İnsan beyninde yer alan, bir bezelye tanesi büyüklüğüne sahip olan (5mm ile 8mm arasında 100 ile 180 miligram ağırlığında) ve çam...

KALP GÖZÜMÜZ: EPİFİZ BEZİ

5/16/2019 3 Comments

bezelye tanesi büyüklüğünde


  İnsan beyninde yer alan, bir bezelye tanesi büyüklüğüne sahip olan (5mm ile 8mm arasında 100 ile 180 miligram ağırlığında) ve çam kozasına benzeyen epifiz bezi, gerek tarihsel kaynak ve sembollerde gerek bilimin gelişmesine paralel olarak ortaya konulan çalışmalarda insan bedeninin en gizemli organı olarak görülmektedir. Beynin birçok gizeminden biri olan epifiz bezini diğer organlardan ayıran en önemli özelliklerinden birisi ise, gözdeki retina, mercek ve renk alıcıları gibi dokulara sahip olması ve tamamen kapalı bir ortamda olmasına rağmen gözümüz gibi ışık kaynaklarını algılamasıdır. Bu kadar küçük ve önemsiz görülmesine rağmen böbrekten sonra en fazla kanın pompalandığı organ olan epifiz bezi, simetrik şekilde ikiye bölünmüş ve herşeyden iki tane olan beynimizde eşi olmayan tek organdır. Peki antik çağlardan günümüze kadar önemi artarak devam eden ve kalp gözümüz olduğu iddia edilen bu organın ardındaki sır perdesi nedir?


epifiz bezinin tarihi

 İnsanoğlunun epifiz bezinin önemini idrak edişi, antik çağlara kadar dayanmaktadır. Budanın kalpağında, Mısır, Asur  ve Sümer duvar resimlerinde, Antik Yunan'dan günümüze ulaşan eserlerde, Papa'nın asasında, Güney Amerika yerlilerinde ve Hintlilerin dini ritüellerinde çam kozası şeklinde tasvir edilmiştir. Günümüzde de Hindular ile Şamanizm inancına sahip bozkır insanları 3. göz ve sezginin gözü  olarak isimlendirdikleri epifiz bezini alınlarının ortasında oluşturdukları kırmızı noktalarla sembolize etmektedirler. M.Ö 4'ncü yüzyılda yaşamış olan Mısırlı Herolifos epifiz bezine düşünce akımını besleyen salgı bezi olarak nitelendirmiştir. Yine Antik Roma'da ünlü bir hekim olan Bergamalı  Galen epifiz bezinin düşünceleri düzenleyen organ olduğunu belirtmiştir.


epifizin nimetleri

   Ünlü filozof Descartes ise, epifiz bezini gördüklerimizi yorumlayan ve ruhun bedene temas ettiği organ olarak tasvir etmiştir. Antik çağlarda epifiz bezinin etkin şekilde kullanıldığı dönemlerde bir pinpon topu büyüklüğünde olduğu, teknolojinin gelişmelerin neden olduğu insanların spiritüel seviyelerindeki  düşüşe paralel olarak bir bezelye tanesi boyutuna kadar küçüldüğü belirtilmektedir. Yakın bir tarihe kadar ise bilim insanları epifiz bezinin evrim sonucu insan vücüdunda körelmiş ve işe yaramayan bir organ olarak adlandırmaktaydılar. Ancak daha sonra yapılan çalışmalar ile özellikle belli evrelerde (uyku, rüya) epifiz bezinin büyüdüğünü ve ışık kaynaklarına gözümüz gibi  farklı tepkiler verdiği ıspatlanmıştır. Çıkarılıp incelendiğinde gözdeki retina, mercek ve renk reseptörlerine benzer dokulara sahip olduğunun tespit edilmesiyle birçok bilim cevresi tarafından 3. göz olarak adlandırılmıştır. Salgıladığı hormonlar ortaya çıktığında ise, ne kadar önemli bir organ olduğu daha net anlaşılmıştır. Gelin bu hormonların neler olduğuna bir bakalım.


uykuya etkileri

  Öncelikle epifiz bezi, insan vücudu için önemli olan üç hormonu salgılamaktadır. Bunlardan birincisi, gündüz ve gece düzenimizi kontrol eden ve karanlıkta salgıladığımız melatonin hormonudur. Melatonin hormonunun en önemli özelliği, insanları hastalıklardan korumasıdır. Yapılan araştırmalarda çok ışıklı ortamlarda çalışan insanların hastalıklara ve özellikle kansere yakalanma riskinin daha fazla olduğu ispatlanmıştır. Bu durumu destekleyen bir diğer araştırma ise görme engellilerin kansere yaklanma riskinin yok denecek kadar az olmasıdır. Epifiz bezinin salgıladığı ikinci önemli hormon serotonindir. Mutluluk hormonu olarak da bilinen serotonin insanın mutlu, canlı ve zinde olmasını sağlayan hormondur. Serotoninin eksikliğinde sıkılgan, yorgun ve depresif ruh hali görülür. Bunun sonucu olarak da anksiyeti bozukluğu, depresyon, panik atak ve şizofreni gibi birçok önemli hastalık ortaya çıkar. 


DMT'in etkileri

   Epifiz bezinin salgıladığı son hormon ise ruh molekülü olarak da bilinen DMT'dir. Doğum ve ölüm anında en üst seviyede salgılanan bu hormon normal yaşamımızda ise, uykumuzda salgılanmaktadır. Özellikle rüya gördüğümüz rem safhasında DMT hormonu salgılanması artmaktadır. DMT hormonunun en önemli özelliklerinden biri de, sadece insanlarda değil tüm hayvanlarda hatta bazı bitkilerde de bulunmasıdır. Geçmişten günümüze bazı bitkilerde yoğun  DMT'in olduğunu bilinçli ya da tesadüfi olarak keşfeden insanlar ruhlarını keşfetme noktasında bu bitkilerden yararlanmışlardır. Vücutlarına DMT yüklemesi yapan insanlar asıl gerçekliği bu aşamadan sonra gördüklerini iddia ederler. 



   Kızıldereliler ve Amazon kabileleri yüzyıllardır belli ritüeller eşliğinde, içinde fazlasıyla DMT bulunan  Ayahuasca çayını(kargı kamışı ve uzerlik tohumu karışımı) tüketmektedirler. Bu çayı içmelerinden kısa bir süre sonra bir ışık süzmesi gördüklerini, bu ışık süzmesinden geçerek diğer alemlere geçiş yaptıklarını; bu yolculuk süresince renklerin hiç olmadığı kadar canlı, kendilerini de yüklerinden arınmış olarak olabildiğince hafif olduklarını belirtmişlerdir. Bu deneyimi yaşayanların çoğunluğunda görülen şey ise, kendilerini evrenin bir parçası olarak hissetmeleridir. DMT'in çok fazla miktarda bulunduğu üzerlik tohumundan Mevlana'nın eserlerinde de bahsedilmektedir. Mevlana bir sözünde 'Uzerlik tohumu karanlığı örttü ve gerçek göründü' demiştir. Sufilerin ibadet etmeden önce üzerlik tohumu içmeleri, kargı kamışından yaptıkları neylere üflemeleri ve vahdet inancına sıkı sıkıya bağlı olmaları Güney Amerika yerlilerinin tecrübeleriyle benzerlik göstermektedir. Yine Hz.İsa'nın 'Karanlıkta oturanlar gerçek ışığı görürler' ifadesi epifiz bezinin fonksiyonuyla birebir örtüşmektedir.

dmt kolaylaştırıcı yöntem

  Tarih boyunca birçok insan DMT bulunan bitkileri yemek dışında da bazı yöntemler geliştirerek epifiz bezinin verimli bir şekilde çalışmasını sağlamıştır. Birçok din alimi, budist rahipler ve şamanlar melotonin ve DMT salgılanmasını kolaylaştıran karanlık mağara ve ortamlarda kalmış, uzun süre insanlardan uzak ve hayatlarını devam ettirecek kadar az besin tüketerek transa geçmelerini kolaylaştırmışlardır. Çünkü tıka basa dolu midenin epifiz bezinin çalışmasını olumsuz yönde etkilediği ve insanların sahip olduğu kötü özelliklerin (kıskanclık, haset, dedikodu, bencillik) bu manevi yolculukta bir blokaj etkisinin olduğu düşünülmektedir. Yine cinsel dürtülerin epifiz bezinin çalışmasına ve büyümesine engel olduğu bilimsel açıdan ispatlanmıştır. Özellikle ergenlik döneminde epifiz bezinin en düşük seviyelerine ulaştığı tespit edilmiştir. Geçmişten günümüze birçok din aliminin evlilikten uzak durması ve cinselliği hayatlarından çıkarmaları epifiz bezinin sağladığı ruhani yolculuğun üzerilerinde bıraktığı etkiden kaynaklanmaktadır. Günümüz insanlarının bu denli ışığa maruz kalması, cinselliğe bu kadar kolay ulaşmaları ve sürekli diğer insanlarla iç içe yaşamaları epifiz bezinin kullanılması önünde büyük engeller teşkil etmektedir.  


iyileştirici
Şifacı bir Şaman Kadın
  Epifiz bezini etkin şekilde kullanmaya başlayan insanlarda zeka ve algılama seviyelerindeki yükselmeye paralel olarak, bilinç ve bilinçaltının mucizelerini etkin şekilde kullandıkları iddia edilmektedir. Ruhsal olarak sağladığı gelişimlerin yanında, epifiz bezi uyanışı ile  birçok ağır hastalığın çok kolay şekilde atlatılabileceği iddia edilmektedir. Kimi araştırmacılar buna bilinçaltımızın sahip olduğu ancak bizim kullanamadığımız birçok mucizeden biri olduğunu savunurlar. Ayrıca bu insanlar sadece kendilerinin değil çevrelerindeki insanların sıkıntılarını ve hastalıklarını iyileştirmede şifacı bir rol üstlenirler. Her ne kadar bu konu kimi şarlatanlar tarafından suistimal edilse de, gerek Anadolunun ocakcı anaları, gerek insan eli değmemiş uçsuz bucaksız bozkırlarda yaşayan şamanlar ile şifacıları elleriyle dokunmak suretiyle veya yaptıkları dualarla günümüz de dahil birçok insana derman olabilmektedir.


epifiz bezinin beyin dalgalrına etkisi

   Epifiz bezi uyanmış bir insan, diğer insanlara göre daha sakin ve dingin bir hayat yaşar. Çünkü uyanık bir epifiz bezinin beyin frekansları üzerinde büyük bir etkisi vardır. Normalde insanlar günlük yaşamlarındaki işlerde (gülmek, ağlamak, konuşmak) beta frekans dalgasını kullanırlar. İnsanların yarı ölüm olarak nitelendirilen uyku moduna geçtiklerinde ise beyin alfa frekansında dalgalar yayarlar. Uyku modunda alfa frekansında dalgalar yayan beynimiz rüya görmeye başladığımız rem safhasına geçtiği zaman ise, en mistik moduna geçerek teta frekansında dalgalar yaymaya başlar. Epifiz bezi uyanmış insanlar bu noktada günlük yaşamlarında alfa frekansında yaşarlar. Bu onların daha sakin, kavgadan uzak ve yaratıcı fikirler geliştirmesine neden olmaktadır. Bu frekansta yaşayan insanlar pozitif bir bakış açısına sahip oldukları için çevresindeki insanlar üzerinde de olumlu etkiler bırakırlar. Epifiz bezini aktif edebilen insanların takıntılarından ve ruhsal rahatsızlıklardan kurtuldukları, problemleri çözmek noktasında başarılı oldukları, empati yetenekleri ile duyarlılıklarının arttığı gözlenmiştir. İnsanların sahip olduğu ancak haberdar olmadığı birçok farklı psişik yeteneğinin olduğu ve bu uyanışla beraber bu yeteneklerin ortaya çıktığı belirtilmektedir. Yine, epifiz bezini aktif eden insanlar gördükleri rüyaların çok daha canlı olduğunu ayrıca gün içinde transa geçerek farklı alemlere gidebildiklerini belirtmişlerdir.


farklı alemleri gören çocuklar

    Epifiz beziyle ilgili ortaya konulan ve dikkat çeken bir diğer önemli teori ise, epifiz bezinin uyanışının, insan hayatı boyunca en üst seviyelere çocukluk dönemlerinde (3-5 yaş arası) ulaşabildiği savıdır. Bu yaşlardaki çocukların yetişkinlerden daha ileri seviyelerde bilinç düzeyine sahip oldukları ve daha sezgisel davrandıkları iddia edilmektedir.  3'ncü gözlerinin açık olması sebebiyle bazı psişik güçlere sahip olduğuna inanılır. Örneğin bu yaşlardaki çocukların sezgilerinin etkisiyle kötü insanları yetişkinlerden daha iyi ayırt ettikleri düşünülmektedir. Yine bu çocukların ebeveynlerinin göremedikleri hayali arkadaşlarıyla konuştuklarına dair birçok psikolojik vaka bulunmaktadır. Ayrıca, televizyonlardaki sihirbazlık programlarında metal cisimlerin güç kullanmadan eğildiğini ve hareket ettirildiğini gören birçok çocuğun evlerinde bunları yapabilmesi bu teoriyi destekler niteliktedir.  Hz. İsa'nın havarilerine 'Bir kez daha küçük çocuk olmadıkça, cennetin krallığına yeniden giremezsiniz' sözü çocuklarda yaşanan ruhsal gelişmişlik seviyesinin bir göstergesidir. 7 yaşından itibaren epifiz bezinin bu etkinliğinin düşmeye başladığı ve ergenlikle beraber cinselliğin çocuğun hayatında yer etmesiyle en alt seviyelere indiği varsayılmaktadır. Kundalini uyanışı adı verilen bir yoga biçimi çocuklukta sahip olduğumuz spirutüel gelişmişlik seviyesine tekrar ulaşmamızı amaçlamakta ve dünya üzerinde büyük rağbet görmektedir.


bilinçaltının gücü

   Sonuç olarak, birçok bilim insanı ve araştırmacı epifiz bezinin aktive edilmesi ve doğru kullanılmasıyla insanların bazı üstün özelliklere sahip olacağına ve ruhsal yönden üst seviyelere ulaşabileceğine inanmaktadır. Bu durumu daha da ileri götüren kimi araştırmacılar, epifiz bezinin uyandırılmasıyla insanların kolaylıkla telepati yaparak iletişime geçebileceğini ve zamanda yolculuk yapabileceğini iddia etmektedirler. Yetişkinler olarak hayatın zorluklarıyla yüzleştiğimiz yaşam yolculuğumuzda üstün ruhsal gelişmişlik seviyesine sahip olduğumuz çocukluğumuzla bağ kurabilirsek ve epifiz bezimizi tekrar uyandırabilirsek  zorlu hayat mücadelemizi basit bir çocuk oyununa çevirebiliriz. Dünya üzerinde birçok insanın mutsuz olduğu düşünüldüğünde, sınırlarımızı zorlayarak Tanrı'nın bize bahşettiği ancak farkında olmadığımız mucizeleri keşfetmek hayatımızı tamamiyle değiştirecektir. Epifiz bezinin aktive edilmesiyle ilgili yapılması gereken birçok husustan bahsedilse de, hepsinden önemlisi bu süreci başarabileceğine inanmaktan geçer. Ne kadar çok yöntem ve çalışma yapsak da, beynimizdeki blokajları kaldırmadığımız sürece başarısız olmamız kaçınılmazdır.

    Son olarak da hastane ortamında DMT yüklemesi yapılan gönüllü bir deneğin yaşadığı tecrübeyi kendi sözlerinden dinleyelim;

 “Bedenimi geride bırakarak,  dna’larımın içinden geçerek evrene doğru yol aldım. Tam bu anda beyaz ışığı fark ettim ve içine girdim. İçine girer girmez,kendimi bu ışığın bir parçası olarak hissettim  o an ne yapıyor olduğum, geçmişim ve gelecek hissim kaybolmuştu. Bu o kadar keyifli ve haz vericiydi ki, hissettiğim şey anlatılamaz, bu ben değildim, ben aslında her şeydim. Işık olmuştum artık, ışığın ta kendisiydim, ne ayrılık, ne gölgeler, ne de farklılık geçmiş, gelecek tüm hislerim yoktu artık. Sadece beyaz ve sarı olan ışığa odaklandım. Daha sonra bu ışıktan aşağı düşüyor olduğumu tüm benliğimle hissettim. lşığın dışına çıktım ve onun güneşten kopan parçalar olduğunu fark ettim. düşerken, bu muhteşem ayrılmayı hissedebiliyordum diğer tarafa geldiğimde, birdenbire evrendeydim, Büyük bir boşluk ve diğer canlılar.. benimle bu varlıklar arasında bulunan pembe ışıklı gökkuşağına dokundum ve hissettim. Siz hiç gökkuşağına dokundunuz mu? onu beyaz ışığa döndürmek istiyordum. ama bu muazzam pembe ışık, aşk enerjisi ve sevginin işareti olarak insanoğlunun sahip olduğu birşeydi ve ben onlara bunu yollamaya çalışıyordum yaşadıklarımı anlatmak için kelimeler yeterli değil.”



    

3 yorum:

  1. O kadar güzel bir yazı olmuş ki anlatamam . Bizler bu muazzam keşfe ulaşabilirsek mucizelerle dolu bir hayatımız olabilir.

    YanıtlaSil
  2. Emeğinize sağlık Kemal bey. Bizi bilgilendirdiğiniz için ayrıca teşekkür ederim.

    YanıtlaSil