Şahmaran Efsanesi, Anadolu'da nesilden nesile aktarılmış, yılanların şahı olan Şahmaran ile insanoğlunun karşılaşmasını ...


şahmaran figürü

  Şahmaran Efsanesi, Anadolu'da nesilden nesile aktarılmış, yılanların şahı olan Şahmaran ile insanoğlunun karşılaşmasını ve imtihanını anlatan hüzünlü bir hikayedir. Bugün Şahmaran figürü, yılanın kültürlerdeki kötü imajının aksine, bereket ve bilgeliğin simgesi olarak görülür ve Anadolunun birçok evinin duvarlarını süsler. İşte Yunan mitolojisindeki Medusa ile Hitit mitolojisinde yer alan İlluyanka efsanelerine benzer yönler taşıyan ve insanoğluna ders niteliğindeki Şahmaran'ın hikayesi...

şahmaran ve insan

 Şahmaran efsanesi Mersin'in Tarsus ilçesinde doğmuş bir şehir efsanesidir. Şahmaran belden aşağısı yılan, üstü insan olan güzel ve çekici bir dişi varlıktır. Kendisi maran soyundan gelen yılanların şahıdır. Şahmaran yılanların efendisi olarak insanlara zarar vermesini engelleyen iyi kalpli bir varlıktır. Efsaneye göre Şahmaran günümüz Tarsus ve Çukurova ilçeleri arasında bir yeraltı krallığında yaşamıştır. Bunun sebebi açgözlü ve menfaatçi olan insandan uzak yaşamaktır ve bu yüzden yeraltından çıkmaz. 

  Şahmaranla tanışan ilk insanın adı bazı kaynaklarda Belkıya olarak geçerken, çoğunlukla Camsab olarak bilinir. Camsab o zamanın Tarsus'unda oldukça fakir bir ailenin çocuğudur. Birgün Camsab arkadaşlarıyla beraber ormanın  derinliklerinde bir mağara keşfeder. Buldukları mağarayı kontrol ettiklerinde içinin bal ile dolu olduğunu farkederler. Bal o dönemlerde kıymetli olduğu için, balı toplamak için harekete geçerler. Balı alabilmesi için arkadaşları Camsab'ı mağaranın derinliklerine indirir. Açgözlü arkadaşları kendilerine düşen balın daha fazla olması için Camsab'ı mağarada kaderiyle başbaşa bırakırlar.

cemşab yılanlar ülkesinde 
  Bu ürpertici mağaranın içinde ne yapacağını düşünen Camsab birden bir ışık farkeder. Cebindeki çakıyla bu ışık süzmesinin bulunduğu alanı büyüten Camsab asla tahayyül edemeyeceği güzellikte bir bahçe ile karşılaşır. Bahçede eşşiz güzellikte çiçekler, meyve ağaçları ve sayısız yılan bulunmaktadır. Bu şahane bahçenin ortasında ise, büyük bir havuz olduğunu görür. Havuzun başında ise o mükemmel ihtişamıyla Şahmaran oturmaktadır. Bu eşşiz güzellik, Camsab'ı farkeder ve himayesine alır. 

cemsab ve şahmaran

  Camsab uzun yıllar Şahmaran ile bu bahçede yaşar. Orada çok mutlu ve keyifli bir yaşam süren Camsab, belli bir süre sonra ailesini çok özlediğini ve gitmek istediğini Şahmaran'a bildirir. Çıkmak yasak olduğundan başlangıçta Camsab'a izin vermeyen Şahmaran onu çok sevdiğinden kıyamaz ve gitmesine izin verir.  Ancak Camsab'tan kendisi ve yaşadıkları yer hakkında kimseye bilgi vermemesi ve hamamda yıkanmaması konusunda söz alır. Daha sonra ailesinin yanına dönen Camsab uzun bir süre verdiği sözü tutar.  

  Seneler sonra ülkenin padişahı amansız bir hastalığa yakalanır. Padişahın veziri ise tek dermanın Şahmaran'ın etini yemek olduğunu söyler ve halk içinde Şahmaran'ın yerini bilen kişiler olduğunu söyleyerek tüm halkı büyük hamamlarda toplar. Çünkü yılanlarla yaşayan kişinin hamamda yıkanması durumunda vücudunun pul pul olacağını iddia eder. Başka bir çaresi kalmayan padişah vezirin bu teklifini kabul eder. Hamamda yıkanan Camsab kısa sürede derisi pullandığı için yakalanır. Kendisi ve ailesinin öldürüleceği tehdidini alan Camsab istemeden de olsa Şahmaran'ın yerini söyler. Padişahın askerleri Şahmaranı bulunduğu yerde yakalayıp padişahın huzuruna getirir. 

lokman figürü

  Camsab'ın çok üzgün olduğunu gören ve bunu yapmaya mecbur kaldığını anlayan Şahmaran, Camsab'a yardım etmeye karar verir. Şahmaran padişaha şifa bulması için; başını kaynatılıp padişah tarafından, gövdesinin kaynatılıp vezir tarafından ve kuyruğunun kaynatılıp Camsab tarafından içilmesi gerektiğini bildirir. Bu aslında Camsab'a yaptığı son iyiliktir. Başını kaynatıp içen padişah şifa bulur, gövdesini kaynatan kötü kalpli vezir ise ölür. Camsab ise Lokman Hekim olarak bildiğimiz büyük bir alim olur ve padişah tarafından vezir olarak görevlendirilir. Anlatılan hikayeler farklılık gösterse de, tüm hikayelerin sonunda Şahmaran ölmektedir.

cinsabın ihaneti

  Aynı hikayenin bir diğer versiyonunda ise evine dönen Camsab ilerleyen süreçte Şahmaran'dan yardım isteyip bulunduğu yerden çıkmasını ve hamama gelmesini ister. Şahmaran maranlara ve yılanlara hamama gideceğini ve oradan bir düğüne katılacağı yalanını söyler. Aslında yardıma ihtiyacı olmayan Camsab,  Şahmaran'ın padişahın muhafızları tarafından yakalanmasını sağlayarak ona ihanet eder.  Amacı kendisine vadedilen vezirlik makamına yükselmektir. 

ihanet ve yılanların öcü

  Hamama gelen Şahmaran'ı padişahın muhafızları yakalar ve başını keserek öldürür. Ancak Şahmaran'ın kanı kuvvetlidir ve bütün hamama yayılır. Çalışanlar  ne yaparsa yapsın kanını çıkaramazlar. Şahmaran'ın cesedi de o hamamda bulunan göbektaşının altına gizlenir ve yılanların girmemesi için önlemler alınır. Çünkü Şahmaran'ın yılanları ve maranları davul sesi duydukları sürece düğünün devam ettiğini düşünmektedirler.Efsaneye göre; davul seslerinin kesildiğini anladıkları zaman, kraliçelerinin öldüğünü anlayacak ve bulundukları yerden çıkıp evlere girerek insanları öldüreceklerdir. Bugün Çukurova bölgesinde çok fazla yılan olmasının sebebini bu efsaneye bağlarlar. Yine Adana ilinde bulunan Yılanlıkale'nin, maranların ve yılanların yaşadığı ve Şahmaran'ı beklediği yer olduğu dile getirilir.


insanın acgözlülüğü

 Şahmaran ''İnsanoğlu nankördür, küçük menfaatleri karşısında başkalarının muazzam zararlarına razı olur'' demiştir. Bu açıdan bakıldığında, Şahmaran ihanete uğrayacağını bilmektedir. Baştan beri insanlığı açgözlü ve menfaatçi olarak gören Şahmaran, Camsab'a olan sevgisinden dolayı bile bile ölüme gitmiştir. Belki de insanlığın açgözlü ve bencilliğini yüzüne vurmak ve ders vermek istemiştir. Thomas Hobbes da insanın doğasını anlatırken bu hususu vurgular. Ona göre insanlar, sürekli olarak birbiriyle çekişen, birbirini kemiren, birbirini yiyip bitiren varlıklardır. Bu açıdan bakıldığında, içimizdeki kötü duyguları bastırmalıyız, egolarımızdan ve sadece kendi çıkarlarımızı düşünmekten vazgeçmeliyiz.Bunu başaramadığımız sürece, dünya yaşanılmaz bir yer olmaya devam edecektir.

   Deliler diğer ismi ile Azaplar, ürkütücü kıyafetleri, savaş tarzları ve üstlendikleri misyonla Osmanlı Ordusunun en seçkin ve gözü ...

gözü pek birlik

  Deliler diğer ismi ile Azaplar, ürkütücü kıyafetleri, savaş tarzları ve üstlendikleri misyonla Osmanlı Ordusunun en seçkin ve gözü kara süvari birlikleri olmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş, yükselme ve duraklama döneminde savaşlarda en önde yer alan Deliler, düşmana büyük bir korku salmaktaydı. Hepimizin bildiği meşhur Osmanlı tokadı ile özdeşleşen Deliler, o dönemin savaşlarında düşman askerleri üzerinde yarattıkları psikolojik üstünlük ile büyük yararlılıklar göstermiştir. İşte Avrupa kaynaklarında bile korkunç tasvirlerle anlatılan Deliler'in hikayesi...

deliler ve varna

  Delilerin nasıl kurulduğu hususu muamma olsa da, 15'inci yüzyılın sonlarına doğru uç birlikler olarak ortaya çıktıkları, gösterdikleri yarar farkedilince Osmanlı Ordusunda istihdam edilmeye başladıkları kaynaklarda belirtilmektedir. Delilerin ilk ciddi sınavları, Papanın liderliğinde kurulan Haçlı Ordusuna karşı yapılan Varna ve Kosava Savaşları ile İstanbul'un Fethi olmuştur. Zamanla sayıları artan Deliler  tüyler ürpetici bir güç haline gelmiştir. Deliler, Tiryaki Hasan Paşa emrinde Kanice Müdafasında, Lala Mehmet Paşa'nın emrinde Estergon'un alınmasında, Fazıl Ahmet Paşa'nın emrinde Uyvar'ın Fethinde, 1828 Osmanlı Rus Harbinde çok büyük fedakarlıklar göstermiştir.

korkutan deliler

  Deli Ocağının en büyük misyonu, düşman askerlerinin  moralini bozmak ve psikolojik üstünlüğü elde etmekti. Bu konuda çok başarılı oldukları birçok kaynakta belirtilmiştir. Düşman askerleri tarafından Deliler, mitolojik çağlardan gelen insanüstü varlıklar olarak tasvir edilmiştir. Bu psikolojinin yarattığı korku ve şaşkınlık sayesinde düşmana kolayca ilk darbe vurulmaktaydı. Ayrıca Deliler, arkalarında bulunan diğer askeri birliklerin tereddüt ve korkularını yenmelerini sağlamaktaydı. Delilerin en dikkat çeken özelliklerinden birisi de, maddi kaygılardan uzak ve tamamen devletlerine ve padişahlarına olan sadakat ve gönül bağlarıydı. Deliler, cesaret ve savaşçılığından dolayı 2'inci Halife Hz. Ömer'i kendilerine örnek almıştır. Onlar için, Osmanlı ordusunun tören geçişlerinde aşağıdaki dizeleri okumak adet haline gelmişti.;

               'Kalpaklarımız Emirü’l-mü’minün Hz. Ömer’in çizmesinin koncuğudur, 
               Ocağımız müşarünileyh efendimize mensuptur.'

deliler ve zobu

   Deliler ile ilgili anlatılan efsanevi savaş hikayeleri dönemin gençleri üzerinde çok büyük olumlu etki yaratmaktaydı.Birçok Osmanlı genci büyüdüğünde Deliler grubuna girmenin hayalini kurardı. Ancak en seçkin birliklerden olan Delilere girmek o kadar kolay değildi. Deli olmak isteyen adaylar öncelikle 'Zobu' denilen ağaların yanında yetiştirilirdi. Bu süreçte, adaylara devlet terbiyesi ve ordunun usul ve kaideleri öğretilirdi. Kendini ıspat eden adaylara deli kaypağı giydirilir ve ağa çırağı olarak deftere kaydedilirdi. Ancak sadece seçilmek yeterli değildi. Deli olan kişi bu seçkin birliğin zor şartlarını yerine getirmekte zorluk çekerse, bu makamı boş yere işgal ettiği düşünülüp, rezil edildikten sonra ocaktan kovulurdu. Yani Deli olmak çok büyük yürek işiydi. Bayrak adı verilen 50-60 kişilik küçük ocaklara ayrılan delilerin başında bir Deli Beyi bulunurdu. Deliler en parlak olduğu dönemlerde sayıları 10 bine ulaşmıştır.

delilerin etkisi

  Fransız mühendis ve asker Alain Manesson Mallet 1684'te yazdığı eserde Deliler için 'Bunlar öylersine cesurlardır ki; bir kralın emrine girdiklerinde onları vazgeçirebilecek hiçbir ceza korkusu yoktur. Bu nedenlerden dolayı Osmanlı onlara Deli adını vermiştir ve bu ad dillerinde gözü pek anlamına gelir' demiştir. Yine Venedikli Veçelyo delilerden bahsettiği kitabında 'Öylesine cesur hareket ederlerdi ki, insanları, gölgelerinin bile öldürücü oduğuna inandırmışlardı' şeklinde belirtmiştir. Delilerin, Sultan 3'üncü Murat'ın çocuklarının sünnet töreninde; binicilik yetenekleri ile vücutlarına sapladıkları bıçaklarla acıya ne denli dayanıklı olduklarını gösteren minyatürler günümüze kadar ulaşmıştır. Osmanlı İmparatorluğunu barbar ve cani göstermek isteyen Avrupalılar, Osmanlı Ordusunu tasvir ederken çoğu zaman Delileri tasvir etmişlerdir.

delilerin kıyafeti

  Delilerin en çok dikkat çeken bir diğer özelliği giydikleri tüyler ürpertici kıyafetlerdir. Genelde saçları kazıtılan Deliler, elbiselerinde aslan, sırtlan ve ayı benzeri hayvanların kürklerini giyerlerdi. Yine hayvan derilerinden yaptıkları Deli Kalpağını giyerler ve bu kalpaklarda kartal ve benzeri hayvanların tüylerini kullanırlardı. 'Serhatlık' adı verilen yüksek topuklu, sivri burunlu, arkasında mahmuzu bulunan ve genelde sarı renkte deri çizme veya ayakkabı giyerlerdi. Bayraklarında 'Kaderde ne varsa o gelir başa ' yazardı.

deliler ve mermer

  Delilerin başlıca kullandıkları silahlar; macar usulu bir mızrak, kılıç, balta, satır, bozdoğan ve savaş çekiciydi. Delilerin kendileri gibi haşmetli atları da kartal tüyü ve hayvan postlarıyla süslenirdi. Eğitim süreçlerinde ıslak mermer üzerine çıplak elle tokat atan Deliler böylece nasır tutmuş ellerini bir silah olarak kullanırlardı. Bu silaha tarihte 'Osmanlı Tokadı' olarak isimlendirilmiştir. Araştırmalara göre bu tokatlar o kadar etkiliydi ki; tek bir tokatla bir düşman, kafatasında oluşan travmaya bağlı olarak ölebiliyordu. 

delilerin kahramanlıkları

  Osmanlı'nın gerileme döneminde meydana gelen kurum ve birliklerdeki disiplinsizlik ve yozlaşma Delilerde etkisini göstermiştir. Eski disiplinini ve etkisini kaybeden Deliler Ocağı, 2'nci Mahmut'un reform hareketlerinden nasibini almış ve 1829 yılında lağvedilerek tamamen ortadan kaldırılmıştır. Osmanlının bu kahraman, gözü kara ve efsane askerlerinin fedakarlıkları bir sinema filmi olarak beyaz perdeye aktırılmıştır. İzlemenizi kesinlikle tavsiye ettiğim söz konusu filmin fragmanı aşağıdadır.

https://www.youtube.com/watch?v=sZ742X_P3Xs

   Heron, Roma İmparatorluğunun hakimiyetinde bulunan İskenderiye şehrinde yaşamış bir kısım eserleri günümüze kadar ulaşmış, bugün...


iskenderiyeli heron

  Heron, Roma İmparatorluğunun hakimiyetinde bulunan İskenderiye şehrinde yaşamış bir kısım eserleri günümüze kadar ulaşmış, bugünün modern teknolojilerinin ilk örneklerinin mucidi değerli bir  bilim adamıdır. Antik çağın en büyük deneycilerinden olan Heron sahip olduğu hayalgücüyle günümüz dünyasını şaşkınlığa uğratmıştır. Tüm vaktini o dönemin bilim merkezi olan İskenderiye Kütüphanesinde geçiren ve  'Kahraman' lakabıyla tanınan Heron'un matematik, fizik ve mekanik konularında yazmış olduğu 13 eser günümüze kadar ulaşmıştır. Antik çağda özellikle rahipler kendi kiliselerinin imajını arttırmak için birçok kez Heron'un kapısını çalmıştır. İşte antik çağın en önemli mucitlerinden biri olan Heron'un çağın çok ötesindeki  icatları....

1. Tarihin İlk Buhar Motoru


heron ve buhar tribünü

 Birçok tarihçi için, Antik çağın en gelişmiş icadı Heron'a ait olan Buhar Motorudur. Kendisine Aeolipile ismi verilen bu icat,  eski Yunancada buhar topu anlamına gelmektedir. Kaynayan suyun çıkardığı buharın bir potansiyeli olacağını değerlendiren Heron, hava geçirmez bir kazan yapmış ve içini su ile doldurmuştur. Isıtılan bu kazanda oluşan buhar enerjisi iki boru vasıtasıyla bakır bir topa iletilmiştir. Ters yönde sıkıştırılmış buhar enerjisi bu bakır kürenin ucunda bulunan yönleri zıt iki çıkış kanalının  dönmesini sağlamıştır. Çağın çok ilerisinde olan bu icat sayesinde, bakır top  dakikada 1500 devir yapmıştır. Bu devir sayısı, günümüz helikopterlerinin dakikadaki devir sayısının üç katıdır.


jet motorları ve Heron

  Şuan ki jet motorlarında Heronun oluşturduğu bu sistem kullanılmaktadır. Bu icadın neden yapıldığı hususu ise, büyük bir muammadır. 2000 yıl önce Heron tarafından icat edilen bu sistem, 19'uncu yüzyıla kadar hiçbir bilim adamı tarafından geliştirilmemiştir. 19'uncu yüzyıla gelindiğinde, buhar enerjisi kullanılmaya başlanması ile sanayi devriminin en büyük simgesi olmuştur. Günümüzde yüksek basınçlı buhar en gelişmiş makinelerde kullanılmaktadır. Kesinlikle söyleyebiliriz ki; Heron'un icat ettiği buhar topunun insanlık için önemi kavranabilseydi,  dünya bugün çok farklı bir noktada olurdu.

2. Tarihin İlk Otomatik Kapısı


Heron dehası

  Otomatik kapı 20'nci yüzyılda ilk icat edildiğinde insanlarda büyük bir ilgi ve merak uyandırmıştır. Oysa bu icat 2000 yıl önce, İskenderiyeli Heron tarafından icat edilmiştir. Hemde Türkiye'nin Efes'inde... Efes'te bulunan eski bir Yunan Tapınağı için Heron tarihin ilk otomatik kapısını yapmıştır. Bu sistemde; Rahip tarafından bir ateş yakılıyordu. Yaktığı ateş alttaki bir hava deposunu ısıtıyordu.Genleşen hava, içinde su olan ikinci bir tankın içine giriyor ve suyu boruyla bir kovanın içine itiyordu. Havanın genleşmesiyle başlayan bu basınç kovanın yavaş yavaş aşağıya inmesine sebep oluyordu. Kova ise halatlar ve makaralarla kapılara bağlıydı. Böylece oluşan basınç kapıların otomatik açılmasını sağlıyordu. Halk, açılan kapıların Tanrı tarafından açıldığını ve bunun bir çağrı olduğuna inanıyorlardı. Ateş söndüğünde ise, soğuyan hava sistemin tersi yönde çalışmasını sağlıyor ve kapılar kapanıyordu. Bu sistem, İskenderiyeli Heron'un çağın çok ötesinde bir deha olduğunun göstergesidir. İskenderiyeli Heron'a yaptığı bu icattan sonra 'Tapınak Sihirbazı' adı verilmiştir.

3. Kutsal Su Otomatı (Satış Makinesi)
satıs makinesi
           1880 yılında yapılan bir Parfüm Otomatı                                   Heron'un 2000 yıl önce yaptığı Kutsal Su Otomatı
  Heron tarihin ilk su otomatını yani satış makinesini icat eden bilim adamıdır. Antik çağlarda kilise ve tapınaklarda görevli din adamları, halkın kendi kilise ve tapınaklarını tercih etmesi ve bağışta bulunması için etkileyici gösteriler yapmaları gerekiyordu. Bu yüzden dönemin bilim insanlarının kapısını çalarlardı. Eski bir Yunan Tapınağı Heron'dan yardım istediğinde, Heron çağın çok ilerisinde bir icat çıkarmıştı. Heron'un yaptığı kutsal su otomatı büyük rağbet görmüştür. Bu sistemde; tapınağa gelen kişiler, makineye yukarıdan para atıyor, bu para bir plakanın üstüne düşüyor. Paranın ağırlığı ile plaka musluğu açılıyordu. Plaka eğilince para üstünden düşüyor böylece musluk tekrar kapanıyordu. Bu sayede, herkese eşit miktarda kutsal su veriliyordu. Bu basit icat, günümüz dünyasında heryerde bulunan satış makineleriyle aynı prensiple çalıştığı için, tüm bu sistemlerin atası konumundadır.


4. Tiyatro Platformları ve Efektleri


tiyatro ve heron

  İskenderiyeli Heron, Yunan tiyatrosu için birçok mekanizma icat etmiştir.Onun icatları arasında, sahnede kendiliğinden hareket edebilen dört tekerlekli platformlar ile kısa oyunların canlandırıldığı minyatür tiyatro platformları bulunmaktaydı. Bu sistemlerde, dişli çark tarafından çalıştırılan bir çiftli halatlar, düğümler ve basit makineler kullanılmıştır. Bu platformlarda, tiyatroların kapıları kendiliğinden açılıp kapanıyor, sahnedeki bazı objeler hareket ediyor ve gösteri bittiğinde sahne kendiliğinden geri gidebiliyordu.


Heron, gökgürültüsü efekti oluşturmak için bir sistem geliştirmiştir. Boru şeklindeki bu mekanizmada, yukarıdan aşağı doğru yuvarlanan bronz küreler, kademeler halinde sıralanmış metal çıkıntılara çarpıyor ve sonuçta dibe yerleştirilen ince metalin üzerine düşüyor ve bu sayede, önce gök gürlemesi ve daha sonra da yıldırım gürültüsü meydana geliyordu.Antik Yunan'da büyük ilgi çeken mitolojik tiyatro oyunları Heron sayesinde çok daha ilgi çekici ve başarılı şekilde sahnelenmekteydi.



heron ve eserleri
  Tarihin en büyük bilim adamlarından biri olan Heron dehasıyla zamanının çok ilerisinde bir bilim adamı olduğunu ıspatlamıştır. Yukarıda bahsedilen icatları dışında, rüzgar enerjisinin en erken örneğini teşkil eden yel değirmenlerinden, hava, su ve buhardan yararlanma tekniklerine, mekanikte vinç, makara ve manivera sistemlerine, matematikte geometrik şekiller ile arazi ölçümlerine kadar birçok alanda sayısız eser ve icat ortaya koymuştur. Bulunduğu antik çağa damga vuran Heron, hayalgücünün sınırları olmadığını ortaya koyduğu eserlerle bizlere göstermiştir. Tüm ömrünü bilime adayan bu dehanın yaşamı ve çalışmaları gelecek nesillere örnek teşkil etmektedir.


 Arthur Clarke'nin de dediği gibi 'İnsanoğlunun yapabilecekleri hayal ettikleriyle sınırlıdır.'

  Hristiyan temelli olan Mormon Dini, bugün sayıları 15 milyonu bulan taraftarlarıyla hristiyanlığın yeniden yorumlanmış halidir. Semavi...

poligami adeti

 Hristiyan temelli olan Mormon Dini, bugün sayıları 15 milyonu bulan taraftarlarıyla hristiyanlığın yeniden yorumlanmış halidir. Semavi dinlerin bünyesinden çıkan diğer tarikat ve mezheplerden farklı olarak kendine ait yeni bir peygamberi ve kitabı vardır. Çoğunlukla ABD'in Utah eyaletinde yaşayan Mormonlar, farklı yaşayış biçimleri ve ritüelleriyle  dikkat çekmektedir. Çok eşliliği  ve  çocuk sahibi olmayı inanışlarının bir emri olarak gören Mormonlar, kutsal görev olarak üstlendikleri misyonerlik faaliyetleriyle sayılarını gün geçtikçe arttırmaktadır. Özellikle yurtdışına gittiğinizde ya da orada yaşadığınızda size elinde kutsal kitabıyla bu dine davet eden bir Mormonla karşılaşabilirsiniz. Birçok açıdan farklı adetleri ve teamülleri olan Mormonları yakından tanıyalım...


altın levhalar

  Mormonluğun kurucu ve peygamberi Joseph Smith'dir. Rivayete göre; 1820 yıllarının Amerikasında henüz 14 yaşında olan Joseph ağaçlık bir bölgede dolaşırken, Tanrı ve Hz.İsa ile karşılaşmış ve onlarla konuşmuştur. Bu konuşmada; Amerika kıtasında yazılan ve toprağa gömülen bazı Altın levhalarla ilgili bilgi verilmiş ve onları bulması istenmiştir. Daha sonra bu levhaları bulan Joseph, kendi deyimiyle Tanrı'nın bahşettiği güç sayesinde kısa sürede kendi diline çevirmiştir. 3 ayda yazılan ve 584 sayfa olan bu kitap günümüzde Mormon kitabı olarak bilinmektedir.Bu kitabın Tevrat ve İncilin devamı olduğuna inanılmaktadır. Günümüzde bu levhaların Utah Eyaletinde koruma altında olduğu belirtilmektedir.


mormonların kitabı

  Kitap yazıldıktan sonra Smith 1830 yılında peygamberliğini ilan etmiş ve kendilerini Son Zaman Azizleri  olarak nitelendirmiştir.  Sayıları gün geçtikçe artan Mormonlar büyük bir tehlike olarak görülmüştür. 1844 yılında meydana gelen bir halk ayaklanmasında, Joseph Smith ve yardımcıları bulunduğu evde yakılarak öldürülmüştür. Üzerlerindeki baskılar artan Mormonlar, günümüzde etkin olarak yaşadıkları ve nüfusun %80'ini oluşturdukları Utah eyaletine göç etmek zorunda kalmışlardır. İnanışlarına göre, Joseph Smith, kıyametten önceki son dönemin ilk peygamberidir ve peygamberler gelmeye devam etmektedir. Bugünkü peygamberlerinin ismi Thomas S. Monson'dur ve yılda iki kez -Nisan ve Ekim aylarında- düzenli olarak tüm müritlerine sohbet vermektedir.

  Mormon Dini ve Hristiyanlıktan Farklı Olan İnanışları


Mormon kitabı

   Mormonlar,  Baba-Oğul ve Kutsal Ruh'dan oluşan üçlü birlik anlayışı yerine, hepsini ayrı birer varlık olduğuna inanırlar. İsa Mesih Tanrı'nın oğludur. Tanrıyla sürekli iletişim halinde olduklarına inanan Mormonlar, günümüzde de peygamber ve havarislerin gelebileceği fikrini benimsemiştir. Amaçları yaşayan peygamberler vasıtasıyla değiştirilmiş ve tahribata uğramış olan İncili ve Tevratı düzeltip yeniden şekillendirmektir. 

   Gelenekselci Mormonlar, Tanrının insan gibi etten kemikten olduğunu iddia ederler. Bu görüşe karşı çıkan Mormonlar da vardır.İnsanların dünyadaki yaşayışlarına göre öldükten sonra cennet ya da cehenneme gideceğine inanılır. İsa Mesih'in tekrar yeryüzüne inmesiyle, inananların yeni bedenlerine kavuşacaklarını savunurlar. Kendi içlerindeki bir diğer çelişki de, her insanın inancının seviyesine göre Tanrılaşabileceğine inanmalarıdır. Yine Mormon inancında vahiy almak için peygamber olmanıza gerek yoktur. Düzgün ve kitaplarına uygun olarak yaşayan bireylerin kişisel vahiy adı altında Tanrı ile iletişim kurabileceğine inanılır. Siyahi insanların Tanrı tarafından lanetlendiği düşündükleri için, uzun süre Mormon olmaları engellenmiş ancak 1978 yılında kendi deyimleriyle gelen vahiye istineden kilisenin onayı ile bu yasak kaldırılmıştır.


Mormonlar Tapınağı

   Mormon inancının 4 temel ilkesi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Tanrı'ya iman, ikincisi tövbe, üçüncüsü günahlarından arınmak için yaptıkları vaftiz ve dördüncüsü kutsal ruh armağanı için ellerinin baş üstüne konulmasıdır. Doğuştan yapılan vaftizin aksine, çocuklarını 8 yaşında vaftiz ederler. İsrailoğullarının tekrar toplanacağına ve kutsal topraklarda (Yeni Kudüs olarak değerlendirdikleri Amerika Kıtası)  biraraya geleceğine, İsa Mesih'in yeryüzüne inmesiyle dünyanın bir cennete dönüşeceğine ve yenileneceğine inanırlar. Mormon olmayanların kiliselerine girmeleri serbest iken, tapınaklarına girmek için Mormon olmak şarttır. Mormon kiliseleri, resim ve heykellerin bulunmaması sebebiyle diğer Hristiyan kiliselerinden farklıdır. Bugün Türkiye Kapadokya'da bulunan kiliseler Mormonlar tarafından kutsal sayılmakta ve her sene düzenli olarak ziyaret edilmektedir. 


Mormonların Hayat Tarzları ve Çok Eşlilik


Mormonların sosyal yaşamı

  Günümüzde büyük çoğunluğu Utah eyaletinde yaşayan Mormonlar, Amerika'da yaşayan diğer bir hristiyan grup olan Amişlerin  aksine, daha sosyal bir yaşam tarzını benimsemişlerdir. Bilim ve sanat onlar için değerlidir. Dans etmeyi, müziği, özellikle piyano çalmayı çok severler. Eğitime önem veren Mormonlar Utah eyaletinde  Bringam Young Üniversitesini kurmuşlardır. İnanışlarına göre Brigham Young, 20'nci yüzyılın başlarında yaşamış Mormon peygamberidir. Mormonların birçoğu iki yada üç dil bilmektedir. Dil öğrenmeye bu denli önem vermelerinin bir diğer sebebi ise misyonerlik faaliyetleridir. 18 yaşına gelen Mormon gençleri dünyanın birçok noktasına dinlerini anlatmak için gönderilmektedir. Türkiye'de de İsa Mesih'in Son Zaman Azizler Kilisesi Derneği adı altında faaliyetlerini yürütmektedirler. Türkiye'deki Mormon dinine inananların sayısının 1000-2000 civarı olduğu düşünülmektedir.

mormonlar ve eğitim

 Bedenlerini öldükten sonra Tanrı'ya geri vereceklerine inanan Mormonlar, sağlıklarına çok fazla önem göstermektedir. Çay ve kahve başta olmak üzere kafein,kola, nikotin ve alkol içeren içeceklerden uzak durmaktadırlar. Yine İsa Mesih'in kendilerine verdikleri rahiplik yetkisiyle, ağır hastaların iyileştirilebileceğine inanılır. Tanrı'nın insanları her an cezalandırabileceği inanan Mormonlar, böyle bir felakete hazırlıklı olabilmek için gıda stokları yaparlar. Pazar günü kutsal sayıldığından kiliselerde ailecek toplanıp ilahiler okurlar. Ayrıca, aile ilişkilerini kuvvetlendirmek için, ailecek pazartesi akşamları evde, cuma akşamları dışarda vakit geçirirler.


5 kız kardeş
Aynı gün evlenen 5 mormon kızkardeş

  
Mormonlarda evlilik müessesi kutsal sayılmıştır. 18 yaşını geçen Mormon gençleri evliliğe yönlendirilir. Evlilikleri Utah'ta bulunan büyük Mormon Kilisesi'nde gerçekleştirilir. Amerika'daki boşanma oranlarının yüksekliğinin aksine, bu oran Mormonlarda çok azdır. Çünkü boşanmak için yasal yolların dışında Mormon kilisesinin onayı gereklidir ve bu kiliseler boşanmanın engellenmesi için birçok zorluk çıkarmaktadır. Yine, boşanmaların engellenmesi için aile danışmanlık sistemleri kurulmuştur. Çok çocuk sahibi olmak dinlerinin bir gereğidir. Evlilik öncesi cinsel ilişki kesinlikle yasaktır. Çok çocuk sahibi olmaları nüfuslarının hızla artmasına sebep olmuştur. Bu açıdan bir strateji olarak değerlendirilebilir.

Young'ın eşleri
Bringham Young'ın eşleri

 
Mormon inancındaki en büyük tartışma konusu, çok eşliliktir. İsa Mesih'in birden fazla eşi olduğu için, bunu kendilerine hak görmektedirler. Ayrıca, cemaatin ilk kurulduğu dönemlerde inanların sayısını arttırmak için çok evliliği teşvik ettikleri belirtilir. Rivayetlerde; Mormon Dininin kurucusu Joseph Smith'in 40 tane, yine Mormon peygamberlerinden biri olan ve adına üniversite kurulan Brigham Young'ın 27 tane eşi olduğu ve her akşam bütün eşlerini toplayarak ibadet ettiği belirtilir. Diğer taraftan modern Mormonlar bu görüşe karşı çıkarlar ve 1890 yılında Federasyona katılmak için çok eşliliğin kilise tarafından yasaklandığını belirtirler. 


eşlerin çok olması

 Ancak, günümüzde kısıtlı da olsa, Centennial Park'ta yoğunlaşan Fundamentalist (gelenekçi) Mormonlar, çok eşliliği dinlerinin bir emri olarak görmekte ve bu teamülü yaşatmaktadır. Öyle ki; Canyonlands Milli Parkı'nda yaşayan  ve 2002 yılında 92 yaşında hayatını kaybeden Mormonların lideri baba Rulon Jeffs'in, 75 eşi olduğu belirtilmektedir. Cennete giden yolda çok eşlilik ve çok çocuk sahibi olmak bir basamak olarak görülmektedir. Çok eşli bir aileden gelen Mormonlar için 4-5 kadınla evlilik yapılması doğal karşılanmaktadır. Çok eşlilik konusu bir zorunluluk olmaktan ziyade, kişilerin isteğine bağlıdır.