutsal metinlerinde ruh göçü kavramı ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Bazı Yahudiler ilk insan olan Ademin ruhunun daha sonra Nuh, İbrahim ve Musa peygamberde tekrar hayat bulduğuna inanırlar.
Diğer taraftan reenkarnasyonu inanışlarının temel felsefesi olarak savunan dinler mevcuttur. Şamanizmde insanın 7 canlı olduğu ve öldükten sonra ruhun, ruhlar diyarına geçtiği ve yeniden doğum için hazırlık yaptığına, Kızılderelilerde ise insanın öldüğünde ruhunun kurt alemine giderken gölgesini yeryüzünde bıraktığına inanılır. Gölge ile ruh tekrar birleştiğinde insanın yeniden doğuşu gerçekleşir. Yine Budizmde, reenkarnasyon sürecinin bir çark gibi sürekli devam ettiğine inanılmaktadır. İnanışa göre; bütün dünyevi zevklerden uzak durabilen bireyler bu reenkarnasyon çarkından kurtulur ve nirvanaya ulaşır.
Hinduizm de ise, yaşamın temel felsefesi; insan ruhunun ölümsüz ve yüce ruh olan BrahmaN ile birleşmesidir. Bu birleşim gerçekleşmeden önce, ruh birçok yolculuğa çıkar ve bu süreçte kimi zaman bir insan bedeninde kimi zaman ise bir hayvan bedeninde (tenasüh) yeniden hayat bulur. Bu yeniden doğuş şekli tamamıyle önceki yaşamındaki günahlarıyla ilgilidir. Eğer kişi günahkar olarak yaşamışsa, dünyaya tekrar geldiğinde bir köpek olarak gelir. Bunun tam tersi erdemli bir hayat yaşadığında kutsal sayılan inek biçiminde ya da kast sisteminin en üst tabakası olan Brahman olarak dünyaya gelebilir. Bütün bu yeniden doğuşlara 'Sansara'nın Tekerleği' ismi verilir. Günümüzde de reenkarnasyonu kabul eden birçok inanç sistemi, tarikat ve felsefi akım mevcuttur.
Reenkarnasyona Bilimsel Yaklaşım
Bilimsel olarakta reenkarnasyon üzerine araştırma yapan birçok bilim adamı ve spiritualist bulunmaktadır. Reenkarnasyonu bilimsel olarak inceleyen ilk bilim insanı Thomas Huxley'dir. Ancak Huxley'in çalışmaları daha çok teorik aşamada kalmıştır. Reenkarnasyonu bilimsel olarak en ayrıntılı inceleyen ve günümüzde bu kadar popüler olmasını sağlayan bilim adamı ise Psikiyatrist Ian Stevenson'dur. Stevenson kırk yıl boyunca sürdürdüğü çalışmalarını genellikle reenkarnasyon olgusuna inanan ülkelerdeki çocuklar üzerine yoğunlaştırmış ve 2000 fazla denek (Adanalı Adnan vakası da bunlardan biridir) üzerinde çalışmalar yapmıştır. Çalışmalarında çok dikkat çeken sonuçlara ulaşmıştır. Deneklerin geçmiş hayatlarına ait anlatıkları birçok hususun doğru olduğunu tespit etmiştir. Yine bazı deneklerde önceki yaşamlarında ölümlerine sebep olan yaraların doğum lekesi olarak tekrar ortaya çıktığını otopsi raporlarından da yararlanarak gözlemlemiştir. Çok ilgi çeken tespitlerinden biri de, önceki yaşamdaki kronik rahatsızlıkların yeni bedende de devam ettiğine dair yaptığı araştırmalar olmuştur. (20 Açık Reenkarnasyon Vakası, Reenkarnasyon ve Biyoloji: Doğum İşaretlerinin Etiyolojisine Bir Katkı Cilt 1-2, Doğum İşaretleri ve Diğer Anormallikler, Batıda yaşanan 6 Reenkarnasyon Vakası başlıca eserleridir.)
Ian Stevenson'un en çarpıcı örneği Beyrutlu bir çocuk üzerinde yaptığı çalışmadır. Bu Beyrutlu çocuk, önceki yaşamında bir motor ustası olduğunu, 25 yaşındayken plaj yolunda hız sınırını aşan bir arabanın kendine çarpması sonucu öldüğünü anlatmıştır. Ayrıca bu denek kendisine vuran araç sürücüsünün ve aile bireylerinin isimleri ile aile üyeleri ile geçmişte yaşadığı önemli olaylar hakkında bilgi vermiştir. Stevenson tarafından yapılan incelemede çocuğun anlattığı bütün hususların tamamen doğru olduğu, anlattığı şahsın Beyrutlu çocuğun doğumundan 2 yıl önce öldüğü ve iki aile arasında hiçbir bağın bulunmadığı tespit edilmiştir.
Yaptığı çalışmalarla bilime birçok katkı sunan Doktor Carl Sagan birçok bilim çevresi tarafından kuşkuyla yaklaşılan reenkarnasyon olayının daha ayrıntılı ele alınması gerektiğini belirtmiştir. Ünlü araştırmacılardan Jim Tucker, bilincin kuantum ve atom altı seviyelerde bir enerji olması sebebiyle asla kaybolmadığına vurgu yapmıştır. Yine Amerikalı bir tıp doktoru olan Robert Ranza ölümden sonra bilinç ya da ruh olarak tabir ettiğimiz olgunun atom altı parçacıklar vasıtasıyla evrende yol alacağını ve kimi zaman yeni bedenlere girebileceğini iddia etmektedir. Kuantum mekaniğinin babası olan Max Plank da bilincin, fiziksel beyinden bağımsız olduğunu ve öldükten sonra kaybolmadığını belirtmiş, reenkarnasyon olaylarının da yeni bir beyinle etkileşime giren bu bilincin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olabileceğini ve bu bilincin etkileşime geçtiği yeni beyinde yaşanmış gibi anılar oluşturabileceğini savunmuştur.
Doktor Sam Parnia'da insanların ölüm deneyimleri üzerine çalışmalar
yapmıştır. Yaptığı çalışmaların birinde kalbi duran 57 yaşındaki bir deneğin 3
dakika boyunca yapılan kalp masajının ardından kalbinin tekrar çalıştırıldığını
gözlemlemiştir.Bu durumun ilginç yanı ise, kişinin bu 3 dakikalık süreçte olup
biteni eksiksiz şekilde hatırlaması ve anlatması olmuştur. Kalbin atmadığı
süreçte bilincin hala aktif olmasını birçok bilim adamı ruhun ölümsüzlüğü
olarak değerlendirilmiştir. Kuantum Bilinç Teorisi üzerine yapılan çalışmaların
ilerlemesiyle ruh ve bilinç üzerinde yeni teori ve varsayımlar ortaya
konulacağı aşikardır.
Dünyayı Hayrete Düşüren Titu Singh'in Hikayesi
Reenkarnasyon konusunda dünyaca ünlü bir diğer örnek 2.5 yaşında olan ve BBC'de belgeseli yayınlanan Titu Sing isimli bir Hintli çocuktur. Titu konuşmaya başladığı zamanlardan itibaren ailesine önceki yaşamından kesitlerden ve Agra şehrindeki evleri hakkında bilgiler vermeye başlar. Konuşma yeteneği arttıkça önceki yaşamı hakkında daha detaylı bilgiler vermeye devam eder. Eski isminin Sureys Vermo olduğunu, Ume isimli karısından iki çocuğunun olduğunu ve bir radyo tamircisi olarak çalıştığından bahseder. Başta ailesi tarafından dikkate alınmayan Titu, eski hayatında vurularak öldürüldüğünü ve cesedinin nehire atıldığını söylemesi üzerine bu ailede şok etkisi yaratır. Kendi ailelerinin bir parçası gibi davranmayan Titu'nun söylediklerini araştırmak için abisini Agra şehrine yollarlar. Agra şehrine giden Titu'nun abisi Uma adında 2 çocuk annesi olan dul bir kadınla karşılaşır. Daha ilginç olan ise, bu kadının Sureyş radyo isimli bir dükkanı işletmesidir.
Uma isimli kadın Titu'nun abisini dinledikten sonra onu görmek istediğini belirtir. Abisi Titu'yu alarak Agra şehrinde bulunan söz konusu radyo dükkanına getirir. Titu karısını ve kendinden yaşça büyük olan çocuklarını hemen tanır. Ayrıca dükkandaki değişikliklerden ve karısıyla bahçelerine gömdükleri altınlardan bahseder. Bunları duyan Uma büyük bir şok yaşar. Çünkü Titu'nun anlattığı herşey ekiksiz doğrudur. Çok daha ilginci ise, öldürülen Sureyş Vermonun otopsi raporları incelendiğinde ortaya çıkar. Otopsi raporunda sağ şakağından giren bir kurşunun kafatasının solundan çıktığı belirtilmektedir. Titunun kafasında da kurşunun çıktığı yerde yara izi olduğu görülür. Zamanla hatırladığı şeyler artan Titu ölümüne ait daha detaylı bilgiler vermeye başlar. Normalde Sureyş Vermo'nun kimin tarafından öldürüldüğü bulunamamış ve dosya rafa kaldırılmıştır. Titu'nun yeni şeyler hatırlaması üzerine dosya tekrar açılır ve ilerleyen süreçte Titu kendisini kimin öldürdüğünü hatırlar ve bu isimi mahkemeyle paylaşır. Bu şahıs apar topar yakalanarak sorguya alınır ve Titu ile yüzleştirilir. Titu'nun anlattıklarından sonra şoka giren şahıs cinayeti işlediğini itiraf eder. Bu olay dünyada büyük bir ilgi çekmiş olsa da, kimileri tarafından ise bir kurgu olduğu düşünülmektedir. Dünyada buna benzer daha birçok çarpıcı reenkarnasyon vakası bulunmaktadır.
Reenkarnasyon ve Cinler
Özellikle müslüman ülkelerde reenkarnasyonla ilgili ortaya atılan bir diğer iddia çok dikkat çekicidir. Kuranda yeri olan ve enerji oldukları belirtilen cinlerin insanların vücuduna girerek birçok ruhsal ve bedensel hastalıklara sebep oldukları bilinmektedir. Panik atak, gögüs daralması, epilepsi, şizofren, migren ve alzaymır gibi pek çok önemli hastalıkların cinlerin insanlara verdikleri başlıca zararlar olduğu iddia edilmektedir. Yani, özellikle sinirsel rahatsızlıkların birçoğunun cin kaynaklı olduğu hususuna inananların sayısı yadsınamayacak seviyededir. Ülkemizde de özellikle ruhsal problemlerine tıpta çare bulamayan birçok insan rukye ve medyum olan kişilerden çare aramaktadır. Yine cinleri kullanarak insanlara zarar vermeye çalışan, büyü yaptıran ve onları kontrol etmeye ve iletişime geçmeye çalışan birçok insan bulunmaktadır.
Cinlerin enerjiden meydana geldikleri, çok kolay ve hızlı mekan değiştirebildikleri ve çok uzun süre yaşadıklarına inanılır. Cinlerle iletişime geçen insanlar, kimi cinlerin binlerce yıl yaşadığını ve tarihe tanıklık ettiklerini belirtirler. Reenkarnasyon olayının da cinlerin bir eseri olduğunu iddia edilmektedir. İnsanların tüm yaptıklarını izleyebilen ve zihinlerine giren cinler, kişi öldükten sonra özellikle anne karnından itibaren başka çocukların vücuduna girip onlarla yaşamaya başlarlar. Çocuğun aklı başına gelmeye başladığında bilincine etki eden cinlerin 'Sen yeni bir bedendesin, önceki hayatında aslında şuydun, şurada yaşıyordun' gibi telkinlerde bulunduğu ve rüyalarını bu yönden etkilediğinden bahsedilir. Yani reenkarnasyonla yeniden doğduğunu iddia edenlere veri akışı ona etki eden cinler tarafından sağlanmaktadır. Özellikle şizofren hastalıklarında kişinin kendini tarihteki ünlü biri (Atatürk, Hitler, Hz İsa vb.) olarak görmesinin de yine cinlerin insanlar üzerindeki etkilerinin bir sonucu olduğuna inanılmaktadır. Kişinin bilinç ve bilinçaltını ele geçiren cinlerin kişiyi istediği kişinin profiline sokabileceği iddia edilmektedir.
Sonuç olarak, Reenkarnasyon olgusu gerek yaşanmış vakalar üzerinde gerçekleştirilen incelemeler, gerek bu konuda yapılan bilimsel çalışmaların bir sonucu olarak insanlarda en çok merak uyandıran gizemlerden birisi olarak popülaritesini korumaktadır. Öyle ki, ruhların sürekli yeni bedenlerde tekrar doğduğuna inanan insanlar, bir önceki yaşamlarında kim ve ne konumda olduklarını hipnoz ve regresyon terapileri ile aracılığıyla öğrenmeye çalışmaktadır. Yine reenkarnasyona şüphe bırakmayacak şekilde inanan kimi insanlar, ruhunun tekrar doğacağına olan inançları sebebiyle mutsuz olduklarını düşündükleri hayatlarına son verebilmektedir. Reenkarnasyonla geldiğine inanılan yara ve lekeler, öldükten sonra bilinç ve ruhun yolculuğu, ölüm deneyimleri, dünyaya birden fazla kez geldiğini iddia edenler kişiler, metafizik öğelerin, bilinçaltının ve rüyaların etkisi, dinlerin reddetmesine rağmen yaşanan tüyler ürpertici vakalar, olayın deneysel olarak test edilememesi, bütün bu olayların tamamen kurgu olduğunu düşünenler... Kısacası, reenkarnasyon daha uzun bir süre insanların kafasında büyük bir bilmece olarak yer etmeye devam edecektir.
Dinlerin Reenkarnasyona Bakış Açısı
Öncelikle dinlerin ve inanç sistemlerinin reenkarnasyona bakış açısını inceleyelim. İslamiyete göre; insanların öldükten sonra tekrar kıyamet günü diriltileceği, bu dirilmenin bir defaya mahsus olacağı ve ölümden sonra kişinin tekrar dünyaya gelmesinin mümkün olmayacağı inancı yer alır. (Mümin Suresi 99-100) Ancak İslamiyeti ve ayetleri yeniden yorumlayan Batiniler mezhebi, bazı ayetlerde reenkarnasyonun inancının üstü kapalı ve şifreli olarak verildiğine inanırlar. (Vakıa 60-61) Yine Nusayriler, Dürziler ve Yezidiler ile birlikte azınlıkta olsa, islam tasavvufunda reenkarnasyona ait bir takım inanış ve izler bulunmaktadır.
Hristiyanlıkta da özellikle Katolik kiliseleri reenkarnasyon inancına karşı çıkarlar. Ruhun bir başka canlıya aktarılamayacağı, öldükten sonra hesap gününe kadar bekletileceği ve sonrasında yargılama olacağı görüşüne inanılır. Ancak özellikle 19'uncu yüzyıldan sonra ortaya çıkmış olan Hristiyan temelli tarikat ve mezheplerde (Hristiyan Ruhsal Hareketi, Liberal Katolik Kilisesi, New Age Hristiyanları) ruh göçü kavramı geniş kabul görmüştür. Onlara göre reenkarnasyon kavramı hristiyanlıkta var olmakla birlikte zamanla İncil'in değiştirilmesiyle kutsal metinlerden çıkarılmıştır. Yine gelenekselci Museviler reenkarnasyon olgusuna karşı çıkarlar. Ancak en eski Yahudi topluluklarından biri olan ve dağlarda kendilerini herkesten soyutlamış olarak yaşamış olan Essenilerin kutsal metinlerinde ruh göçü kavramı ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Bazı Yahudiler ilk insan olan Ademin ruhunun daha sonra Nuh, İbrahim ve Musa peygamberde tekrar hayat bulduğuna inanırlar.
Diğer taraftan reenkarnasyonu inanışlarının temel felsefesi olarak savunan dinler mevcuttur. Şamanizmde insanın 7 canlı olduğu ve öldükten sonra ruhun, ruhlar diyarına geçtiği ve yeniden doğum için hazırlık yaptığına, Kızılderelilerde ise insanın öldüğünde ruhunun kurt alemine giderken gölgesini yeryüzünde bıraktığına inanılır. Gölge ile ruh tekrar birleştiğinde insanın yeniden doğuşu gerçekleşir. Yine Budizmde, reenkarnasyon sürecinin bir çark gibi sürekli devam ettiğine inanılmaktadır. İnanışa göre; bütün dünyevi zevklerden uzak durabilen bireyler bu reenkarnasyon çarkından kurtulur ve nirvanaya ulaşır.
Hinduizm de ise, yaşamın temel felsefesi; insan ruhunun ölümsüz ve yüce ruh olan BrahmaN ile birleşmesidir. Bu birleşim gerçekleşmeden önce, ruh birçok yolculuğa çıkar ve bu süreçte kimi zaman bir insan bedeninde kimi zaman ise bir hayvan bedeninde (tenasüh) yeniden hayat bulur. Bu yeniden doğuş şekli tamamıyle önceki yaşamındaki günahlarıyla ilgilidir. Eğer kişi günahkar olarak yaşamışsa, dünyaya tekrar geldiğinde bir köpek olarak gelir. Bunun tam tersi erdemli bir hayat yaşadığında kutsal sayılan inek biçiminde ya da kast sisteminin en üst tabakası olan Brahman olarak dünyaya gelebilir. Bütün bu yeniden doğuşlara 'Sansara'nın Tekerleği' ismi verilir. Günümüzde de reenkarnasyonu kabul eden birçok inanç sistemi, tarikat ve felsefi akım mevcuttur.
Reenkarnasyona Bilimsel Yaklaşım
Bilimsel olarakta reenkarnasyon üzerine araştırma yapan birçok bilim adamı ve spiritualist bulunmaktadır. Reenkarnasyonu bilimsel olarak inceleyen ilk bilim insanı Thomas Huxley'dir. Ancak Huxley'in çalışmaları daha çok teorik aşamada kalmıştır. Reenkarnasyonu bilimsel olarak en ayrıntılı inceleyen ve günümüzde bu kadar popüler olmasını sağlayan bilim adamı ise Psikiyatrist Ian Stevenson'dur. Stevenson kırk yıl boyunca sürdürdüğü çalışmalarını genellikle reenkarnasyon olgusuna inanan ülkelerdeki çocuklar üzerine yoğunlaştırmış ve 2000 fazla denek (Adanalı Adnan vakası da bunlardan biridir) üzerinde çalışmalar yapmıştır. Çalışmalarında çok dikkat çeken sonuçlara ulaşmıştır. Deneklerin geçmiş hayatlarına ait anlatıkları birçok hususun doğru olduğunu tespit etmiştir. Yine bazı deneklerde önceki yaşamlarında ölümlerine sebep olan yaraların doğum lekesi olarak tekrar ortaya çıktığını otopsi raporlarından da yararlanarak gözlemlemiştir. Çok ilgi çeken tespitlerinden biri de, önceki yaşamdaki kronik rahatsızlıkların yeni bedende de devam ettiğine dair yaptığı araştırmalar olmuştur. (20 Açık Reenkarnasyon Vakası, Reenkarnasyon ve Biyoloji: Doğum İşaretlerinin Etiyolojisine Bir Katkı Cilt 1-2, Doğum İşaretleri ve Diğer Anormallikler, Batıda yaşanan 6 Reenkarnasyon Vakası başlıca eserleridir.)
Ian Stevenson'un en çarpıcı örneği Beyrutlu bir çocuk üzerinde yaptığı çalışmadır. Bu Beyrutlu çocuk, önceki yaşamında bir motor ustası olduğunu, 25 yaşındayken plaj yolunda hız sınırını aşan bir arabanın kendine çarpması sonucu öldüğünü anlatmıştır. Ayrıca bu denek kendisine vuran araç sürücüsünün ve aile bireylerinin isimleri ile aile üyeleri ile geçmişte yaşadığı önemli olaylar hakkında bilgi vermiştir. Stevenson tarafından yapılan incelemede çocuğun anlattığı bütün hususların tamamen doğru olduğu, anlattığı şahsın Beyrutlu çocuğun doğumundan 2 yıl önce öldüğü ve iki aile arasında hiçbir bağın bulunmadığı tespit edilmiştir.
Yaptığı çalışmalarla bilime birçok katkı sunan Doktor Carl Sagan birçok bilim çevresi tarafından kuşkuyla yaklaşılan reenkarnasyon olayının daha ayrıntılı ele alınması gerektiğini belirtmiştir. Ünlü araştırmacılardan Jim Tucker, bilincin kuantum ve atom altı seviyelerde bir enerji olması sebebiyle asla kaybolmadığına vurgu yapmıştır. Yine Amerikalı bir tıp doktoru olan Robert Ranza ölümden sonra bilinç ya da ruh olarak tabir ettiğimiz olgunun atom altı parçacıklar vasıtasıyla evrende yol alacağını ve kimi zaman yeni bedenlere girebileceğini iddia etmektedir. Kuantum mekaniğinin babası olan Max Plank da bilincin, fiziksel beyinden bağımsız olduğunu ve öldükten sonra kaybolmadığını belirtmiş, reenkarnasyon olaylarının da yeni bir beyinle etkileşime giren bu bilincin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olabileceğini ve bu bilincin etkileşime geçtiği yeni beyinde yaşanmış gibi anılar oluşturabileceğini savunmuştur.
Dünyayı Hayrete Düşüren Titu Singh'in Hikayesi
Reenkarnasyon konusunda dünyaca ünlü bir diğer örnek 2.5 yaşında olan ve BBC'de belgeseli yayınlanan Titu Sing isimli bir Hintli çocuktur. Titu konuşmaya başladığı zamanlardan itibaren ailesine önceki yaşamından kesitlerden ve Agra şehrindeki evleri hakkında bilgiler vermeye başlar. Konuşma yeteneği arttıkça önceki yaşamı hakkında daha detaylı bilgiler vermeye devam eder. Eski isminin Sureys Vermo olduğunu, Ume isimli karısından iki çocuğunun olduğunu ve bir radyo tamircisi olarak çalıştığından bahseder. Başta ailesi tarafından dikkate alınmayan Titu, eski hayatında vurularak öldürüldüğünü ve cesedinin nehire atıldığını söylemesi üzerine bu ailede şok etkisi yaratır. Kendi ailelerinin bir parçası gibi davranmayan Titu'nun söylediklerini araştırmak için abisini Agra şehrine yollarlar. Agra şehrine giden Titu'nun abisi Uma adında 2 çocuk annesi olan dul bir kadınla karşılaşır. Daha ilginç olan ise, bu kadının Sureyş radyo isimli bir dükkanı işletmesidir.
Uma isimli kadın Titu'nun abisini dinledikten sonra onu görmek istediğini belirtir. Abisi Titu'yu alarak Agra şehrinde bulunan söz konusu radyo dükkanına getirir. Titu karısını ve kendinden yaşça büyük olan çocuklarını hemen tanır. Ayrıca dükkandaki değişikliklerden ve karısıyla bahçelerine gömdükleri altınlardan bahseder. Bunları duyan Uma büyük bir şok yaşar. Çünkü Titu'nun anlattığı herşey ekiksiz doğrudur. Çok daha ilginci ise, öldürülen Sureyş Vermonun otopsi raporları incelendiğinde ortaya çıkar. Otopsi raporunda sağ şakağından giren bir kurşunun kafatasının solundan çıktığı belirtilmektedir. Titunun kafasında da kurşunun çıktığı yerde yara izi olduğu görülür. Zamanla hatırladığı şeyler artan Titu ölümüne ait daha detaylı bilgiler vermeye başlar. Normalde Sureyş Vermo'nun kimin tarafından öldürüldüğü bulunamamış ve dosya rafa kaldırılmıştır. Titu'nun yeni şeyler hatırlaması üzerine dosya tekrar açılır ve ilerleyen süreçte Titu kendisini kimin öldürdüğünü hatırlar ve bu isimi mahkemeyle paylaşır. Bu şahıs apar topar yakalanarak sorguya alınır ve Titu ile yüzleştirilir. Titu'nun anlattıklarından sonra şoka giren şahıs cinayeti işlediğini itiraf eder. Bu olay dünyada büyük bir ilgi çekmiş olsa da, kimileri tarafından ise bir kurgu olduğu düşünülmektedir. Dünyada buna benzer daha birçok çarpıcı reenkarnasyon vakası bulunmaktadır.
Reenkarnasyon ve Cinler
Özellikle müslüman ülkelerde reenkarnasyonla ilgili ortaya atılan bir diğer iddia çok dikkat çekicidir. Kuranda yeri olan ve enerji oldukları belirtilen cinlerin insanların vücuduna girerek birçok ruhsal ve bedensel hastalıklara sebep oldukları bilinmektedir. Panik atak, gögüs daralması, epilepsi, şizofren, migren ve alzaymır gibi pek çok önemli hastalıkların cinlerin insanlara verdikleri başlıca zararlar olduğu iddia edilmektedir. Yani, özellikle sinirsel rahatsızlıkların birçoğunun cin kaynaklı olduğu hususuna inananların sayısı yadsınamayacak seviyededir. Ülkemizde de özellikle ruhsal problemlerine tıpta çare bulamayan birçok insan rukye ve medyum olan kişilerden çare aramaktadır. Yine cinleri kullanarak insanlara zarar vermeye çalışan, büyü yaptıran ve onları kontrol etmeye ve iletişime geçmeye çalışan birçok insan bulunmaktadır.
Cinlerin enerjiden meydana geldikleri, çok kolay ve hızlı mekan değiştirebildikleri ve çok uzun süre yaşadıklarına inanılır. Cinlerle iletişime geçen insanlar, kimi cinlerin binlerce yıl yaşadığını ve tarihe tanıklık ettiklerini belirtirler. Reenkarnasyon olayının da cinlerin bir eseri olduğunu iddia edilmektedir. İnsanların tüm yaptıklarını izleyebilen ve zihinlerine giren cinler, kişi öldükten sonra özellikle anne karnından itibaren başka çocukların vücuduna girip onlarla yaşamaya başlarlar. Çocuğun aklı başına gelmeye başladığında bilincine etki eden cinlerin 'Sen yeni bir bedendesin, önceki hayatında aslında şuydun, şurada yaşıyordun' gibi telkinlerde bulunduğu ve rüyalarını bu yönden etkilediğinden bahsedilir. Yani reenkarnasyonla yeniden doğduğunu iddia edenlere veri akışı ona etki eden cinler tarafından sağlanmaktadır. Özellikle şizofren hastalıklarında kişinin kendini tarihteki ünlü biri (Atatürk, Hitler, Hz İsa vb.) olarak görmesinin de yine cinlerin insanlar üzerindeki etkilerinin bir sonucu olduğuna inanılmaktadır. Kişinin bilinç ve bilinçaltını ele geçiren cinlerin kişiyi istediği kişinin profiline sokabileceği iddia edilmektedir.
Sonuç olarak, Reenkarnasyon olgusu gerek yaşanmış vakalar üzerinde gerçekleştirilen incelemeler, gerek bu konuda yapılan bilimsel çalışmaların bir sonucu olarak insanlarda en çok merak uyandıran gizemlerden birisi olarak popülaritesini korumaktadır. Öyle ki, ruhların sürekli yeni bedenlerde tekrar doğduğuna inanan insanlar, bir önceki yaşamlarında kim ve ne konumda olduklarını hipnoz ve regresyon terapileri ile aracılığıyla öğrenmeye çalışmaktadır. Yine reenkarnasyona şüphe bırakmayacak şekilde inanan kimi insanlar, ruhunun tekrar doğacağına olan inançları sebebiyle mutsuz olduklarını düşündükleri hayatlarına son verebilmektedir. Reenkarnasyonla geldiğine inanılan yara ve lekeler, öldükten sonra bilinç ve ruhun yolculuğu, ölüm deneyimleri, dünyaya birden fazla kez geldiğini iddia edenler kişiler, metafizik öğelerin, bilinçaltının ve rüyaların etkisi, dinlerin reddetmesine rağmen yaşanan tüyler ürpertici vakalar, olayın deneysel olarak test edilememesi, bütün bu olayların tamamen kurgu olduğunu düşünenler... Kısacası, reenkarnasyon daha uzun bir süre insanların kafasında büyük bir bilmece olarak yer etmeye devam edecektir.
4/14/2019
Kelebek Etkisi, bir sitemin başlangıç verilerinde yapılan küçük değişikliklerin beklenmeyen büyük sonuçlara neden olabileceğini öngören bir teoridir. İnsan açısından düşündüğümüzde ise; karşılaştığımız süreçlerin ne kadar hassas dengelerle birbirine zincirleme şekilde bağlı olduğunu, hayatımızda aldığımız küçük ve önemsiz gibi görülen kararların ve yaptığımız seçimlerin geleceğimizi ne denli büyük etkiler bıraktığını ortaya koyan bir olgudur. Bu değişimlerde bizim seçimlerimiz dışında çevresel etmenlerin de çok büyük payı vardır. Küçüçük bir kar topunun büyüyerek nasıl büyük bir çığa dönüşebileceğini, küçük bir domino taşının aşama aşama büyüdüğünde yüzlerce kiloluk bir diğer taşı nasıl yıktığını birçoğumuz izlemiştir. Tartışmasız insanların büyük bir bölümünün yaşamında önemli değişikliklere neden olan küçük kelebek etkileri tecrübe edinilmiştir. İşte keşkelerimizin en büyük sebeplerinden biri olan Kelebek Etkisi...
Kelebek etkisi kavramı ilk olarak Amerikalı bilim adamı Edward Lorenz tarafından ortaya konulmuştur. Meteolorog olan Edward Lorenz rüzgarın şiddeti ile ilgili hava durumu hesaplamaları yaparken ilginç birşey farketmiştir. Bu hesaplamalarda ilk olarak 0,506127 değerini başlangıç olarak kullanan Lorenz işlem kolaylığı için ise, 2'nci hesaplamada 0,506 değerini kullanmıştır. Bu fark başlangıç açısından bakıldığında çok küçük bir fark olarak görülmesine rağmen, sonuçlarda büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Oluşan farklılığı çizimlerine yansıttığında ise bir kelebek figürünün ortaya çıktığını görmüştür. Oluşan bu farklılıktan dolayı şaşkına dönen Edward Lorenz çalışmalarını bu konu üzerine yoğunlaştırmış ve sonuç olarak Kelebek Etkisi teorisini ortaya koymuştur. Edward Lorenz bu durumu şu şekilde açıklamıştır;
“Amazon Ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir. Farklı bir örnekle bu, bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir.”
Kelebek etkisi hayatımızın her aşamasında bizimledir. Çünkü hayat bizden sürekli tercihler yapmamızı ister ve tüm yaşamımız buna göre şekillenir. Doğuştan kabul ettiğiniz değerler dışında (isim, din vb.) hayat karşımıza sürekli yeni seçimler çıkarır. Bu süreçlerde bazen başrolü oynarken, bazen de figüran rolünü üstleniriz. Küçük ve önemsiz görülen birçok seçim ve karşılaştığımız olaylar gelecekteki hayatımızı tamamen değiştirebilir. Örneğin bindiğimiz bir otobüsün kaza yapması sonucu ölebilir yine aynı otobüste gelecekteki eşimiz olacak kişiyle tanışabiliriz. Yaptığımız tercihler sadece bizim hayatımızı değil zincirleme şekilde çevrenizdeki hatta tanımadığınız kişilerin hayatını etkiler. Bir anlamda tüm hayatlar birbirlerine zincirleme şekilde bağlıdır. Bizm için küçük görülen bir ayrıntı başkalarının yaşamında çok büyük değişikliklere neden olabilir.
Bazen bu etkiler o kadar büyük sonuçlara neden olabilir ki bireyden çok bir toplumun hatta dünyanın bile kaderini değiştirebilir. Tarih küçük ayrıntılarla başlayıp çok büyük sonuçlara neden olan sayısız kelebek etkileri ile doludur. Örneğin, Birinci Dünya Savaşında İngiliz ordusunda görev yapan bir asker olan Henry Tandey savunmasız ve bitkin bir Alman askerini görmüş ancak durumuna acıyarak onu öldürmemiştir. Öldürmediği asker ise daha sonra 60 milyon insanın ölümüne neden olacak İkinci Dünya Savaşı'nın meydana gelmesinde en büyük pay sahibi olan Adolf Hitlerdir. Yine Çanakkale Savaşında şarapnel parçası bir Türk komutanına isabet etmiş ancak gögüs cebinde bulunan saat hayatını kurtarmıştır. O gün ölümden dönen o asker milli mücadeleyi başlatan ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'tür.
Arşimet'in suyun kaldırma kuvvetini hamamda yıkanırken bulması, Newton'un başına düşen elma, Einstein ve mekaniğin babası Bohr'un gördüğü rüyalar, Flemining'in unuttuğu petri kabı (penisilinin icadı) ve buna benzer insanlık tarihinde çığır açan birçok keşif küçük ayrıntıların yarattığı büyük sonuçlara örnek gösterilebilir. 1914 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliahtı olan Arşidük Ferdinand'ın, şoförünün yanlış yoldan gitmesi yüzünden bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi, Birinci Dünya Savaşının başlamasına neden olmuş ve bu İkinci Dünya Savaşının gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır. Milyonlarca insanın ölümüne ve büyük tahribata sebep olan bu savaşlar bir diğer açıdan bakıldığında savaş teknolojisinin yanı sıra, birçok teknolojinin gelişmesine neden olmuştur. Hatta günümüz dünyasını esareti altına alan internetin gelişimi de, yine bu savaş teknolojisinin bir getirisi olduğu savunulur. Dolayısıyla, insanlık tarihinin birçok küçük kelebek etkisine paralel olarak şekillendiği söylenebilir.
Hayatımızdaki kelebek etkileri çocukluğumuzda başlar ve ölene kadar bizi takip eder. Bu yüzden birçoğumuzun hayatları keşkelerle doludur. Çünkü insan her zaman farklı durumlarda nasıl bir hayat yaşayabileceğini hayal eder. Üniversite sınavında yapamadığınız bir kaç soru sebebiyle, hayalinizdeki bölümü kazanamayıp farklı bir mesleğe adım atabilirsiniz. Bu sonuçlar kimi zaman bizleri yıpratsa da kimi zaman düşündüğümüzün aksine mutlu edebilir. Bazen başımıza gelen kötü olaylar, daha kötülerini engelleyebilecek bir kalkan görevi görebilir. Bize yavaş şekilde çarpan bir araba, bir sonraki yolda çarpacak olan bir kamyonu engellemiş olabilir. Hayatımızdaki dengeler o kadar hassastır ki; ne kadar planlar yaparsak yapalım bazen gözardı ettiğimiz bu küçük ayrıntılar ve kelebek etkileri sebebiyle kendimizi hayal bile edemeyeceğimiz durumlarda ve ortamlarda bulabiliriz. Engelleyemeyeceğimiz ve öngöremeyeceğimiz koşullar dışında, küçükten büyüğe verdiğimiz her türlü kararın ve yaptığımız seçimlerin değerli olduğunu unutmamalıyız. Çünkü bu kararlar biz hiç farkında olmasak bile, çoğu zaman sadece bizim değil çevremizdeki insanların da hayatını derinden etkileyebilir. Bu yüzden temkinli olmak ve meydana gelebilecek kötü sonuçları da değerlendirerek mantıklı seçimler yapmak çok önemlidir. Bu teori ortaya konulmadan yıllar önce Büyük Moğol İmparatoru Cengiz Han kelebek etkisini en güzel şekilde açıklamıştır;
Kelebek Etkisi, bir sitemin başlangıç verilerinde yapılan küçük değişikliklerin beklenmeyen büyük sonuçlara neden olabileceğin...
KELEBEK ETKİSİ
Kelebek Etkisi, bir sitemin başlangıç verilerinde yapılan küçük değişikliklerin beklenmeyen büyük sonuçlara neden olabileceğini öngören bir teoridir. İnsan açısından düşündüğümüzde ise; karşılaştığımız süreçlerin ne kadar hassas dengelerle birbirine zincirleme şekilde bağlı olduğunu, hayatımızda aldığımız küçük ve önemsiz gibi görülen kararların ve yaptığımız seçimlerin geleceğimizi ne denli büyük etkiler bıraktığını ortaya koyan bir olgudur. Bu değişimlerde bizim seçimlerimiz dışında çevresel etmenlerin de çok büyük payı vardır. Küçüçük bir kar topunun büyüyerek nasıl büyük bir çığa dönüşebileceğini, küçük bir domino taşının aşama aşama büyüdüğünde yüzlerce kiloluk bir diğer taşı nasıl yıktığını birçoğumuz izlemiştir. Tartışmasız insanların büyük bir bölümünün yaşamında önemli değişikliklere neden olan küçük kelebek etkileri tecrübe edinilmiştir. İşte keşkelerimizin en büyük sebeplerinden biri olan Kelebek Etkisi...
Kelebek etkisi kavramı ilk olarak Amerikalı bilim adamı Edward Lorenz tarafından ortaya konulmuştur. Meteolorog olan Edward Lorenz rüzgarın şiddeti ile ilgili hava durumu hesaplamaları yaparken ilginç birşey farketmiştir. Bu hesaplamalarda ilk olarak 0,506127 değerini başlangıç olarak kullanan Lorenz işlem kolaylığı için ise, 2'nci hesaplamada 0,506 değerini kullanmıştır. Bu fark başlangıç açısından bakıldığında çok küçük bir fark olarak görülmesine rağmen, sonuçlarda büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Oluşan farklılığı çizimlerine yansıttığında ise bir kelebek figürünün ortaya çıktığını görmüştür. Oluşan bu farklılıktan dolayı şaşkına dönen Edward Lorenz çalışmalarını bu konu üzerine yoğunlaştırmış ve sonuç olarak Kelebek Etkisi teorisini ortaya koymuştur. Edward Lorenz bu durumu şu şekilde açıklamıştır;
“Amazon Ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir. Farklı bir örnekle bu, bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir.”
Kelebek etkisi hayatımızın her aşamasında bizimledir. Çünkü hayat bizden sürekli tercihler yapmamızı ister ve tüm yaşamımız buna göre şekillenir. Doğuştan kabul ettiğiniz değerler dışında (isim, din vb.) hayat karşımıza sürekli yeni seçimler çıkarır. Bu süreçlerde bazen başrolü oynarken, bazen de figüran rolünü üstleniriz. Küçük ve önemsiz görülen birçok seçim ve karşılaştığımız olaylar gelecekteki hayatımızı tamamen değiştirebilir. Örneğin bindiğimiz bir otobüsün kaza yapması sonucu ölebilir yine aynı otobüste gelecekteki eşimiz olacak kişiyle tanışabiliriz. Yaptığımız tercihler sadece bizim hayatımızı değil zincirleme şekilde çevrenizdeki hatta tanımadığınız kişilerin hayatını etkiler. Bir anlamda tüm hayatlar birbirlerine zincirleme şekilde bağlıdır. Bizm için küçük görülen bir ayrıntı başkalarının yaşamında çok büyük değişikliklere neden olabilir.
Bazen bu etkiler o kadar büyük sonuçlara neden olabilir ki bireyden çok bir toplumun hatta dünyanın bile kaderini değiştirebilir. Tarih küçük ayrıntılarla başlayıp çok büyük sonuçlara neden olan sayısız kelebek etkileri ile doludur. Örneğin, Birinci Dünya Savaşında İngiliz ordusunda görev yapan bir asker olan Henry Tandey savunmasız ve bitkin bir Alman askerini görmüş ancak durumuna acıyarak onu öldürmemiştir. Öldürmediği asker ise daha sonra 60 milyon insanın ölümüne neden olacak İkinci Dünya Savaşı'nın meydana gelmesinde en büyük pay sahibi olan Adolf Hitlerdir. Yine Çanakkale Savaşında şarapnel parçası bir Türk komutanına isabet etmiş ancak gögüs cebinde bulunan saat hayatını kurtarmıştır. O gün ölümden dönen o asker milli mücadeleyi başlatan ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'tür.
Arşimet'in suyun kaldırma kuvvetini hamamda yıkanırken bulması, Newton'un başına düşen elma, Einstein ve mekaniğin babası Bohr'un gördüğü rüyalar, Flemining'in unuttuğu petri kabı (penisilinin icadı) ve buna benzer insanlık tarihinde çığır açan birçok keşif küçük ayrıntıların yarattığı büyük sonuçlara örnek gösterilebilir. 1914 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliahtı olan Arşidük Ferdinand'ın, şoförünün yanlış yoldan gitmesi yüzünden bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi, Birinci Dünya Savaşının başlamasına neden olmuş ve bu İkinci Dünya Savaşının gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır. Milyonlarca insanın ölümüne ve büyük tahribata sebep olan bu savaşlar bir diğer açıdan bakıldığında savaş teknolojisinin yanı sıra, birçok teknolojinin gelişmesine neden olmuştur. Hatta günümüz dünyasını esareti altına alan internetin gelişimi de, yine bu savaş teknolojisinin bir getirisi olduğu savunulur. Dolayısıyla, insanlık tarihinin birçok küçük kelebek etkisine paralel olarak şekillendiği söylenebilir.
Hayatımızdaki kelebek etkileri çocukluğumuzda başlar ve ölene kadar bizi takip eder. Bu yüzden birçoğumuzun hayatları keşkelerle doludur. Çünkü insan her zaman farklı durumlarda nasıl bir hayat yaşayabileceğini hayal eder. Üniversite sınavında yapamadığınız bir kaç soru sebebiyle, hayalinizdeki bölümü kazanamayıp farklı bir mesleğe adım atabilirsiniz. Bu sonuçlar kimi zaman bizleri yıpratsa da kimi zaman düşündüğümüzün aksine mutlu edebilir. Bazen başımıza gelen kötü olaylar, daha kötülerini engelleyebilecek bir kalkan görevi görebilir. Bize yavaş şekilde çarpan bir araba, bir sonraki yolda çarpacak olan bir kamyonu engellemiş olabilir. Hayatımızdaki dengeler o kadar hassastır ki; ne kadar planlar yaparsak yapalım bazen gözardı ettiğimiz bu küçük ayrıntılar ve kelebek etkileri sebebiyle kendimizi hayal bile edemeyeceğimiz durumlarda ve ortamlarda bulabiliriz. Engelleyemeyeceğimiz ve öngöremeyeceğimiz koşullar dışında, küçükten büyüğe verdiğimiz her türlü kararın ve yaptığımız seçimlerin değerli olduğunu unutmamalıyız. Çünkü bu kararlar biz hiç farkında olmasak bile, çoğu zaman sadece bizim değil çevremizdeki insanların da hayatını derinden etkileyebilir. Bu yüzden temkinli olmak ve meydana gelebilecek kötü sonuçları da değerlendirerek mantıklı seçimler yapmak çok önemlidir. Bu teori ortaya konulmadan yıllar önce Büyük Moğol İmparatoru Cengiz Han kelebek etkisini en güzel şekilde açıklamıştır;
Bir
çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir süvariyi, bir süvari bir bölüğü, bir
bölük de bir ülkeyi kurtarabilir.
Kelebek
Etkisini en iyi anlatan efsane film sahnesi;
4/13/2019
2.
ANTİK ROBOT
Bizanslı Philon ya da gerçek adıyla Philon Mekanikus, günümüzde pek tanınmasa da özellikle pnömatik sistemler (gaz basıncını mekanik ...
TARİHTEKİ İLK ROBOTUN MUCİDİ PHİLON
Bizanslı
Philon ya da gerçek adıyla Philon Mekanikus, günümüzde pek tanınmasa da
özellikle pnömatik sistemler (gaz basıncını mekanik harekete
çevirme) konusunda ortaya koyduğu eserler ve sıradışı icatlarıyla tarihe
adını altın harflerle yazdırmış bir bilim insanıdır. Yunanlı olmasına rağmen hayatının
büyük kısmını o dönem dünya biliminin merkezi olan Mısır'ın İskenderiye'sinde
geçiren ve bir askeri mühendis olan Philon, mekaniğin kolaylıklarının savaş
meydanlarında kullanılmasını sağlayacak çalışmalar ortaya koymuştur. Surların
savunulması, kaldıraçların kullanılması, limanların, surların ve balistik
araçların inşası ve kuşatma teknikleri konularında birçok çalışma yapmıştır.
Savaş meydanlarında büyük kolaylık sağlayacak bir otomatik tatar yayı icat eden
Philon, mancınıklar üzerinde çalışmalar yapmıştır. Yine su değirmenlerinin
çalışma prensiplerini bilimsel olarak ortaya koyan ilk bilim insanıdır. Bu
yazımızda Philon'un askeri teknolojiler üzerinde yaptığı çalışmalardan çok,
çağın çok ilerisinde olan iki icadından bahsedeceğiz. Bunlardan biri 8 delikli
mürekkep hokkası diğeri ise tarihte ilk olarak değerlendirebileceğimiz
antik robot...
1.
JİROSKOPUN ATASI: MÜREKKEP HOKKASI
Bizanslı
Philon'un en çığır açan icatlarından biri başlangıçta hepimize çok basit olarak
gelecek olsa da mürekkep hokkasıdır. Birbirine bağlı, kendi kendine dönen
halkalardan oluşan bu 8 delikli mürekkep hokkası nereye çevirirseniz çevirin
yer çekiminin etkisiyle mürekkebin dökülmesini engelleyecek bir sisteme
sahipti. Bu icadı bu kadar değerli kılan şey, günümüzde etkin şekilde
kullanılan kardanın ve jiroskopun atası olmasından kaynaklanmaktadır. Evrenin
dengeleyicisi olarak da bilinen jiroskop, gemi ve uçakların pusula ve otopilot
sistemlerinde etkin bir şekilde kullanılan çok önemli bir bileşendir.
Doğrultu
koruma özelliği sebebiyle, araçların rotalarını sabit tutmalarını sağlayan bu
sistem, gemi ve uçakların yanında, uzaya gönderilen araçlarda, balistik
füzelerde, elektromanyetik sistemlerde, insansız hava araçlarında, madenlerde,
akıllı telefon ve navigasyon cihazlarında (mini jiroskoplar) etkin bir şekilde
kullanılmaktadır. Özellikle geceleri ve görüş şartlarının azaldığı
durumlarda hayati önem taşıyan ve uçak pilotlarının ufku düz görmesini
sağlayan jiroskop sistemlerinin atası bu basit mürekkep hokkasıdır. Philon
çağının çok ötesinde olan bu icadı, yaklaşık 2000 yıl sonra insanların aya ayak
basmasına ve uzaya gönderilen araçların yörüngelerini kaybetmemelerini
sağlayacak sistemlerin geliştirilmesine öncülük etmiştir.
Günümüz
dünyasının en önemli teknolojik icatlarından birisi hiç şüphesiz robotlar
olmuştur. Gelecekte birçok sektörde insanların yerine istihdam edileceği
düşünülen robotlar üzerindeki çalışmalar birçok gelişmiş devlet ve teknoloji
şirketleri arasında büyük bir rekabete neden olmuştur. Birçoğumuza göre 20'nci
yüzyılda icat edildiği düşünülen robotların geçmişi aslında antik çağa kadar
dayanmaktadır. Mekanik sistemler üzerinde çalışan Yunanlı Philon tarihin ilk
robotunun da mucididir. O dönemin diğer bir ünlü bilim insanı olan Ktesibios'un
su saati ve su pompası gibi icatlarını inceleyen Philon hidrolik ve
sıkıştırılmış hava hakkında kendini geliştirmiş ve bunu tarihin ilk robotunun
icadında kullanmıştır.
Antik
robot hizmetçiye benzeyen bir heykeldi ve otomatik olarak gelen misafirlerin
kadehlerine şarap ve kutsal su dolduruyordu. Philon bunu heykelin içerisine yerleştirdiği hava basıncı ve valf
sistemleri sayesinde başarmıştır. Heykelin kolunun hareket ettirilmesiyle
sürahiden sarap dökülüyor ve sürahi belli bir açıya ulaştığında oluşturduğu
ağırlıkla bu şarabın bulunduğu valfi kapatıyor ve su valfini harekete
geçiriyordu (sürahinin içinde su ve şarap için ayrı kanallar bulunuyordu)
böylece herkese eşit miktarda su ve şarap veriyordu. Basit olarak
değerlendirebileceğimiz bu icat, yaklaşık 2000 yıl öncesinin insanlarında büyük
şaşkınlık yaratmış ve ayrıca kendinden sonraki birçok bilim insanına, otomatik
alet ve araçların icat edilmesinde ilham kaynağı olmuştur. Bunlardan birisi de,
robot teknolojisini çok ileri boyutlara ulaşmasını sağlayan ve sanayi devrimine
zemin hazırlayan sibernitiğin babası El Cezeredir.
Günümüz
dünyasında çığır açan birçok icadın, eldeki kısıtlı kaynak ve imkanlara
rağmen antik çağın dehaları tarafından icat edildiğini söyleyebiliriz.
Mekaniğin yaşanılan dönemdeki dört büyük ustasından (Arşimet, İskenderiyeli
Heron, Yunanlı Philon ve Ktesibios ) biri olan Philon bıraktığı eserler ve
çağın çok ilerisindeki icatlarıyla insanlık tarihinin gelişmesine büyük katkıda
bulunmuştur. Özellikle ilerleyen süreçte
bölgeye hakim olan İslam İmparatorlukları bu kıymetli bilim insanlarının
araştırmalarını ve eserlerini inceleyerek birçok bilimsel icadın
geliştirilmesine öncülük etmişlerdir. Araştırmacıların bir çoğu, İskenderiye Kütüphanesinde çıkan yangın
sonucunda, günümüze ışık tutabilecek birçok bilimsel eser ve çalışmaların yok olduğu
konusunda hemfikirdir. O dönemdeki birçok deha gibi Yunanlı Philon'un da
eserlerinin büyük bölümü gerek yangında, gerekse zaman içerisinde yok olmuş ve
unutulmuştur. Çok az sayıda eseri ve çalışmasına şahit olduğumuz Philon'un
başka ne tür konularda bilimsel çalışmalar ortaya koyduğu hususu büyük bir
gizem olarak kalacaktır.
4/10/2019
Kudüs, semavi dinlerin hepsinde önemli bir kutsallık atfedilen, kelime kökeni olarak barışın şehri olarak bilinse de, geçmişten gün...
KUDÜS SENDROMU
Kudüs, semavi dinlerin hepsinde önemli
bir kutsallık atfedilen, kelime kökeni olarak barışın şehri olarak bilinse de,
geçmişten günümüze egemen olmak için dönemin büyük güçlerinin savaştığı ve
halen bölgede çatışmaların devam ettiği tarihi bir şehirdir. Müslümanlar için
Mescid-i Aksa, Yahudiler için Ağlama Duvarı ve Hristiyanlar için İsa
peygamberin çarmağa gerildiği Kutsal Kabir Kilisesi Kudüs'te bulunan başlıca
önemli yapılardır. Hz. Süleyman ve Davut Peygamberin yaşadığı Kudüs,
Perslerden, Makedonlara; Romalılardan Memlüklülere; Osmanlı Devletinden
Filistin ve israil Devletine kadar birçok kez el değiştirmiş, savaş ve
katliamlara tanıklık etmiştir. Dinler tarihinin merkezinde yer alan bu şehir
her sene hac görevinin ifası ve turistlik geziler kapsamında dünyanın birçok
yerinden ziyaretçilerini bölgeye çekmektedir. 2018 yılı itibariyle Kudüs'e
gelen turist sayısı üç milyonu geçmiştir. Kudüs'e gelen ziyaretçilerin büyük
çoğunluğu ise, dindar insanlardan oluşmaktadır.
Kudüs sendromu ise; ülke dışından gelen ziyaretçilerin
şehrin kutsal atmosferine kendilerini kaptırarak, din merkezli ve takıntılı
halüsinasyonlar görmeleri ve psikozlar yaşaması sonucu oluşan mental bir
rahatsızlık durumudur. İlk olarak 1930 yılında ünlü Alman psikiyatrist Heinz
Herman tarafından ortaya konulan bu sendrom, zamanla birçok otorite tarafından
doğrulanmıştır. 2000 yılında ingiliz Psikiyatri Dergisinde yayınlanan makalede;
1980 ile 1993 yılları arasında 1200 kişinin bu sendroma yakalandığı ve
birçoğunun akıl hastanelerine yatırıldığı araştırmasına yer verilmiştir. Yine
yakın zamanda şehri ziyarete eden bir İngiliz turistin kaybolduğu
haberinin öğrenilmesinden sonra, dronlarla yapılan aramada çölün ortasında kum
ve taşlardan yaptığı bir kulübede tek başına bulunması ve gördüğü rüyalara
paralel olarak bunu yaptığını belirtmesi bu sendromun etkilerini açıkca ortaya
koymaktadır. Kudüs şehrini gezerken bir anda bağırarak sizi doğru yola davet
ettiğini ve kendisine vahiy indiğini bildiren insanlarla karşılaşma ihtimaliniz
olabilir. Peki normal ve sağlıklı insanları bile, bu denli etkileyebilen Kudüs
Sendromunun belirtileri nelerdir?
Bu sendromun
etkisindeki bireylerde, ruhsal ve fiziki birçok rahatsızlık baş göstermektedir.
Şehrin mistik yapısından yoğun şekilde etkilenenler; kendilerini dünyayı
kurtaracak dini bir lider olarak görme, mesihlik iddiaları, yarım kalmış dini
misyonu tamalama, kendini Tanrı tarafından seçilmiş üstün insan hatta peygamber
olarak görme, din merkezli takıntılı rüyalar, halüsinasyonlar ve anksiyeti
bozuklukları gibi pek çok psikolojik rahatsızlıklardan muzdarip olmaktadır.
Özellikle kendilerini; kurtarıcı Mesih Hz. İsa olarak gören, Musa
Peygamber gibi denizi ortadan ikiye ayırabileceğini iddia eden ve vaftizci
Yahya olduğunu hissedenler rahatsızlığın en ileri aşamasında olanlara
verilebilecek örneklerdir.
Bunun yanında sendromun etkisine giren bireylerde;
sürekli beyaz giyinme, aşırı temizlik düşkünlüğü, sürekli duş alma, günümüzde
tercih edilen kıyafetleri redderek eski dönemlerde giyilen kıyafetleri tercih
etme, saç sakal uzatma gibi aşırıya kaçan takıntılar ortaya çıkmaktadır. Ayrıca
kendilerini tatmin etmek amacıyla, radikal tarikat ve oluşumlara üye olma, aile
ve sosyal sorumluluklarını bir kenara bırakarak kendilerini herşeyden
soyutlama, görülen diğer belirtilerdir. Sürekli takıntılarla yaşayan ve mutsuz
olan bireylerin zamanla ruh sağlıkları bozulmakta, kendilerine ve çevrelerine
zarar verecek davranış biçimleri sergilemektedirler.
Özellikle refah seviyesi yüksek olarak görülen ve modernizmin kuşattığı şehirlerde yaşayan bir çok insanı içinde bulunduğu hayat koşulları tatmin etmemektedir. Büyük hayal kırıklığı ve zihinsel bunalımlar yaşayan insanlar, kendi iç dünyalarındaki eksiklikleri doldurmak için yeni arayışlara girerler. (Özellikle Avrupa'dan gelip IŞİD'e katılanlar bunun çarpıcı bir örneğidir) Din merkezli yaklaşımlar ise, bu süreçte en çok tercih edilenler arasındadır. Bu psikoloji ile Kudüs'ü ziyaret eden kişilerin sendromun etkisi altına girmesi çok daha kolay olmaktadır. Dini bir yaşam felsefesini benimseyen bu kişiler, gereken toplumsal dengeyi sağlayamadıkları için zamanla ruh sağlıklarını kaybetmekte ve kişilik kaybı gibi problemlerle yüz yüze gelmektedir. Bu da kişilerin kendini toplumdan soyutlamasına ve bir hayal dünyasında yaşamasına sebep olmaktadır. Kudüs sendromu belki de bunun en çarpıcı örneğidir. Birçok insan için; Sibirya eteklerinde halen yaşatılan Şamanizm inancının etkili olduğu bölgelerin, Budist tapınakların, kendini toplumdan tamamen soyutlamış ilkel kabilelerin yaşadığı dağlık kesimlerin ziyaret edilmesi ve o bölgelerde zaman geçirilmesi içinde oluşan eksikliği ve mutsuzluğu ortadan kaldırmak için yaptığı arayışların bir dışa vurumudur. Modernizmin insanları yeterince tatmin etmediği günümüzde, Kudüs sendromuna benzer, insanı etkisi altına alacak birçok sendromun ortaya çıkması kaçınılmaz bir gerçekliktir.
Özellikle refah seviyesi yüksek olarak görülen ve modernizmin kuşattığı şehirlerde yaşayan bir çok insanı içinde bulunduğu hayat koşulları tatmin etmemektedir. Büyük hayal kırıklığı ve zihinsel bunalımlar yaşayan insanlar, kendi iç dünyalarındaki eksiklikleri doldurmak için yeni arayışlara girerler. (Özellikle Avrupa'dan gelip IŞİD'e katılanlar bunun çarpıcı bir örneğidir) Din merkezli yaklaşımlar ise, bu süreçte en çok tercih edilenler arasındadır. Bu psikoloji ile Kudüs'ü ziyaret eden kişilerin sendromun etkisi altına girmesi çok daha kolay olmaktadır. Dini bir yaşam felsefesini benimseyen bu kişiler, gereken toplumsal dengeyi sağlayamadıkları için zamanla ruh sağlıklarını kaybetmekte ve kişilik kaybı gibi problemlerle yüz yüze gelmektedir. Bu da kişilerin kendini toplumdan soyutlamasına ve bir hayal dünyasında yaşamasına sebep olmaktadır. Kudüs sendromu belki de bunun en çarpıcı örneğidir. Birçok insan için; Sibirya eteklerinde halen yaşatılan Şamanizm inancının etkili olduğu bölgelerin, Budist tapınakların, kendini toplumdan tamamen soyutlamış ilkel kabilelerin yaşadığı dağlık kesimlerin ziyaret edilmesi ve o bölgelerde zaman geçirilmesi içinde oluşan eksikliği ve mutsuzluğu ortadan kaldırmak için yaptığı arayışların bir dışa vurumudur. Modernizmin insanları yeterince tatmin etmediği günümüzde, Kudüs sendromuna benzer, insanı etkisi altına alacak birçok sendromun ortaya çıkması kaçınılmaz bir gerçekliktir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
POPÜLER YAZILAR
SON YAZILAR
Popüler Yayınlar
-
Kalaşlar, krizin ve çatışmaların kol gezdiği Afganistan ve Pakistan ülkelerinin sınırında, üç bin metre yükseklikteki ...
-
Deliler diğer ismi ile Azaplar, ürkütücü kıyafetleri, savaş tarzları ve üstlendikleri misyonla Osmanlı Ordusunun en seçkin ve gözü ...
-
Hristiyan temelli olan Mormon Dini, bugün sayıları 15 milyonu bulan taraftarlarıyla hristiyanlığın yeniden yorumlanmış halidir. Semavi...